Ekim 18, 2024

Grimm Masalları (Durumundan Hoşnut Hans)

DURUMUNDAN HOŞNUT HANS

 


Hans, efendisinin yanında yedi yıl hizmet gördükten sonra demiş ki:
- Efendim, günüm doldu. Artık eve, annemin yanına dönmek istiyorum.
Hesabımı görün!
Adam:
- Bana doğrulukla, yüz aklığıyla, hizmet ettin. Nasıl çalıştınsa öyle de para
alacaksın!
demiş.
Oğlana, kafası büyüklüğünde bir altın vermiş. Hans mendilini çıkarmış; bu
külçeyi içine sarmış, çıkını omuzuna vurmuş, evin yolunu tutmuş.
Giderken, giderken gözüne bir atlı ilişmiş. Bu adam oynak, çevik bir atın
üzerinde dipdiri, keyifli önünden geçip gidiyormuş. Hans bağırmış:
- Ah ata binmek ne hoş şey! demiş. İnsan sandalyeye oturur gibi yerleşir.
Ayakları hiç taşa takılmaz. Hem pabuç parasından kurtulur, hem de nasıl yol
aldığını anlamaz.
Bunları duyan atlı durmuş:
- Bana bak Hans demiş, öyleyse neden yaya yürüyorsun?
Hans:
- Ne yapayım, demiş; bak, eve götürülecek bir külçem var. Hem de altın.
Bu yüzden üstelik belimi de doğrultamıyorum... Omuzlarım acıyor.
Atlı:
- Sana bir şey söyliyeyim mi demiş, gel değişelim. Ben sana atımı vereyim,
sen de bana külçeni...
Hans:
- Seve seve kabul ama peşin söyleyeyim ki, bunu taşımakta zorluk
çekeceksiniz!
Atlı yere inmiş, altını almış, Hans'ın ata binmesine yardım etmiş; yuları
sıkıca tutturmuş:
- Hızlanmasını istedin mi dilini şapırdatıp "hop! hop!" demelisin diye
tembih etmiş.
Hans atın üstüne oturup da alabildiğine atı koşturmaya başlayınca
sevinçten içi içine sığmamış. Bir süre sonra aklına esmiş; daha hızlı gitmek
istemiş. Dilini şapırdatıp "hop!
hop!" demiş. At tırısa kalkmış ama, Hans gözünü açıp kapayıncaya kadar,
kendini yerde, bir hendeğin içinde bulmuş. Bu hendek tarlalarla şoseyi
ayırıyormuş. Bu sırada ineğini sürerek yoldan geçen bir köylü koşup da
tutmasaymış at Hans'ı çiğneyip geçecekmiş de.
Hans kendini toplamış, ayağa kalkmış. Fakat canı pek sıkılmamış. Köylüye
demiş ki:
- Ata binmek kötü bir eğlence. Hele insan bunun gibi bir kancığa düşerse.
Hem insanı sarsıyor; hem de öyle bir yere atıyor ki nerdeyse boynunu
kıracak.. Bundan sonra bir daha biner miyim acaba?.. İneğinizi takdir ederim,
doğrusu. İnsan onun arkasından rahat rahat yürür... Fazla olarak sütü, yağı,
peyniri de her gün caba... Böyle bir inek almak istersem ne vermem gerekir?
Köylü:
- Madem ki bu kadar hoşunuza gidiyor... Atınızla bu ineği değişirim demiş.
Hans bin teşekkürle razı olmuş. Köylü atın üzerine atlamış, uzaklaşıp
gitmiş.
Hans ineğini önüne katarak ağır ağır sürmeye başlamış. Bu alışverişte kârlı
çıktığını düşünürmüş:
- Bir parça ekmek buldum mu tamam! İstediğim kadar sütle tereyağı da
birlikte yiyebilirim artık. Susadım mı ineğimi sağarım, sütünü içerim. İnsan
dünyada daha ne ister? diyormuş.
Bir hana varınca durmuş. Yanında ne varsa hepsini büyük bir iştihayla
yemiş. Öğle yemeğini de, akşamınkini de silip süpürmüş. Cebindeki son
birkaç hellerle de yarım bardak bira ısmarlamış. Sonra ineğini süre süre
annesinin köyüne doğru yol almaya başlamış. Öğle yaklaştıkça sıcak artmış.
Hans bol bol bir saat sürecek bir bozkırda bulunuyormuş. Hava o kadar sıcak
gelmeye başlamış ki susuzluktan Hans'ın dili damağına yapışmış:
- Şimdi ineğimi sağarım, sütünü içerim demiş.
İneği cılız bir ağaca bağlamış. Yanında kova yokmuş. Deriden kasketini
çıkarıp hayvanın altına tutmuş. Uğraşmış, bir damla süt bile gelmemiş. Hans
bu sağma işinde beceriksiz olduğu için sabırsızlanan inek, kafasına öyle bir
çifte savurmuş ki oğlan tepe taklak yere yuvarlanmış, uzun süre nerede
olduğunu bilememiş. Bereket versin, tam o sırada yoldan çekçek arabasıyla
küçük bir domuz götüren bir kasap geçiyormuş:
- Bu gürültüler ne?
diye gelmiş. Zavallı Hans'ın kalkmasına yardım etmiş. Hans olup bitenleri
anlatmış.
Kasap ona şişesini uzatmış:
- Alın, için de bir parça kendinize gelin! demiş. Anlaşılan inek süt vermek
istemiyor. Zaten yaşlı bir hayvan. Böylesi olsa olsa ya koşuma yarar, ya
kasaba.
Hans saçlarını okşaya okşaya:
- Tamam, tamam... Ne güzel düşünce!.. demiş. Böyle bir hayvanı eve
götürüp kesmek çok iyi bir şey... Kim bilir ne kadar et olur? Ama ben inek
etinden pek hoşlanmam. Bana posa gibi yavan gelir. Ah insanın şöyle genç,
körpe bir domuzu olsa. Onun tadı başkadır. Hele içine baharat da karışırsa...
Kasap demiş ki:
- Bana bakın Hans, hatırınız için değişmeye razıyım. İneğe karşılık
domuzu size bırakacağım.
Hans:
- Hay Tanrı sizden razı olsun! demiş. İneği adama vermiş. Küçük domuzu
arabadan indirtmiş, ipinden yakalamış.
Hans yine yola koyulmuş... İşinin her yerde rasgidişini düşünürmüş;
nerede canını sıkacak bir şeyle karşılaşsa çok geçmeden işleri yine yoluna
giriyormuş. Az sonra bir delikanlıyla karşılaşmış. Koltuğunun altında güzel,
beyaz bir kaz varmış. Birbirlerini selamlamışlar. Hans talihinin kendisine
nasıl yardım ettiğini, kazançlı değiştirmeler yaptığını anlatmış. Delikanlı da
kazı bir lohusa şöleni için götürdüğünü söylemiş:
- Tutun da kaldırın hele diye kazı kanatlarından yakalamış. Bakın ne kadar
ağır! Tam altı hafta beside yattı. Kızartmasını kim ısırsa ağzının iki yanından
yağlar fışkıracak.
Hans kazı bir eliyle tartarak:
- Evet adamakıllı ağır ama demiş, benim domuzum da yabana atılır gibi
değildir ha!
Bu sırada delikanlı çevresine çekine çekine bakınmış, başını sallamış.
Sonra söze başlamış:
- Size bir şey söyleyeyim mi demiş, sizin domuz pek tekin bir şey değil.
Demin geçtiğim köyde muhtarın domuzlarından biri ahırdan çalınmış.
Korkarım, bu domuz o olmasın?
Adamlar salmışlar. Sizi domuzla birlikte ele geçirirlerse kötü bir şey olur.
En hafifi sizi karanlık deliğe tıkarlar.
Zavallı Hans'ı bir korku almış:
- Aman Tanrım demiş, ne olur bana yardım edin. Buraları siz daha iyi
tanırsınız...
Domuzumu alın da kazınızı bana verin!
Delikanlı:
- Bu şans işi olacak ama neyse demiş, doğrusu, başınıza bir yıkım
gelmesine neden olmak istemiyorum!
Bunun üzerine ipi eline almış. Domuzu yan yolların birinden sürüp
götürmüş. Zavallı Hans üzüntüden kurtulmuş olarak koltuğunun altındaki
kazla ülkesinin yolunu tutmuş.
Kendi kendine:
- Derinlemesine düşünecek olursam bu değiştirmeden kârlı çıkan benim.
Bir kez güzel bir kızartma, sonra bol bol sızdırma yağ... Öyle ya üç ayda bir,
kaz yağlı ekmek yenir.
Sonunda güzel, beyaz tüyler. Bunlarla kendime bir baş yastığı
doldurturum. Üzerinde rahat rahat uyku çekerim. Kim bilir annem ne kadar
sevinecek?..
Son köye vardığı zaman orada bir bileyci görmüş. Adam bir yandan çarkı
çeviriyor, bir yandan da şarkı söylüyormuş:
Makasları bilerken ince sesler duyarım;
Zaman bana uymazsa ben zamana uyarım!
Hans olduğu yerde durmuş, adamı seyretmiş. Sonunda ona demiş ki:
- İşiniz yolunda anlaşılan... İş başında ne kadar keyiflisiniz!
Bileyci:
- Elbette demiş, sanat elde altın bileziktir. İyi bir bileyci ne vakit elini
cebine atsa içinde para bulan bir adamdır. Bu güzel kazı nereden satın
aldınız?
- Satın almadım... Domuzla değiştim.
- E, domuzu?
- Bir ineğe karşılık aldım.
- Peki, ineği?
- Bir at verdim de aldım.
- Atı?
- Onun için de kafam kadar kocaman bir altın verdim.
- Öyleyse altını?
- Yedi yıllık hizmetimin ücretiydi.
Bileyci;
- Öyleyse siz her zaman işinizi bilen bir adammışsınız demiş, bu durumda
siz öyle olabilirsiniz ki, ayağa kalktığınızda cebinizden paraların dökülüşünü
işitirsiniz. Talihinizi bu dereceye kadar çıkarmışsınız.
Hans, sormuş:
- Bunun için ne yapmalıyım?
- Benim gibi bir bileyci olmalısınız. Bunun için bir bileği taşından başka
bir şey gerekli değil. Gerisi kendiliğinden gelir. İşte bende bir tane var, ama
bir parça bozulmuş... Buna karşılık bana kazınızdan başka bir şey verecek
değilsiniz. Olmaz mı?
Hans:
- Bu da soru mu? demiş. Dünyanın en talihli adamı ben olacağım. Elimi
cebime attıkça para bulacak olduktan sonra daha fazla ne düşüneyim?
Hemen kazı adama uzatmış, bileği taşını almış. Bunun üzerine bileyci
yanında duran kocaman bir adi taşı yakalamış:
- İşte, demiş, size gerekli bir taş daha... Bunun üstüne istediğiniz kadar
vurur, eski çivileri döve döve düzeltebilirsiniz. Bunu alın, güzelce saklayın.
Hans, taşları yüklenmiş, sevine sevine yola çıkmış. Gözleri neşeden
parlıyormuş:
- Galiba ben eşref saatte doğmuşum, diyormuş, ne istesem oluyor. Sanki
büyük bayramda dünyaya gelmişim.
Hans alaca karanlıktan beri ayakta olduğu için yorgunluğunu duymaya
başlamış. Açlık da bir yandan. Çünkü dağarcığında ne varsa ineğin sevinciyle
yiyip bitirmişti. Sonunda güçlükle yürümeyi sürdürüyormuş. Nerdeyse
olduğu yerde kalacakmış. Üstelik taşlar da gittikçe ağır gelmeye başlamış. Bir
salyangoz gibi sürüne sürüne bir kır kuyusunun başına gelebilmiş. Burada
dinlenmek, serin bir su içerek canlanmak istiyormuş. Otururken, bir zarar
gelmesin diye taşları dikkatle yanına, kuyunun kıyısına koymuş. Sonra yere
oturmuş, su içmek için kuyuya eğilmiş. Bu sırada dikatsizlik etmiş, hafifçe
dokunmuş, taşların ikisi de kuyuya yuvarlanıvermiş.
Hans, bunların dibe inişini gözleriyle görünce sevinçle hoplamış. Hemen
diz çökmüş: Başına bela olan bu ağır taşlardan kendisini kurtardığı için, göz
yaşlarıyla Tanrı'ya dualar etmiş:
- Dünyada benim kadar talihli adam yoktur! diye bağırmış.
İçi rahat, bütün yüklerden kurtulmuş olarak fırlamış; eve, annesinin yanına
varıncaya kadar koşmuş.
 

Yorum yazmak için lütfen giriş yapınız

Editörün Son Yazıları

probiyotik

Islak Çeltiklere

probiyotik

Hiçsizliğe

probiyotik

Acıyor

probiyotik

Yıkık

Editörlerin Son Yazıları

kaptanfilozof06

Deprem Korkusu Arttı

probiyotik

Islak Çeltiklere

bubble30
Nielawore

"KINAR HANIMIN DENİZLERİ"

Bizden haberdar olmak için mail listemize kayıt olun