Ekim 18, 2024

Grimm Masalları (Kaz Çobanı Kız)

KAZ ÇOBANI KIZ

 


Evvel zaman içinde bir kraliçe varmış. Kocası yıllarca önce ölmüşmüş. Bu
kadının güzel bir kızı varmış. Kız büyüyüp yetişince uzak ülkelerden birinde
bir prense sözlenmiş. Gelin olma vakti gelip de kızın bu yabancı ülkeye
gitmesi kararlaşınca yaşlı kadın birçok değerli eşyayı, mücevherleri, altınları,
gümüşleri, özetle krallara yakışır eşyaların hepsini denklere sarmış. Çünkü
çocuğunu candan severmiş. Yanına bir de, eşya halayığı vermiş. Bu kız
onunla birlikte gidecek, kızı damada teslim edecekmiş. İkisine birer at
verilmiş, prensesinkinin adı Falada'ymış. Bu at insan gibi konuşurmuş da.
Ayrılık saati çalınca, yaşlı anne yatak odasına gitmiş, küçük bir bıçak almış,
parmağını kesip kanatmış. Altına beyaz bir bez tutmuş. Üzerine üç damla kan
akıtmış. Bu bezi kızına vererek:
- Yavrum, demiş, bunu iyi sakla. Yolda bir sıkıntıya uğrayacaksın!
Gözyaşları arasında birbirlerinden ayrılmışlar. Prenses bu bez parçasını
koynuna sokmuş, atına binmiş, nişanlısına gitmek üzere yola çıkmış. Bir saat
yol aldıktan sonra kız pek susamış; halayığa demiş ki:
- Haydi in de yanındaki bardakla bana dereden su getir. Kana kana içeyim.
Halayık:
- Susadınızsa kendiniz inin, suyun kıyısına uzanın, için. Ben sizin
hizmetçiniz değilim!
demiş.
Prenses pek susadığı için attan inmiş. dereye uzanmış, içmiş ama altın
bardaktan içmemiş.
Bunun üzerine kız:
- Tanrım, sen bilirsin! deyince üç kan damlası dile gelmiş:
- Annen bunu bilse yüreği parça parça olurdu! demişler ama kral nişanlısı
alçak gönüllüymüş. Bir şeycik dememiş. Atına binmiş. Uzun uzun yol
almışlar. Hava çok sıcakmış. Güneş pek yakıcıymış. Bunun için kız yine
susamış. Bir ırmağın kıyısına gelince halayığa yine seslenmiş:
- Haydi in de altın bardağımla bana su getir! demiş. Çünkü deminki kötü
lafların hepsini unutmuşmuş. Fakat halayık bu kez daha yüksekten atarak
konuşmuş:
- Su istiyorsanız gidin, kendiniz için. Ben sizin hizmetçiniz değilim.
Prenses pek susadığı için inmiş, akan suya uzanmış; hem ağlamış, hem de:
- Tanrım, sen bilirsin! demiş.
Kan damlaları dile gelmişler:
- Annen bunu bilse yüreği parça parça olurdu! demişler.
Kız böyle uzanıp su içerken, üç damla kanın bulunduğu mendil koynundan
kayıp düşmüş. Suyla birlikte akıp gitmiş. Kız bunun farkında bile olmamış.
Halayık kızı seyretmiş. Mendili görünce, damat üzerinde geçer sözlü
olacağını düşünerek sevinmiş.
Çünkü prenses bu kan damlalarını yitirdiği için hem zayıf, hem de etkisiz
kalmışmış.
Kız Falada'ya yine binmek isteyince halayık:
- Falada'ya binmek benim hakkım... Sen benim beygire yakışırsın! demiş.
Kız ona da boyun eğmiş. Sonra halayık sert sözlerle prensese buyruk vermiş:
- Saray giysilerini çıkaracaksın. Benim kötü giysilerimi giyeceksin. Hem
de bunları sarayda kimseye söylemeyeceğine ant içeceksin! demiş. Kız andını
tutmazsa orada öldürüleceğini söylemiş. Fakat Falada bütün bunları
seyrediyormuş. Olup bitenler gözünden kaçmıyormuş.
Halayık Falada'ya, asıl nişanlı da kötü beygire binmiş. Böylece yola
çıkmışlar. Sonunda kralın sarayına varmışlar. Bunların gelişi büyük bir
sevinçle karşılanmış. Prens onları karşılamaya koşmuş. Halayığı tutup attan
indirmiş. Bu kızın kendi eşi olduğunu sanıyormuş. Halayığı merdivenlerden
yukarı çıkarmışlar. Asıl prensesse alt katta kalakalmış. Bu sırada yaşlı kral
pencereden bakıyormuş. Kızın avluda kaldığını, çok güzel, zarif bir kız
olduğunu görmüş. Hemen taht odasına geçmiş. Kendisiyle birlikte gelip
aşağıda avluda duran kızın kim olduğunu söylemesi için gelini çağırmış;
Halayık:
- Onu yolda bulup yanıma aldım! Şu hizmetçiye bir iş verin... Boş
durmasın! demiş. Fakat yaşlı kralın kıza gördürecek bir işi yokmuş. Şöyle
demekten başka çare bulamamış:
- Küçük bir çocuğum var. Kazları güder. Kız ona yardım etsin!
Bu oğlanın adı Kürdchen (Konradchen)miş. İşte asıl gelin kaz gütmede ona
yardım edecekmiş.
Uydurma gelin genç krala demiş ki:
- Sevgili kocacığım, benim hatırım için bir şey yapmanızı rica edeceğim!
Oğlan:
- Seve seve yaparım! demiş.
- Öyleyse celladı çağırın... Buraya gelirken bindiğim atın boynunu
vurdurun. Çünkü yolda beni pek kızdırdı.
Bunun asıl nedeni, prensesle olup bitenleri atın anlatmasından
korkmasıymış.
Artık olan olmuş. Sadık Falada ölecekmiş. Bu haber sahici prensesin
kulağına da varmış.
Kız cellada gidip, kendisine küçük bir hizmette bulunursa bir altın
vereceğine gizlice söz vermiş.
Kentte büyük, karanlık bir kapı varmış. Kız akşam sabah kazlarla bu
kapıdan geçermiş.
İşte kız Falada'nın kafasını bu karanlık kapının altına çivilemesini cellattan
istemiş.
Böylelikle onu sık sık görebilecekmiş. Cellat söz vermiş. Atın başını
kesmiş, karanlık kapının altına çivilemiş.
Sabahleyin erkenden kızla Kürdchen kapının altından geçerlerken kız:
- Ey duvarda çakılı Falada! diye seslenmiş:
Kafa dile gelmiş:
- Ey buradan geçen kraliçe! Annen bunu bilse yüreği parça parça olurdu!
demiş.
Bunun üzerine kız bir şey demeden kentten çıkmış. Kazları kırlara doğru
gütmüşler. Kız çayırlığa gelince yere oturmuş. Altın gibi saçlarını çözmüş.
Kürdchen onu seyreder, bunların parıldadıklarını görerek sevinirmiş. O
zaman kız:
- Es rüzgâr, es de Kürdchen'in şapkacığını başından al. Saçlarımı örüp
başıma sarıncaya kadar onu peşinden kovalat! demiş.
Bunun üzerine güçlü bir rüzgâr çıkmış. Kürdchen'in şapkasını başından
kapmış. Oğlan peşinden koşmaya başlamış. Geri dönünceye kadar kız
saçlarını tarayıp bitirmiş. Başına sarmış. Kürdchen bir tel saç bile
göremeyince darılmış., kızla konuşmamış. Akşama kadar böylece kazları
gütmüşler, sonra eve dönmüşler.
Ertesi sabah, karanlık kapının altından geçip giderlerken kız:
- Ey duvarda çakılı Falada! diye seslenmiş.
Falada dile gelmiş:
- Ey buradan geçen kraliçe! Annen bunu bilse yüreği parça parça olurdu!
demiş. Kırda kız yine çimenlere oturmuş, saçlarını çözüp taramaya başlamış.
Kürdchen koşmuş, bunları tutmak istemiş. Kız, bunun üzerine, çabuk çabuk:
- Es rüzgâr, es de Kürdchen'in şapkacığını başından al. Saçlarımı örüp
başıma sarıncaya kadar onu peşinden kovalat! deyince rüzgâr esmiş.
Başından şapkasını uçurmuş.
Kürdchen peşinden koşmuş. Geri döndüğü zaman kız saçlarını toplamışmış
bile. Oğlan yine bir şey ele geçirememiş. Böylece akşama kadar kazları
gütmüşler.
Akşamleyin eve döndükleri zaman Kürdchen yaşlı kralın huzuruna çıkmış:
- Bu kızla bir daha kaz gütmek istemiyorum! demiş. Yaşlı kral sormuş:
- Neden?
- Bütün gün beni kızdırıyor.
Yaşlı kral, kızın neler yaptığını sormuş. Kürdchen anlatmış:
- Sabahleyin sürüyle karanlık kapının altından geçerken kız duvardaki at
kafasına: "Ey duvarda çakılı Falada"! diyor; kafa da dile geliyor: "Ey buradan
geçen kraliçe! Annen bunu bilse yüreği parça parça olurdu!" diyor. Kürdchen
kırda olup bitenleri, rüzgârın uçurduğu şapkasının peşinden koşuşunu da
anlatmış.
Yaşlı kral, ertesi gün yine gidip kaz gütmelerini buyurmuş. Kendisi de
sabahleyin karanlık kapının arkasına saklanmış, kız Falada'ınn başıyla
konuşurken dinlemiş. Sonra kızın arkasından kral da gitmiş. Bir çalılığın
arkasına saklanmış. Az sonra kaz çobanı kızın sürüyü güderek gelişini, yere
oturuşunu, pırıldayan saçlarını çözüşünü gözleriyle görmüş.
Kız yine seslenmiş:
- Es rüzgâr, es de Kürdchen'in şapkacığını başından al. Saçlarımı örüp
başıma sarıncaya kadar onu peşinden kovalat! der demez bir rüzgâr çıkmış.
Kürdchen'in şapkasını uçurmuş. Oğlan peşinden koşmuş. Hizmetçi kız
saçlarını taramış. Perçemlerini örmüş...
Yaşlı kral bütün bunları seyretmiş. Sonra sezdirmeden dönüp gitmiş.
Akşam olup da kaz çobanı kız eve dönünce yanına çağırtmış. Bunları niçin
yaptığını sormuş:
- Bunu size söyleyemem... Hatta en yakınımdan bir kimseye bile derdimi
açamam. Çünkü ant içtim. Yoksa bu benim yaşamıma mal olur!
Kral, kızı zorlamış. Rahat vermemiş. Fakat ağzından bir söz bile alamamış.
Bunun üzerine:
- Mademki bana bir şey söylemek istemiyorsun... Bari şuradaki demir
sobaya derdini anlat! demiş, çıkıp gitmiş.
Kız sürüne sürüne demir sobanın içine girmiş. Durumunu anlatarak
ağlamaya başlamış.
İçindeki dertleri boşaltmış:
- Şurada herkes tarafından unutulmuş bir durumdayım. Oysa ben bir
prensesim. Düzenci halayık saray giysilerimi zorla çıkarttırdı. Nişanlımın
yanındaki yerimi aldı. Ben de kaz çobanı olarak kötü bir işe atıldım. Bunları
annem duysa yüreği parça parça olurdu...
Yaşlı kral, dışarda soba borularının yanında durup kızın sözlerini
dinlermiş. Bunun üzerine yine içeri girmiş. Kıza sobadan çıkmasını söylemiş.
Ona saray giysilerini giydirmişler. Kız o kadar güzelleşmiş ki herkes şaşırıp
kalmış. Yaşlı kral oğlunu çağırmış.
Nişanlısının uydurma olduğunu haber vermiş. Onun bir halayıktan başka
bir şey olmadığını, asıl gelinin şurada duran eski kaz çobanı kız olduğunu
söylemiş. Genç kral kızın güzelliğini, iyiliğini görünce candan sevinmiş...
Büyük bir şölen hazırlanmış. Herkes, bütün iyi dostlar çağırılmış.
Başta damat, bir yanında prensesle, öbür yanında halayıkla oturmuş. Fakat
halayığın gözleri kamaştığı için, pırıl pırıl süsler içindeki prensesi
tanıyamamış. Yenilip içildikten, keyifler tamamlandıktan sonra yaşlı kral
halayığa bir bilmece sormuş. Büyükleri şu ya da bu biçimde aldatan kadına
layık olan nedir? diye... Sonra olup bitenleri bir bir anlatmış.
"Böylesini ne yapmalı?" diye sormuş. Uydurma gelin:
- Böylesine en layık olan şey; onu çırılçıplak soymak, sonra içi sivri
çivilerle dolu bir fıçıya tıkmak... Bu fıçıya, iki kır at koşup kadın ölünceye
kadar sokak sokak sürükletmektir!
Bunun üzerine kral:
- İşte bu sensin... Kendi cezanı kendin söyledin. Bu yargı yerine
getirilecektir! demiş; Ceza yerini bulduktan sonra genç kral asıl gelinle
evlenmiş. O günden sonra ikisi dirlik düzenlik içinde ülkeyi yönetmişler.

Yorum yazmak için lütfen giriş yapınız

Editörün Son Yazıları

probiyotik

Islak Çeltiklere

probiyotik

Hiçsizliğe

probiyotik

Acıyor

probiyotik

Yıkık

Editörlerin Son Yazıları

kaptanfilozof06

Deprem Korkusu Arttı

probiyotik

Islak Çeltiklere

bubble30
Nielawore

"KINAR HANIMIN DENİZLERİ"

Bizden haberdar olmak için mail listemize kayıt olun