KÜL KEDİSİ
Zengin bir adamın karısı hastalanmış. Kadın ömrünün sona erdiğini anlayınca biricik
kızını yatağının yanına çağırmış:
- Yavrum, demiş, iyi yürekli, uslu olursan Tanrı hep seninle birlikte olacaktır. Ben seni
cennetten seyredeceğim, seni koruyacağım!
Bunları söyledikten sonra da gözlerini kapamış, ölmüş.
Kız her gün annesinin mezarına gider, gözyaşı döker; iyi yürekli, uslu bir kız olmaya
çalışırmış.
Kış gelince kar mezarın üzerine beyaz bir örtü örtmüş. İlkyazda güneş bu kardan örtüyü
sıyırıp kaldırdığı sırada adam bir başka kadın almış.
Kadın eve iki kızını da birlikte getirmiş. Kızlar görünüşte güzel, beyaz şeylermiş ama
yürekleri hem kötü, hem de karaymış. Artık zavallı üvey kız için kötü günler başlamış.
Kızlar aralarında şöyle konuşurlarmış:
- Bu aptal kız hep yanımızda mı oturacak böyle?.. İnsan yediği ekmeği hak etmeli!..
Cehennem olsun buradan şu hizmetçi kılıklı şey...
Kızın güzel giysilerini üzerinden soyup almışlar. Soluk, eski bir entari giydirmişler.
Ayaklarına birer takunya geçirmişler:
- Aman şu kurumlu prensese bakın! Ne de süslenmiş!
diye alay etmişler. Kızı mutfağa yollamışlar.
Kızcağız burada sabahtan akşama kadar en ağır işleri görmeye başlamış. Gün doğmadan
kalkar, su taşır, ateşi yakar, yemek pişirir, kirlileri yıkarmış. Üstelik kızkardeşler ona türlü
muziplikler yaparlar, onunla eğlenirler, küllerin içine bezelyeleri, mercimekleri dökerler;
kız oturup bunları ayıklarmış. Akşamları yorgun düşünce de ona bir lokma ekmek
vermezlermiş. Zavallı kız ocağın başında küllerin yanına uzanıp yatarmış. Bu yüzden üstü
başı her zaman tozlu, kirli olduğu için ona "kül kedisi" adını takmışlar.
Gel zaman, git zaman... Bir gün babaları panayıra gitmek istemiş. Üvey kızlarına "size ne
getireyim?" diye sormuş. Biri:
- Süslü giysiler! demiş.
Öbürü:
- İnciler, elmaslar!.. demiş.
- Ya sen ne istersin kül kedisi?
- Babacığım, eve dönerken şapkanıza dokunacak ilk dal parçasını bana getiriniz!
Adam iki üvey kızına süslü giysiler, inciler, elmaslar almış. Dönüşte yeşil bir korudan atla
geçerken şapkasına bir fındık dalı dokunmuş. Bu dalı kırmış, yanına almış. Eve gelince
üvey kızlarına istedikleri şeyleri vermiş. Kül kedisine de fındıklıktan kopardığı dalı
vermiş. Kül kedisi teşekkür etmiş, doğru annesinin mezarına gitmiş, bu dalı mezarın
üstüne dikmiş. Sonra gözyaşlarıyla onu sulamış. Dal tutmuş, güzel bir ağaç olmuş. Kül
kedisi günde üç kez bu ağacın altına gider, göz yaşlarını akıtarak yakarırmış. Her
defasında da bir ak kuş gelip dallara konarmış. Kız bir şey istedi mi, kuş oradan aşağı
bunu atarmış.
Günün birinde kral üç gün, üç gece süren bir eğlenti hazırlamış. Bu eğlentiye ülkenin
bütün güzel kızları çağrılıymış. Kralın oğlu bu kızlar arasından bir nişanlı seçecekmiş de
ondan... İki kızkardeş, bu törende bulunacaklarını duyunca sevinmişler. Hemen kül
kedisini çağırmışlar:
- Saçlarımızı tara... Pabuçlarımızı fırçala... Tokalarımızı ilikle... Kralın sarayındaki
eğlentiye gidiyoruz! demişler.
Kül kedisi dediklerini yapmış ama ağlaya ağlaya... Çünkü o da bu eğlentiye gitmek
istiyormuş. Üvey annesine gidip yalvarmış, izin istemiş. Kadın:
- Hay kül kedisi hay, demiş. Şu kirin pasınla düğüne de mi gideceksin? Ne giysin var, ne
de pabucun... Bir de dans etmek mi istiyorsun?
Kız durmadan yalvarıp yakarınca:
- Bak, bir tencere dolusu bezelyeyi küle döktüm... İki saat içinde bunları ayıklayıp
toplarsan eğlentiye gidebilirsin! demiş.
Kız arka kapıdan bahçeye çıkmış:
- Sevgili güvercinler... Kumrular... Gökyüzünün bütün kuşları... gelin, bana yardım edin
de şunları ayıklayalım. İyileri şu kaba... Kötüleri kursağa!.. diye bağırmış...
Bunun üzerine mutfağın penceresinden içeriye önce iki beyaz güvercin girmiş;
arkalarından kumrular, onlardan sonra da gökteki bütün kuşlar pır pır uçarak gelmişler,
külün çevresine dizilmişler. Güvercinler küçücük kafalarını eğerek tık tık tık tık diye işe
koyulmuşlar. Öbür kuşlar da tık tık tık tık diye iyi bezelye tanelerini ayıklayıp tencereye
doldurmuşlar. Daha bir saat bile geçmeden iş bitmiş, kuşlar uçup gitmişler. Kız tencereyi
üvey annesine götürmüş. Artık düğüne gidebileceğini umarak seviniyormuş. Fakat kadın:
- Hayır, kül kedisi, demiş, giysin yok.. Dans edemezsin. Herkes seninle alay eder.
Kız ağlayınca:
- İki tencere dolusu bezelyeyi bir saat içinde küllerin içinden ayıklayabilirsen gidersin!
demiş.
Kadın bunu söylerken içinden "nasıl olsa yapamaz!" diye düşünürmüş. Kadın iki tencere
bezelyeyi küllerin içine boşaltmış. Kız yine arka kapıdan bahçeye çıkmış:
- Sevgili güvercinler... Kumrular... Gökyüzünün bütün kuşları!.. Gelin, bana yardım edin
de şunları ayıklayalım! İyileri şu kaba... Kötüleri kursağa!
Bunun üzerine mutfağın penceresinden içeriye önce iki beyaz güvercin girmiş.
Arkalarından kumrular, onlardan sonra da gökteki bütün kuşlar pır pır uçarak gelmişler,
külün çevresine dizilmişler. Güvercinler küçücük kafalarını eğerek tık tık tık tık diye işe
koyulmuşlar. Öbür kuşlar da tık tık tık tık diye iyi bezelye tanelerini ayıklayıp tencerelere
doldurmuşlar. Daha yarım saat bile geçmeden iş bitmiş, kuşlar uçup gitmişler. Sonra kız
tencereleri üvey annesine götürmüş. Artık eğlentiye gidebileceğini umarak seviniyormuş.
Fakat kadın:
- Bunların hiçbirinin yararı yok. Gidemezsin... Çünkü giysin yok, dans edemezsin.
Yanımızdayken senden utanırız! demiş.
Sonra kıza arkasını dönmüş; iki kibirli kızıyla birlikte acele acele çıkıp gitmiş.
Evde kimseler kalmayınca, kül kedisi, annesinin mezarına, fındık ağacının altına gitmiş:
"Sallan, silkin minik ağaç!"
"Üstüme altın gümüş saç!"
diye seslenmiş. Kuş ağaçtan aşağı sırma ve kılaptan işlemeli bir giysiyle gümüşlü lameden
bir iskarpin atmış. Kız çabucak bunları giymiş, eğlentiye gitmiş. Ne kızkardeşleri, ne de
üvey annesi onu tanıyamamış. Bunun yabancı bir prenses olduğunu sanmışlar. Altın
sırmalı giysiler içinde kız o kadar güzel görünüyormuş ki... Hiçbiri kül kedisini aklına
getirmiyor; evde kir pas içinde oturduğunu, küller içinden bezelye taneleri ayıkladığını
sanıyorlarmış. Prens kıza doğru gelmiş, elinden tutmuş, onunla dans etmiş. Bir daha da
kızın elini elinden ayırmamış. Artık kimseyle dans etmek de istememiş. Bir başkası gelip
de onu dansa kaldırmak isterse: "benim dans arkadaşım bu!" dermiş.
Kız akşama kadar dans etmiş. Sonra eve dönmek istemiş. Fakat Prens:
- Seninle birlikte geleceğim! demiş.
Anlaşılan, kimin kızı olduğunu öğrenmek istiyormuş. Kız bir kolayını bulup oradan
sıvışmış, güvercinliğe girmiş. Prens beklemiş durmuş. Babası gelince yabancı bir kızın
güvercinliğe girdiğini söylemiş. Yaşlı adam içinden "sakın bu kız kül kedisi olmasın?"
demiş. Güvercinliği yıkmak için kazmayla balta getirmiş ama içinde kimseyi
bulamamışlar.
Kadınla kızları eve döndükleri zaman kül kedisini kirli giysileriyle küller içinde yatar
bulmuşlar. Bacanın içinde donuk ışıklı bir yağ lambası yanıyormuş. Kül kedisi
güvercinliğin arkasından atlayıp kaçmış. Koşa koşa doğru fındık ağacına gitmişmiş. Orada
güzel giysileri çıkarmış, mezarın üzerine koymuş. Kuş da bunları alıp götürmüş. Sonra
soluk renkli entarisini giymiş, mutfağa girip küllerin yanına oturmuş.
Ertesi gün eğlenti yeniden başlayıp da evdekiler gidince, kül kedisi yine fındık ağacına
koşmuş:
"Sallan, silkin minik ağaç!"
"Üstüme altın gümüş saç!"
demiş. Bunun üzerine kuş, dünkünden daha gösterişli bir giysi atmış. Kız bu giysiyi giyip
eğlenti yerinde görününce herkes güzelliğine parmak ısırmış. Prens de o gelinceye kadar
beklemişmiş. Hemen elinden tutmuş. Yalnızca onunla dans etmiş. Başkaları gelip de ona
dans önerdikleri zaman: "benim dans arkadaşım bu!" demiş.
Akşam olunca kız gitmek istemiş. Prens peşine takılmış. Hangi eve girdiğini görmek
istiyormuş. Fakat kız yine sıvışmış; evin arkasındaki bahçeye girivermiş. Bahçede güzel, iri
bir ağaç varmış. Üzerinde nefis armutlar sallanıyormuş. Kız, tıpkı dallar arasındaki bir
sincap gibi, ağaca tırmanmış. Prens onun nereye gittiğini anlayamamış ama babası
gelinceye kadar beklemiş:
- Yabancı kız sıvışıp gitti. Galiba armut ağacının tepesine çıktı! demiş.
Babası içinden: "Bu kül kedisi olmasın sakın!" demiş. Balta getirtmiş, ağacı devirmiş ama
üzerinde kimse yokmuş. Mutfağa girdikleri zaman kül kedisini orada, her zamanki gibi,
küllerin yanında yatar görmüşler. Çünkü kız ağacın öbür yanından inmiş, fındık
ağacındaki kuşa gidip güzel giysileri teslim etmiş, kendi soluk renkli entarisini giymişmiş.
Üçüncü gün üvey annesi, babası, kızkardeşleri evden çıkar çıkmaz, kül kedisi yine
annesinin mezarına gitmiş, ağaca seslenmiş:
"Silkin, sallan minik ağaç!"
"Üstüme altın gümüş saç!"
Bunun üzerine kuş kıza öyle bir giysi atmış ki, o güne kadar böyle süslü, böyle göz
kamaştırıcı bir giysi kimsenin sırtında görülmemişmiş. Pabuçlar da som altından
işlemeliymiş. Kız bu giysileri giyerek eğlenti yerine varınca, herkes şaşkınlıktan ne
diyeceğini bilememiş. Prens yine yalnızca onunla dans etmiş. Biri gelip ona dans önerse:
"benim dans arkadaşım bu!" dermiş.
Akşam olunca kül kedisi gitmek istemiş. Prens de onu evine kadar götürmeye kalkmış.
Fakat kız öyle bir koşmaya başlamış ki, oğlan peşinden yetişememiş.
Gel gelelim, prens bu kez bir kurnazlık düşünmüş: Bütün merdivenlere zift sıvatmış. Kız
koşa koşa inerken sol ayağının pabucu bunlara yapışıp kalmış. Prens eğilip bu tek pabucu
almış. Mini mini, cici bici, som altınla işlenmiş bir pabuç...
Ertesi sabah bu pabuçla birlikte adama gitmiş:
- Ayağına bu pabuç uyan kızdan başkasıyla evlenemem! demiş.
Bu sözleri işitince kızkardeşlerin ikisi de sevinmişler. Çünkü bunların ayakları pek
güzelmiş. Büyük kız pabuçla birlikte odaya gitmiş, ayağına giymek istemiş. Annesi de
yanındaymış. Fakat kızın baş parmağı bir türlü pabuca sığmamış. Bunun üzerine annesi
kızına bir bıçak vermiş:
- Parmağını kes! demiş, kraliçe olunca zaten yaya yürümene gerek kalmayacak!
Kız parmağını kesmiş. Ayağını zorla pabuca sokmuş. Acıdan dişlerini sıka sıka dışarı
çıkmış. Prense görünmüş. Bunun üzerine oğlan kıza nişanlısı gözüyle bakmış. Onu atına
bindirmiş. Birlikte çıkıp gitmişler. Yolları mezarın yanından geçiyormuş. Oradaki fındık
ağacının üstünde duran iki güvercin seslenmişler:
Pabuç çok dar, içi kanlı
Evde bekler öz nişanlı!
Oğlan kızın ayağına bakmış, kanlar aktığını görmüş. Atın başını çevirmiş... Bu uydurma
nişanlıyı evine götürüp bırakmış. Asıl nişanlının bu kız olmadığını söylemiş.
Bu sefer öbür kızkardeşe pabucu giydirmek istemişler. Kız odaya girmiş. Parmakları
rahatça pabuca girmiş ama topuğu fazla gelmiş. Bunun üzerine annesi bir bıçak vermiş:
- Topuğundan bir parçasını kes... Kraliçe olunca yaya yürümene gerek kalmayacak zaten!
demiş.
Kız topuğundan bir parça kesmiş. Ayağını zorla pabuca sokmuş. Dişlerini sıka sıka dışarı
çıkmış, prense görünmüş. Oğlan kıza nişanlısı gözüyle bakmış. Onu atına bindirmiş.
Birlikte çıkıp gitmişler. Fındık ağacının önünden geçerlerken, dallardaki iki güvercin
seslenmiş:
Pabuç çok dar, içi kanlı
Evde bekler öz nişanlı!
Oğlan kızın ayağına bakmış, pabuçtan kanlar aktığını, beyaz çorabı kıpkızıl boyadığını
görmüş. Atının başını çevirmiş... Bu uydurma nişanlıyı da evine götürüp bırakmış: "Bu da
asıl nişanlı değil; başka kızınız yok mu?" demiş. Adam:
- Hayır demiş, yalnızca ölen karımdan kalan küçük, kılıksız bir kül kedisi var şurda... Ama
o size nişanlı olamaz ki...
Prens bu kızı da yukarı yollamasını istemiş: Fakat anne:
- Hayır, hayır, demiş üstü başı pek kirli... Bu kılıkla görünmesi doğru değil!
Fakat oğlan kızı kesinlikle görmek istemiş. Bunun üzerine kül kedisini çağırmışlar. Kız
önce ellerini, yüzünü yıkamış, temizlenmiş. Sonra içeri girmiş. Yerlere kadar eğilerek
prensi selamlamış. Oğlan kıza sırmalı pabucu uzatmış. Kız bir iskemleye oturmuş.
Ayağındaki kaba takunyaları çıkarmış, pabucu giymiş, pabuç ayağına tıpa tıp gelmiş. Kız
doğrulup da prens yüzüne bakınca, bunun, dans ettiği kız olduğunu anlamış:
- İşte asıl nişanlım! demiş.
Üvey anneyle iki kızkardeş korkmuşlar, Öfkeden sapsarı olmuşlar. Oğlan kül kedisini
atına bindirmiş. Birlikte çıkıp gitmişler. Fındık ağacının önünden geçerlerken iki beyaz
güvercin seslenmiş:
Pabuç uygun, içi kansız,
Nişanlındır işte bu kız!"
Kuşlar bunu söyler söylemez, uçup gitmişler. Kül kedisinin omuzlarına konmuşlar. Sanki
kızın mutluluğuna katılmak istiyorlarmış. Genç nişanlılar kiliseye giderlerken, üvey
kızkardeşlerden büyüğü sağda, küçüğü solda yürüyormuş. Güvercinler bunların birer
gözlerini gagalayıp oymuşlar. Dönüşte büyük kız solda, küçük kız sağda yürüyormuş. Bu
kez de güvercinler öbür gözlerini gagalayıp oymuşlar. Böylece kızlar kötülüklerinin,
ahlaksızlıklarının cezasını ömürlerinin sonuna kadar kör olarak çekip durmuşlar.
Yorum yazmak için lütfen giriş yapınız