Ekim 18, 2024

Grimm Masalları (Parmak Çocuk)

PARMAK ÇOCUK

 


Vaktiyle yoksul bir köylü vardı. Akşamları ocağın başına oturur, ateşi
eşelerdi. Karısı da iplik bükerdi. Bir gün dedi ki:
- Çocuğumuz olmayışı ne kötü. Evimiz ne kadar sessiz. Oysa öbür evlerde
ne kadar gürültü var, ne kadar neşeli onlar...
Kadın içini çekti:
- Öyle, dedi, keşke bir çocuğumuz olsaydı da boyu başparmak kadar
olsaydı... Buna bile razıydım... Onu candan severdik.
Gel zaman, git zaman... Kadın hastalanır gibi oldu. Yedi ay sonra da bir
çocuk doğurdu.
Çocuğun her organı tamamdı, ama boyu bir başparmaktan uzun değildi.
Bunu görünce:
- İstediğimiz gibi oldu, dediler, bizim sevgili çocuğumuz da bu olsun!
Boyuna bosuna uygun olsun diye adını Parmak Çocuk koydular. Çocuktan
hiçbir yiyeceği eksik etmediler ama, çocuk büyümedi, doğduğu zamanki
boyda kaldı. Fakat gözlerinden, her şeyi anladığı seziliyordu. Çok geçmeden
akıllı, çevik bir şey olduğunu gösterdi. Hangi işe girişse onu başarıyordu.
Günün birinde köylü ormana gidip odun kesmeye hazırlanırken kendi
kendine: ''Ah biri olsa da arabayı arkadan getirse!'' diye söyleniyordu.
Parmak Çocuk bağırdı:
- Arabayı ben getiririm baba, dedi, hiç merak etme. Araba tam vaktinde
ormanda bulunacak.
Adam bunu duyunca güldü:
- Nasıl olacak bu? dedi, atı yularından tutup yönetmeye boyun yetmez ki?
- Zararı yok baba, annem hayvanı arabaya koşarsa ben atın kulağına girip
yerleşirim, nasıl gideceğini kulağına söylerim.
Babası:
- Pekâlâ, bir deneyelim! dedi.
Vakti gelince anne arabayı koştu, Parmak Çocuk da atın kulağına girip
yerleşti. Sonra ata seslendi:
- Deeeh... Dooorrr...
Bir usta yönetimindeymiş gibi işler yolunda gidiyordu, araba ormana
doğru ilerliyordu.
Gel gelelim, bir köşeyi tam döneceği sırada iki yabancı adam çıkageldi.
Biri:
- Bu ne? dedi. Bu araba gidiyor, bir arabacı deeeh diye bağırıyor ama,
ortada görünen yok!
Öbürü:
- Bu işte bir acayiplik var. Arabanın peşine takılalım, nerede duracak
bakalım! dedi.
Araba ormana girdi. Tam odun yarılan yere kadar geldi. Parmak Çocuk
babasını görünce seslendi:
- Gördün mü baba, işte arabayla geldim. Haydi şimdi beni yere indir!
Baba sol eliyle atı tuttu, sağ eliyle küçücük oğlunu kulaktan çekip çıkardı.
Oğlan neşeli neşeli bir saman çöpünün üzerine oturdu. İki yabancı parmak
çocuğu görünce şaşkınlıktan ne diyeceklerini bilemediler. Biri arkadaşını bir
kıyıya çekerek:
- Bana bak, şu küçüğü büyük bir kentte insanlara seyrettirsek zengin
olurduk. Haydi şunu satın alalım, dedi.
Köylüye gittiler:
- Şu küçük adamı bize satın, yanımızda rahat eder! dediler.
Baba:
- Hayır, dedi. O benim ciğerimin köşesidir. Dünyanın bütün altınlarını
verseler yine satmam.
Bu pazarlığı işiten Parmak Çocuk babasının ceketinde kıvrımlarına tutuna
tutuna yukarı çıktı, omzuna dikildi, kulağına fısıldadı:
- Ver beni baba! Ben yine geri dönüp gelirim.
Bunun üzerine babası birçok altın alarak onu verdi. Adamlar:
- Nerede oturacaksın? dediler.
- Bu da sorun mu? şapkanızın kıyısına koyuverin beni! Orada aşağı yukarı
gezinir, çevreyi seyrederim; yere düşmem, merak etmeyin!
İstediğini yaptılar. Hep birlikte çıkıp gittiler. Böylece akşamın alaca
karanlığına kadar yol aldılar.
Bir aralık Parmak Çocuk:
- İndirin beni işim var! dedi.
Kafasında oturduğu adam:
- Otur oturduğun yerde. Ne işin varsa orada gör. Bazen kuşlar da tepeme
şunu bunu salıverirler, zararı yok! dedi.
Parmak Çocuk:
- Hayır olmaz, diye seslendi, uygun olanı ben de biliyorum. Çabuk beni
aşağı indirin.
Adam şapkasını çıkardı, küçüğü yol üzerinde bir tarlaya bıraktı. Parmak
Çocuk toprak yığıntılarının arasında bir süre oraya buraya sıçradı, süründü
durdu. Sonra deminden beri aradığı bir fare deliğine birdenbire kaçıverdi.
- Akşamlar aydın, baylar. Ülkenize bensiz dönüverin! diye bağırıp bir
kahkaha attı.
Adamlar koşarak geldiler, sopalarla fare deliğini dürtüştürdüler ama
emekleri boşa gitti: Parmak Çocuk delikte sürüne sürüne ilerliyordu. artık
ortalık iyice kararmıştı. Adamlar elleri boş olarak öfkeli öfkeli ülkelerinin
yolunu tuttular. Parmak Çocuk bunların gittiklerini anlayınca yeraltı
koridorundan sürüne sürüne yine dışarı çıktı:
- Karanlıkta tarlalar çok tehlikeli olur. İnsanın boynu, bacağı kolayca
kırılır! diye söylendi.
Bereket versin boş bir salyangoz kabuğuna rasgeldi:
- Çok şükür... Geceyi esenlikle burada geçirebilirim! diye içeri daldı. Az
sonra, tam uykuya dalacağı sırada, iki adamın geçip gittiğini işitti. Biri
diyordu ki:
- Şu zengin papazın altınlarıyla gümüşlerini aşırmak için işe nasıl başlasak
acaba?
Parmak Çocuk oradan seslendi:
- Bunu size ben söyleyebilirim!
Hırsızlardan biri irkilerek:
- Neydi o? dedi. Birinin konuştuğunu duydum.
Oldukları yerde durdular, kulak kabarttılar. Bu arada Parmak Çocuk:
- Beni yanınıza alın, size yardım edeyim! dedi.
- Nerdesin kuzum?
- Toprak üzerinde arayın, sesin nereden geldiğine dikkat edin! Hırsızlar
sonunda onu bulup yukarı kaldırdılar:
- Vay küçük çapkın vay, bize yardım mı edeceksin sen?
Parmak Çocuk yanıt verdi:
- Bakın, demir çubuklar arasından papazın odasına girerim. İstediklerinizi
size uzatırım.
Hırsızlar:
- Haydi öyleyse, dediler. Bakalım, becerini göreceğiz. Papazın evine
varınca Parmak Çocuk sıyrıla sürüne odaya girdi ama, o anda avaz avaz
bağırmaya başladı:
- Burada ne varsa hepsini istiyor musunuz?
Hırsızlar korkarak:
- Yavaş konuş da kimse duymasın! dediler. Fakat Parmak Çocuk bu sözleri
anlamamış gibi yaparak yine bağırdı:
- Ne istiyorsunuz?.. Burada ne varsa hepsini istiyor musunuz? Orada
uyuyan aşçı kadın bu sesleri duymuştu. Yatağından doğrulup kulak verdi.
Fakat haydutlar korkudan kaçıp bir hayli yol almışlardı. Sonunda kendilerini
topladılar: ''Küçük yumurcak bizimle alay ediyor'' diye geri döndüler; Parmak
Çocuğa fısıldadılar:
- Şakayı bırak da bize bir şeyler uzat! dediler. Parmak Çocuk yeniden
gücünün yettiği kadar bağırdı:
- Size her şeyi vereceğim elbette... Haydi ellerinizi içeri uzatın.
Kulak kabartarak bekleyen hizmetçi bu sözleri açıkça duymuştu. Yataktan
fırladı.
Sendeleye sendeleye kapıdan içeri girdi. Hırsızlar kaçıp gittiler. Sanki
arkalarından atlı kovalıyormuş gibi alabildiğine koştular. Hizmetçi ortalıkta
bir şey göremeyince bir ışık yakmaya gitti. Kadın ışıkla birlikte geçip
giderken Parmak Çocuk da görünmeden dışarı çıktı, samanlığa girdi.
Hizmetçi bütün köşe bucağı iyice arayıp da bir şeyler bulamayınca yine
yatağa girdi. Gözleri, kulakları açıkken de düş gördüğünü sandı.
Parmak Çocuk saman çöplerinin içine sokulup uyumak için kendine güzel
bir yer buldu.
Gün ağarıncaya kadar burada dinlenmek istedi. Sonra ana babasının yanına
dönecekti.
Fakat daha başına gelecekler varmış meğer! Dünyada o kadar çok üzüntü,
o kadar çok sıkıntı var ki!
Ortalık ağarırken hizmetçi kadın, sığırlara yem vermek için yukarı çıktı. İlk
işi samanlığa gelmek oldu. Buradan bir kucak ot aldı. Aksi gibi Parmak
Çocuk da bu otların içinde yatmış, uyuyordu. O kadar derin bir uykudaydı ki,
bir şeyin farkında olmadı. Otla birlikte kendisini de kavrayan ineğin ağzına
gelinceye kadar da uyanmadı:
- Aman Tanrım, bu deri fabrikasına nereden düştüm? diye bağırdı. Fakat az
sonra nerede bulunduğunu anladı. Dişlerin arasına girip de paramparça
olmamaya dikkat etti, ama çiğnenmiş otlarla birlikte hayvanın karnına kayıp
gitti.
- Bu küçücük odanın pencereleri unutulmuş, içeriye gün ışığı girmiyor. Bir
lamba da koymamışlar! diye söylendi.
Burası hiç hoşuna gitmemişti. En kötüsü de kapıdan boyuna yeni yeni
samanlar geliyor, odadaki yer gitgide daralıyordu. Sonunda korkudan avazı
çıktığı kadar bağırdı:
- Bana yeniden yem vermeyin! Bana yeniden yem vermeyin!
Tam o sırada hizmetçi ineği sağıyordu. Ortalıkta kimseler görünmediği
halde bu konuşulanları işitince, hem de geceleyin duyduğu sesin aynı
olduğunu fark edince, o kadar korktu ki, oturduğu iskemleden aşağı kaydı;
sütü yerlere döktü. Olanca hızıyla efendisine koştu:
- Aman papaz efendi, inek konuştu! diye bağırdı:
Papaz:
- Çıldırdın galiba! dedi ama o da ahıra indi, ne olup bittiğini gözüyle
görmek istedi. Daha adımını kapıdan içeriye atarken Parmak Çocuk yine
seslendi:
- Bana yeniden yem vermeyin! Bana yeniden yem vermeyin!
Papaz da korkmuştu. İneğin karnına kötü bir cin grimiş sandı, hayvanın
öldürülmesini emretti. İnek kesildi. İçinde Parmak Çocuğun bulunduğu
işkembe de çöplüğe atıldı.
Parmak Çocuk bunun içinden çıkacağım diye çok uğraştı, çok didindi.
Sonunda bir yer buldu. Tam başını dışarı çıkarırken bir derde daha çattı: Aç
bir kurt koşarak gelmiş, işkembenin hepsini birden bir solukta yutuvermişti.
Parmak Çocuk soğukkanlılığını yitirmedi:
- Belki kurt kendisiyle konuşmama izin verir! diye karnından seslendi:
- Sevgili kurt, dedi, sana göre bir yiyecek biliyorum.
Kurt:
- Nerede? diye sordu.
- Evde. Şuradaki su yolundan sürüne sürüne geçmelisin. Orada çörekler,
pastırmalar, sucuklar bulursun. İstediğin kadar yersin! diye babasının evini
güzelce tarif etti. Kurt bu sözleri ikinci kez yineletmedi. Geceleyin su yoluna
daldı. Ambarda ne bulduysa tıka basa yedi. Karnı doyunca çıkıp gitmek istedi
ama o kadar şişmişti ki aynı yoldan dışarı çıkamadı.
Parmak Çocuk da bu anı bekliyordu. Kurtun karnında gürültüler
koparmaya başladı.
Alabildiğine tepiniyor, bağırıyordu.
Kurt:
- Sussana, herkesi uyandıracaksın! dedi.
Parmak Çocuk:
- Ne dedin?.. Sen karnını güzelce doyurdun, ben de gönlümü
eğlendireceğim! diye yeniden avaz avaz bağırmaya başladı.
Sonunda bu seslerden babasıyla annesi uyandılar. Odaya koştular,
tahtaların aralığından içeriye baktılar. İçerde bir kurt olduğunu görünce
kaçtılar. Adam baltayı, kadın da orağı getirdi.
Adam odaya girerken:
- Sen arkada dur, dedi, bir vuruşta ölmezse o zaman sen orağı indirir,
vücudunu ikiye biçersin.
Parmak Çocuk babasının sesini duymuştu:
- Babacığım, ben buradayım! Kurtun karnındayım! diye bağırdı.
Babası çok sevinmişti:
- Çok şükür sevgili yavrumuz bulundu! dedi. Parmak çocuğa bir zarar
gelmesin diye karısına orağı bıraktırdı. Sonra gerindi, gerindi ve kurtun
kafasına öyle bir balta indiriş indirdi ki, hayvan ölü olarak yere yıkıldı. Daha
sonra çakıyla makas aradılar. Kurtun karnını yardılar, küçüğü dışarı
çıkardılar.
Baba:
- Ah, senin için ne üzüntüler geçirdik bilsen! dedi.
- Oh babacığım, dünyada o kadar çok yer dolaştım ki... Çok şükür, yine
temiz havaya kavuştum! dedi.
- Nerelerdeydin?
- Ah babacığım, bir fare deliğinde, bir ineğin işkembesinde, bir kurtun
karnındaydım.
Artık yanınızda kalacağım.
Annesiyle babası da:
- Biz de seni dünyanın bütün servetlerini verseler bir daha satmayacağız,
diye sevgili Parmak Çocuklarını kucakladılar, öptüler. Ona yiyecek, içecek
verdiler. Yeni giysiler giydirdiler. Çünkü üstündekiler bu yolculukta
paramparça olmuştu.
ÜÇ İPLİKÇİ KADIN
Vaktiyle tembel bir kız varmış. Çıkrıkla iplik bükmek istemezmiş. Annesi
ne derse desin ona bu işi bir türlü yaptıramazmış. Sonunda, günün birinde
annenin sabrı tükenmiş, öfkeden kan tepesine çıkmış, kızı dövmüş. Bunun
üzerine kız bağıra bağıra ağlamaya başlamış.
Tam o sırada kraliçe geçiyormuş. Bu ağlamayı duyunca arabasını
durdurmuş, eve girmiş, kızını niçin bağırıp çağırması sokaktan duyulacak
kadar dövdüğünü anneden sormuş.
Kadın, kızının tembelliğini açıkça söylemekten utanmış:
- Kızı çıkrığın başından kaldıramıyorum, durup dinlenmeden iplik bükmek
istiyor. Bense yoksulum, keten alamıyorum! demiş.
Bunun üzerine kraliçe demiş ki:
- İplik bükmesinden daha çok sevdiğim bir şey yoktur. Dönen tekerleklerin
uğultusundan daha fazla hiçbir şey beni hoşnut edemez. Kızınızı verin, saraya
götüreyim. Bende yeteri kadar keten var. Orada istediği kadar iplik büksün.
Anne bu işe candan razı olmuş; kraliçe de kızı yanına almış. Saraya
geldikleri zaman kadın kızı yukardaki üç odaya götürmüş. Burada yerden
tavana kadar en güzel ketenler yığılıymış.
- Haydi şu ketenleri bana bük! Bunları bitirirsen seni büyük oğluma alırım!
demiş. Yoksul bir kızsın ama ben buna aldırış etmem. Yorgunluk bilmeyen
çalışkanlığın senin için yeterli bir çehizdir.
Kız içinden korkular geçirmiş. Çünkü üç yüz yaşına kadar yaşasa da her
gün sabahtan akşama kadar çıkrık başında otursa bu keteni büküp iplik
yapamayacakmış. Yalnız kalınca ağlamaya başlamış. Böylece elini işe
sürmeden üç gün oturmuş.
Üçüncü gün kraliçe gelmiş, henüz bir iş yapılmadığını görünce şaşırıp
kalmış.
Fakat kız annesinin evinden uzaklaştığı için duyduğu büyük üzüntüden
ötürü henüz işe el vurmadığını söyleyerek özür dilemiş. Kraliçe buna hak
vermiş; giderken:
- Yarın işe başlamalısın ama! demiş.
Kız yine yalnız kalınca ne yapacağını, ne edeceğini bilememiş. Can
sıkıntısıyla penceresinin önüne gitmiş. Üç kadının gelmekte olduğunu
görmüş. Bunlardan birisinin koskoca ayakları varmış. İkincisinin alt
dudakları o kadar uzunmuş ki, çenesine değiyormuş. Üçüncüsünün baş
parmağı pek genişmiş. Kadınlar pencerenin önünde durmuşlar, yukarı
bakmışlar, neyi olduğunu kızdan sormuşlar. Söyleyince ona yardım etmeyi
önermişler:
- Bizi düğününe çağırırsan, görünüşümüzden utanmayıp bizi akraban diye
tanıtırsan, sofrana da alırsan bu ketenleri büküp bitiririz; hem de kısa bir
zamanda...
Kız:
- Hayhay, can baş üstüne! demiş. Haydi içeri girin, hemen işe başlayın!
Bunun üzerine üç acayip kadını içeri almış. Birinci odada bir yer açmış;
kadınlar buraya oturup çıkrıklarını kurmuşlar. Birinci lifleri çekip tekerleği
döndürürmüş, öbürü lifleri ıslatırmış, üçüncü de bunları büker, parmağıyla da
tezgâha vururmuş. Kaç kez vurursa o kadar sayıda iplik yere düşermiş. Bu
iplikler gayet ince olurlarmış.
Kraliçe ne vakit gelse, iplikçi kadınları saklar, bükülmüş iplik yığınlarını
gösterirmiş.
Duyduğu aferinlerin haddi hesabı olmazmış.
Birinci oda boşalınca ikinciye başlanmış. Sonunda üçüncüye sıra gelmiş.
Bu da çok geçmeden tertemiz olmuş. Bunun üzerine üç kadın giderlerken
kıza:
- Bize verdiğin sözü unutma; talihin buna bağlı demişler.
Kız, kraliçeye boş odalarla koskoca iplik yığınını gösterince kadın düğün
hazırlıklarına başlamış. Damat da böyle becerikli, çalışkan bir kızla
evleneceği için sevinir, annesini över dururmuş.
Kız:
- Benim üç akrabam var, çok iyiliklerini gördüm. Bunun için mutlu
günümde onları unutmak istemiyorum. Izin verin de kendilerini düğüne
çağırayım, onlar da bizimle sofraya otursunlar! demiş.
Kraliçeyle damat:
- Niçin izin vermeyelim? demişler.
Düğün başlayınca üç kadın acayip kılıklarla gelmişler.
Gelin:
- Hoş geldiniz sevgili teyzelerim! demiş.
Damat:
- Aman bu biçimsiz şeylerle nasıl ahbaplık edersin? demiş.
Bunun üzerine koca ayaklının yanına gitmiş:
- Ayaklarınız niçin bu kadar yayvan? diye sormuş.
Kadın yanıt vermiş:
- Yere basmaktan... Yere basmaktan.
Damat ikinciye gitmiş:
- Niçin dudağınız böyle sarkık? demiş.
Kadın yanıt vermiş:
- Yalamaktan; yalamaktan...
Bunun üzerine üçüncüye sormuş:
- Baş parmağınız neden böyle geniş?
Kadın yanıt vermiş:
- İplik bükmekten!
O zaman prens irkilmiş:
- Öyleyse benim güzel nişanlım bundan sonra bir daha çıkrığa el
sürmeyecek! demiş.
Kız da keten eğirmek işinden böylelikle kurtulmuş.
 

Yorum yazmak için lütfen giriş yapınız

Editörün Son Yazıları

probiyotik

Islak Çeltiklere

probiyotik

Hiçsizliğe

probiyotik

Acıyor

probiyotik

Yıkık

Editörlerin Son Yazıları

kaptanfilozof06

Deprem Korkusu Arttı

probiyotik

Islak Çeltiklere

bubble30
Nielawore

"KINAR HANIMIN DENİZLERİ"

Bizden haberdar olmak için mail listemize kayıt olun