BREMEN KENTİ ÇALGICILARI
Vaktiyle bir adamın bir eşeği varmış. Bu eşek çuvalları bıkmadan usanmadan yıllarca
değirmene götürmüş. Fakat artık gücü kalmamış, işe yaramaz bir duruma düşmüş. Sahibi
onu boş yere beslemek istemiyormuş. Eşek de işlerin yolunda olmadığını sezmiş, başını
alıp çıkmış, Bremen yolunu tutmuş. Orada kent çalgıcısı olabileceğini sanıyormuş.
Eşek böylece az gitmiş, uz gitmiş, dere tepe düz gitmiş; yolda boylu boyunca yatan bir av
köpeğiyle karşılaşmış. Hayvan, koşmaktan yorulmuş köpekler gibi soluyup duruyormuş.
Eşek sormuş:
- Ne soluyup duruyorsun böyle bakayım, bekçi baba?
Köpek:
- Sorma, demiş, yaşlandım. Günden güne güçten düşüyorum. Avda koşamıyorum diye
sahibim beni öldürmek istedi... Ben de kaçıp kurtuldum. Bundan sonra karnımı nasıl
doyuracağım bilmem!
Eşek:
- Sana bir şey söyleyeyim mi, demiş, ben Bremen'e gidiyorum... Kent çalgıcısı olacağım...
Benimle gel, sen de bandoya gir! Ben lavta çalarım, sen de davul...
Bu öneri köpeğin hoşuna gitmiş. İkisi birlikte yola çıkmışlar. Aradan uzun zaman
geçmemiş. Yolun kıyısında bir kedi görmüşler. kedinin suratından düşen bin parça
oluyormuş.
Eşek:
- Ne o? İşin sarpa mı sardı yoksa, yaşlı palabıyık? demiş.
- İnsanın başında ateşler yanarken nasıl neşeli olur? Artık yaşım ilerledi. Dişlerim
kütleşti... Farelerin peşinde koşacağıma sobanın arkasında oturup pinekliyorum. Bu
yüzden hanımım beni suya atıp boğmak istedi. Ben kaçıp kurtuldum ama son pişmanlığın
yararı olmuyor. Şimdi nereye gideyim?
- Bizimle birlikte gel. Müzikten anladığın bilinir. Oraya varınca kent mızıkacısı olursun!
Kedi bu sözü hoş karşılamış, onlarla birlikte yola çıkmış.
Bu üç yurt kaçağı bir çiftliğin önünden geçerken selamlık kapısının üstünde cıyak cıyak
öten bir horoz görmüşler; eşek:
- Sesin insanın iliğine kemiğine işliyor... Neyin var kuzum? demiş. Horoz:
- Havanın güzel olacağını haber verdim. Bugün bizim sevgili hanımımızın günüdür.
"Kristkind"ciğin gömleğini yıkamıştı. Onu kurutmak istiyor. Ama yarın pazar, konuklar
gelecek. Onun için hanım hiç acımadan aşçı kadına söyledi. Yarın benim çorbamı
yiyecekmiş. Nasıl olsa bu akşam kellem uçacak. Bari ben de gırtlağım yırtılıncaya kadar
bağırayım dedim.
Eşek:
- Zavallı albaş, demiş, öyleyse bizimle gel daha iyi. Biz Bremen'e gidiyoruz. Nerede olsan
ölümden daha iyisini bulabilirsin. Sesin güzel... Hepimiz bir arada şarkı söylersek hoş bir
şey olacak kesin.
Horoz bu öneriyi beğenmiş. Dördü birlikte yola çıkmışlar.
Bunlar bir günde Bremen'e varamamışlar. Akşam olunca bir ormana gelmişler; burada
geceleyelim demişler. Eşekle köpek büyük bir ağacın altına uzanmışlar. Kediyle horoz da
dallara çıkmışlar, ama horoz en tepedeki dalları daha güvenli bulmuş, oraya uçup
tünemiş. Horoz uykuya dalmadan önce bir kez daha çevresine bakınmış. Uzakta küçük bir
ışık görür gibi olmuş, arkadaşlarına seslenmiş: "Işık görünüyor, yakınlarda bir ev olsa
gerek!" demiş.
Eşek:
- Öyleyse kalkalım, hemen oraya gidelim. Burada rahat edilmiyor demiş.
Köpek orada birkaç parça kemik, biraz et bulursa pek hoşuna gideceğini düşünmüş.
Bunun üzerine ışığın bulunduğu yana doğru yola koyulmuşlar. Yaklaştıkça ışığın parıltısı
artmış. Sonunda haydutların barındığı eve gelmişler.
İçlerinde en irisi eşek olduğu için pencereye o yaklaşmış, içeriye bakmış. Horoz sormuş:
- Neler görüyorsun, babacan?
Eşek:
- Neler mi görüyorum? demiş. Kurulmuş bir sofra... Üstünde her türlü yiyeek, içecek var...
Haydutlar oturmuş, keyif çatıyorlar.
Horoz:
- Tam bize göre bir iş, demiş.
Eşek:
- Ah sorma kardeş demiş, şu sofranın başında biz olsak ne olurdu sanki?
Haydutları buradan nasıl kaçıralım? diye her kafadan bir ses çıkmış. Sonunda bir çare
bulmuşlar: Eşek ön ayaklarını kaldırıp pencereye dayayacak. Köpek eşeğin sırtına çıkacak.
Kedi köpeğin üstüne tırmanacak. Horoz da uçacak, köpeğin tepesine konacak!
Dedikleri gibi yapmışlar. Sonra biri işaret verince hep bir ağızdan şarkı söylemeye
başlamışlar: Eşek anırmış, köpek havlamış, kedi miyavlamış, horoz da ötmüş. Sonra
şangur şungur pencereden içeri dalıvermişler!
Haydutlar bu korkunç bağırışmayı duyunca oldukları yerde havaya fırlamışlar. İçeriye
herhalde bir hortlak girdi sanmışlar. Evden çıkıp ormana doğru kaçmaya başlamışlar.
O zaman dört ahbap sofranın başına kurulmuşlar, haydutların artıklarına saldırmışlar.
Sanki kırk yıldan beri açmış gibi, yemekleri atıştırmışlar.
Dört çalgıcı işlerini bitirine ışığı söndürmüşler. Herkes kendi keyfine göre rahat
edebileceği bir yer aramış: Eşek gübrelerin üzerine uzanmış, köpek kapı arkasına, kedi
ocakta sıcak külün yanına, horoz da bir tüneğin üstüne...
Yol yorgunu oldukları için az sonra da hepsi uykuya dalmış.
Vakit gece yarısını geçmiş. Haydutlar uzaktan bakmışlar, artık evde ışık yanmıyor, her
yan da sessiz. Elebaşıları:
- Boş yere mantara basmamalıydık ama oldu! demiş.
İçlerinden birini oraya yollamış, eve baktırmış. Gönderilen adam her yanı sessiz bulmuş,
mutfağa girmiş. Lamba yakmak istemiş. Kedinin parıldayan gözlerini yanık ateş sanmış,
kükürtlü bir çöp almış, bunu ateşte tutuşturmak istemiş. Ama kedi şakadan anlar mı?
Hemen adamın suratına atılmış, tırmık içinde bırakmış.
Haydudun korkudan ödü patlamış, arka kapıdan fırlayıp kaçmak istemiş ama oracıkta
yatan köpek üstüne saldırmış, bacağını ısırmış. Adam avludan, gübrelere basıp kaçarken
eşek de arka bacaklarıyla hatırı sayılır bir çifte savurmuş. Bu gürültülere uyanan horoz da:
- Ö ö rö ö... diye avazı çıktığı kadar ötmeye başlamış.
Haydut alabildiğine koşarak soluk soluğa elebaşının yanına gelmiş:
- Sormayın demiş, evde korkunç bir cadı oturuyor. Suratıma doğru tısladı, uzun
tırnaklarıyla yüzümü gözümü tırmaladı. Kapının önünde bir herif duruyor. Elinde bir
kama var. Bacağıma sapladı. Avluda bir karakoncoloz yatıyor. Beni meşe sopasıyla
patakladı. Damda da yargıç oturuyor: "Getirin şu keratayı bana!" diye bar bar bağırıyordu.
Zor kaçıp kurtuldum ellerinden...
O günden sonra haydutlar bir daha eve girme gözüpekliğini gösterememişler ama burası
dört Bremen çalgıcısının pek hoşuna gitmiş. Artık buradan çıkıp gitmek istememişler
Yorum yazmak için lütfen giriş yapınız