Kasım 24, 2024

Hayal Gücünüze Bırakıyorum

Fare İle Fil


Kendini beğenmiş çoktur Fransa'da,
Bakarsın, en küçük burjuvada
Bir çalım bir çalım; kral sanır kendini.
Bir Fransız hastalığı bu gösteriş;
İliklerimize kadar işlemiş.
İspanyol da sever böbürlenmeyi,
Ama o çılgınca böbürlenir;
Budalaca değil bizim gibi.
Her milletin böbürü bir başka biçim.
Biz kendimizden örnek verelim:
Miniminnacık bir fare,
Bir fil görmüş, koskocaman;
Dört bir yanı uşak dolu;
Üstünde kat kat bir köşk,
Köşkün içinde ünlü bir sultan,
Sultanın yanında kedisi, köpeği, maymunu,
Papağanı, dadısı madısı.
Hacca gidiyormuş hepsi.
Fare başlamış alay etmeye,
Filin ağır, hantal yürümesiyle:
— Nesine bayılırlar anlamam, demiş;
Kendini zor taşıyan şu koca gövdeye bak!
Marifet mi sanki bu kadar yer tutmak?
Şaşarım insanların fil hayranlığına;
Çocukları ürkütür ancak bu lenduha.
Biz fareler, parmak kadar fareyken,
Hiç de farklı görmeyiz kendimizi fillerden.
Daha neler neler söyleyecekmiş zibidi;
Ama bırakmamış ki kedi:
Fırladığı gibi kafesten,
Anlatıvermiş tez elden
Fille farenin farkını.
 

Yıldız Falı


Kaderinden kaçmak için yol değiştiren
Çok kez o kaçtığı yerde rastlar kaderine.
Bir baba, biricik oğlu doğunca
Soyunu sürdürecek diye
O kadar çok düşmüş ki üstüne,
Falcıdan falcıya gider olmuş
Dölünün kaderini öğrenmek için.
Bir falcı demiş ki: Bu çocuğun
Aslanlardan korunması gerekir en çok
Belli bir yaşı dolduruncaya kadar;
O belli yaş da yirmiymiş, ne eksik ne fazla.
Sevgili oğlu üstüne titreyen baba
Toptan yasak etmiş adım atmasını
Sarayın eşiğinden dışarı.
İçeride canı ne isterse yapsın, demiş:
Hoplayıp zıplasın, gezsin dolaşsın.
Oğlan ava gitme çağına gelince,
Delikanlıların bayıldığı bu eğlence
Küçümsenerek anlatılmış, kötülenmiş.
Ama sözler, öğütler, dersler
Yaradılışını değiştirebilir mi insanın?
Kabına sığmayan coşkun, taşkın şehzademiz
Kanında kaynamalar başlar başlamaz,
Av da av diye tutturmuş.
Tepildiği ölçüde azmış tutkusu.
Delikanlı yasakların nedenini biliyormuş.
Sarayın duvarlarında da
Resimler asılıymış tümen tümen;
Kimi halılara işlenmiş, kimi yağlıboya.
İçlerinde av sahneleri, manzaralar;
İnsanların, hayvanların türlü türlüsü.
Delikanlı bir gün bir aslan resmi önünde
Çileden çıkmış, basmış bağırmış:
— Ah canavar!
Senin, hep senin yüzünden
Bir zindan hayatı yaşıyorum ben.
Öfkesini yenemeyen delikanlı
Bir yumruk atmış uslu uslu duran aslana.
Bir çivi varmış vurduğu resmin arkasında.
Batmış eline ve işlemiş canevine kadar.
Asklepios'un sanatı kurtaramamış
Sevgili oğlunu fazla tedbirli babanın.
Aiskhylos da aynı tedbire kurban gitmiş.
Falcının biri kendisine
Senin üstüne bir ev yıkılacak deyince
Büyük şair hemen şehir dışına çıkmış;
Damlardan uzakta, kırlar ortasında,
Gökkubbenin altına sermiş döşeğini,
Bir kartal geçiyormuş havadan
Pençelerinde bir kaplumbağa taşıyaraktan;
Bizim şairin dazlak başını
Bir kaya parçasına benzetip kartal
Bırakmış avını üstüne, kırılsın diye.
Zavallı şairin kısaltmış ömrünü böylece
Bu örneklere bakılırsa fal sanatı
Korktuğuna uğratıyor insanları.
Ama falın bir şey yaptığı yok bence,
Onun suçu yalan söylemek sadece.
Hiç inanır mıyım doğanın
Hem kendinin, hem insanların
Elini kolunu bağlayacağına,
Bahtımızı göklere yazıp bırakacağına?
Yerin yurdun, zamanın, insanların
Bir bileşimine bağlıdır kaderimiz,
O şarlatanların yıldız fallarına değil.
Şu çobanla bu kralın yıldızları bir:
Birinin elinde asa, ötekinin değnek:
Müşteri gezegeni öyle istemiş.
Nedir bu Müşteri?
Kafasız bir gövde.
Neden ayrı ayrı oluyor peki,
Bu iki insan üstündeki etkisi?
Bu etki nasıl ulaşıyor dünyamıza?
Nasıl gelip geçiyor engin gökleri,
Merih'i, güneşi, sonsuz boşlukları?
Bir atom saptırabilir onu yolundan:
Falcı baylar neyi nerde arar o zaman?
Bugünkü perişan halini Avrupa'nın
Neden hiçbiri kestirememiş bu bayların?
Söyleselerdi ya!
Ama nerden bilecekler?
Yıldızların uzaklığını, göklerdeki yerini,
Onun ve tutkularımızın hızlarını
Birer birer hesaplayacaklar da
Her yaptığımızı adım adım izleyecekler!
Yıldızın kendisi de, bahtımız da
Bunca rastlantılar içinde dolaşırken
Bu adamlar pergelle çizecekler
İnsan hayatının akışını, önceden!
Sakın üstünde kafa yormayın
Size anlattığım iki garip olayın.
Hiç şaşırtmasın, ayartmasın sizi
Sevgili oğulla Aiskhylos'un ölümleri.
Fal ne kadar kör ve yalancı da olsa
Binde bir doğru çıkabilir söylediği:
Rastlantı deyip geçmeli.
 

Eşekle Köpek


Yardımlaşmak gerek, doğanın yasası bu;
Ama eşek bir gün boş vermiş bu yasaya
Bilmem nasıl yapmış bunu
Çünkü uysal bir yaratık bilir eşeği dünya.
Köpekle birlikte yoldaymış bir gün
Yürüyormuş ciddi ciddi, hiçbir şey düşünmeden.
Efendileri de geliyormuş ikisinin ardından.
Durmuşlar bir ara, efendi yatmış uyumuş,
Eşek hemen otlamaya koyulmuş;
Çayırlıkmış orası, yemyeşil;
Otlar da tam eşeğin zevkine göre.
Ama hiç devedikeni yokmuş görünürde.
Eh, ne yapalım, demiş olmayıversin;
Her zaman kuşsütü, kuru üzüm aramamalı
Ziyafetten vazgeçecek değiliz ya
Devedikeni yok diye.
O gün bulduğuyla yetinmiş bizim uzun kulaklı
Oysa bu arada zavallı köpek
Açlıktan öldü ölecek.
— Sevgili Yoldaşım, demiş eşeğe;
Ne olur, şöyle biraz eğil de
Yiyeceğimi alayım sırtındaki heybeden.
Eşek sus pus, duymamış sanki mübarek.
Duysa bir hayli vakit kaybedecek
Oysa vakit ot demektir kendisi için
Uzun süre duymazlıktan geldikten sonra:
— Ahbap, demiş, beni dinleyecek olursan
Efendinin uyanmasını bekle;
Kalkar verir yiyeceğini kendi eliyle;
Acele etme, nerdeyse uyanır.
İşte tam o sırada
Kurt çıka gelir ormandan:
Al sana bir aç hayvan daha!
Eşek yardıma çağırmış hemen köpeği
Bu sefer köpek oynamamış yerinden:
— Ahbap, demiş, beni dinleyecek olursan,
Hemen kaç, efendin de uyanır nerdeyse.
Aman durma, koş; kurt yetişirse sana
Bas tekmeyi, kır çenesini, korkma;
Daha yeni nalladılar seni
Bence serersin yere kurdun leşini.
bu güzel söylevi bitirirken
Zalim kurt eşeği boğazlamış çoktan.
Güvenlik istersek
Yardımlaşmak gerek.
 

Paşa İle Tüccar


Pek bilmiyorum nerde galiba Afrika'da bir yerde,
Yunanlı bir tüccar kurmuş dolabı,
Soyup soğana çeviriyormuş milleti.
Bir paşa varmış arkasında,
Yardımını pahalıya satan bir paşa.
Ona buna dert yanmış Yunanlı,
Paşa çok para alıyor diye.
Üç başka Osmanlı, daha küçük rütbeli,
— Bizimle anlaş, demişler Yunanlıya;
Yılda üçümüze birden vereceğin para,
Paşaya verdiğinden daha az tutar.
Yunanlı dinlemiş, bakmış hakları var;
— Peki, demiş.
Ama paşa her şeyi öğrenmiş hemen.
— Aman Paşam, demiş adamları;
Senin kuyunu kazıyor bu herifler;
Sen onları gönderemezsen bir an önce Cennette Muhammed'i
görmeye,
Onlar seni gönderecekler.
Dört bir yanda adamların var, biliyorlar;
Öcünden korumak için kendilerini
Zehirlemeye kalkacaklar seni,
Tüccarları bundan böyle
Öbür dünyada koruyasın diye.
Bu durum karşısında
İskender gibi davranmış Paşa:
Göze alıp zehirlenmeyi gitmiş hemen,
Oturmuş sofraya tüccarın evinde.
Öyle rahat konuşmuş,
Öyle kaygısızca yemiş içmiş ki
Hiçbir şeyden haberi yok sanmış
Bizim Yunanlı tilki.
Derken bir ara:
— Dostum, demiş paşa;
Beni bırakıyormuşsun duydum;
Hadi bu neyse ama
Bir çorap örülüyormuş başıma.
Bunda parmağın olacağını sanmam;
İyi adam bilirim seni,
Beni zehirleyeceğine inanmam.
Her neyse, kapatalım bu bahsi.
Arkadaş diye bulduğun kimselere gelince:
Lafı uzatmak niyetinde değilim;
Sana bir masal anlatacağım sadece.
İyi dinle, düşün, kararını öyle ver.
Bir çoban varmış,
Sürüsü, bir de köpeğiyle yaşarmış.
Adamın biri çobana demiş ki bir gün:
— Bu koca köpeği ne diye beslersin?
Her gün bir somun yer bu, yazık değil mi?
Ver şunu köyün ağasına da kurtul.
Üç küçük köpek al yerine;
Hem masrafın azalır,
Hem bir yerine üç bekçin olur.
Gerçekten de çoban köpeği çok yiyormuş,
Üç köpeğin payıyla doymuyormuş,
Ama kurtlar bastırınca da
Yediğini hak ediyormuş.
Gel gelelim, çoban vermiş köpeği,
Az yiyen üç köpek almış yerine.
Kurtlar gelinceye kadar işler iyi gitmiş
Ama geldikleri gün,
Üç az yiyen köpek ha varmış ha yokmuş!
Sürüye olanlar olmuş.
Aklın varsa bırak o köpekleri de
Sen bana dön gene.
Yunanlının aklı ermiş,
Paşaya aslan payını vermiş.
Memleketler için de böyle değil mi?
İyi düşünürse görür ki insan,
Güçlü bir krala bağlanmak daha iyi
Bir sürü kralcığa dayanmaktan.
 

Bilimin Değeri


İki bay varmış bir şehirde
Atışırlarmış ikide birde.
Biri cahil ama zengin,
Öteki fakir, ama bilgin.
Paralı bayın Kafdağı'ndaymış burnu;
Küçümsüyormuş dostunu;
Onca saygıdeğer kendisiymiş,
Her aklı olan onu üstün görmeliymiş.
Bak yediği naneye!
Ne diye saysınlar seni
Sadece paran var diye?
Hiçbir değerin yoksa,
Çuvalla altının olmuş ne fayda?
Ama zengin öyle düşünmüyormuş;
— Bana bak dostum, diyormuş;
Pek böbürleniyorsun ama,
Kimseyi çağırabiliyor musun sofrana?
Neye yarıyor okuması senin gibilerin?
En kötüsünde oturursunuz evlerin.
Yaz kış aynı elbiseyi giyersiniz;
Uşak muşak hak getire;
Bir gölgeniz gelir ardınızdan.
Ne kâr getirir devlete
Harcayacak meteliği olmayan?
Bunca iyi şeyler, medeniyet, şu bu,
Zenginlerin saçtığı parayla olmuyor mu?
Keyfimiz, lüksümüz için
Avuçla altın dağıtıyoruz her gün.
Bunca işçi, sanatçı, satıcı
Ne yapar, ne satar biz olmasak?
O canım ipekli fistanları
Biçenler, dikenler, giyenler
Kimin kesesinden yer içer?
Ya sizler ne yaparsınız acaba,
Yazdığınız okunmaz kitapları
Zenginler almasa?
Yüzsüzlük bu kadar olur,
Böyleleri er geç belasını bulur.
Bilgin ne desin bu laflara, susmuş;
Ama savaş onun yerine konuşmuş:
Mars Tanrı kasmış kavurmuş ortalığı.
Şehirde taş üstünde taş kalmayınca
Zengin yersiz kalmış koca dünyada,
Yüzüne kimseler bakmaz olmuş;
Bilginse gittiği her yerde,
Baş üstünde yer bulmuş.
Bırakın, budalalar ne derse desin:
Cahil zenginden iyi yaşar fakir bilgin.


Zeus ve Yıldırımları

Zeus görüp bunca kusurlarımızı
Gürlemiş bir gün göklerden:
— Yeni konuklar getirelim, demiş, dünyaya
Bu, canımı sıkmaya başlayan
İnsan soyunun yerine.
Koş, Hermes, doğru cehenneme git;
Üç Furia'ların en zalimini getir.
Ey bunca sevdiğim insanoğulları
Bu kez yok bilin artık kendinizi.
Ama çok geçmeden
Zeus yatıştırmış öfkesini.
Ey siz krallar ki Zeus
Sizlere emanet etmiş bizleri,
Bırakın bir gece geçsin aradan,
Öfkeniz fırtına koparmadan,
Tez kanatlı, tatlı dilli Hermes
Gitmiş üç kara bacısına cehennemin,
Tizifone ile Megaira'yı bırakıp
Amansız Alekto'yu seçmiş.
Koltukları kabarmış Alekto'nun da;
O kadar ki yemin etmiş Pluto adına
İnsan soyunu hemen indireceğine
Cehennemin en derin diplerine.
Hoşuna gitmemiş Zeus Efendimizin
Bu şirretin ettiği yemin.
Kovmuş onu huzurundan,
Sadece birkaç yıldırım savurmuş hemen
Kalleş bir milletin üstüne.
Ama yıldırımları yöneten
Yakmak istediği insanların
Babası, yani ta kendisi olduğundan,
Korkutmakla kalmış onları;
Issız bir çölün kumlarını
Kasıp kavurmuş sadece yıldırımları.
Her baba biraz yandan vurur böyle
Oğluna vurduğu silleyi.
Ama ne olmuş?
Şımartmış insan soyunu
Zeus'un bu babacan oyunu.
Olympos'lular küplere binmiş
Ve bulutlan toparlayan tanrı
Cehennem üstüne yemin etmiş gayrı
Yeni fırtınalar koparacağına.
Gülümsemiş bütün ölümsüzler;
Bırak gürlemeyi, sen babasın, demişler;
Başka bir tanrının bir başka türlü
Yıldırımlar yapmasını istemişler.
Efaistos almış bu işi ele;
Ve iki türlü yıldırım pişirmiş
Yüksek fırınlarında bu tanrı:
Bir türlüsü hiç yolunu şaşmaz
Yakarmış yakılacak olanları;
Öbür türlüsü yan çizermiş,
Dağlara bayırlara düşermiş,
Çok kez de yiter gidermiş havada.
İşte bu ikinci türlüsünü salarmış
İnsanoğluna Zeus Baba.
 

Besili Horozla Şahin


Aldatıcı bir ses çağırır bizi çok kez:
Aklı olan acele etmez.
Çağırılınca kaçan bir köpek varmış hani,
Bence odur köpeklerin en bilgini.
Mans şehrinde oturan bir yurttaşımız
Horozluktan emekli, yağlı besili
(Mans horozları ünlüdür, bilirsiniz)
Çağırılmış günlerden bir gün
Efendisine hesap vermek için
Ocak dediğimiz yüksek mahkeme önünde.
İşi çakmasın diye horoz tatlı tatlı
Gel bili bili, diyormuş çağıranlar.
Yutar mı bizim hinoğluhin Mansh:
Hiç aldırmamış bili bililere:
— Kanar mıyım, diyormuş, niyetiniz belli;
Tatlı dille faka bastıramazsınız beni.
Bu arada bir şahin tüneğinden
Görmüş bizim Manslının kaçışını.
Horozların güveni yoktur bize pek,
İster içgüdü deyin buna ister görenek.
Zor bela yakalanan bu bizimki
Ertesi gün verilecek ziyafette
Sofranın şanı şerefi olacakmış ama
Sen gel de anlat bunu bir kümes hayvanına!
Avcı kuş ayıplamış horozu, demiş ki:
— Şaşıyorum senin bu kafa züğürtlüğüne;
Bu kadar laf anlamazlık da olmaz ki!
Ne kaba, ne vurdumduymaz sizin soyunuz
Hiçbir eğitime gelmiyorsunuz.
Bak, ben nasıl öğrendim avlanmasını
Efendim "gel" deyince koluna konmasını.
Görmüyor musun efendini şu pencerede?
Seni çağırıyor sağır mısın, gitsene!
— Hiç de sağır değilim, demiş horoz;
Ama biliyorum ne demek istediğini.
Sen şu, eli bıçaklı aşçıya bak hele:
Gider miydin koluna o da çağırsa seni?
İşin şakası yok, bırak kaçayım;
Gel diyen efendime gitmemekte haklıyım.
O tatlı diller altında ne var bilirim.
Sen de benim gördüğüm horozlar kadar
Şişte kızaran şahinler görseydin eğer
Hiç de kınamazdın bizi
Dinlemiyoruz diye efendimizi.


Kediyle Sıçan

Dört değişik hayvan, peynir delisi kedi,
Asık suratlı baykuş, ağ kemiren sıçan,
Bir de gelincik, uzun bedenli,
Hepsi birbirinden daha şeytan,
Ormandaki yaşlı bir çamın
Çürük yerlerine girerlermiş ikide bir.
İnsanoğlu gelip ağ gerince bir akşam
Tam bu çamın gövdesi önüne
Dördü de içerdeymiş bizimkilerin.
Kedi sabah erken, avlanmaya çıkarken
Ağları görmemiş alacakaranlıkta
Düşmüş içine, çıkmak ister çıkamaz.
— Ölüyorum, imdat! diye bağırınca
Sıçan bir koşu gelmiş yanına.
Kedi can derdinde, sıçan keyfinde:
Sevinmiş elbet biraz
Can düşmanını ağlarda görünce.
Zavallı kedi ne yapsın:
— Dostum, demiş;
Siz sıçanların biz kedileri
Ne kadar sevdiğini bilirim;
Gel, kurtar beni bu düştüğün ağlardan.
Bilirsin, ben de seni gözüm gibi severim;
Tanrılara şükür, iyi etmişim
Seni bu kadar candan sevdiğime.
Biraz önce her sofu kedi gibi ben de
Sabah duamı dışarıda yapayım derken
Takıldım kaldım bu ağlara.
Gel kemir şurasını da kurtar canımı.
— Karşılığı ne olur bunun? demiş sıçan.
— Sonsuz barış yeminleri ederim sana,
Pençem emrinde olur, korkusuz yaşarsın.
Seni herkeslere karşı korurum, inan;
Baykuşu da, gelinciği de bir güzel yerim,
Sana rahat vermedikleri için.
— Sen pek aptalmışsın, demiş sıçan;
Ben senin kurtarıcın olacağım ha?
Aklımı peynir ekmekle yemedim ben!
Böyle deyip evine doğru gitmiş sıçan;
Ama bakmış gelincik deliğin başında.
Fırlamış daha yukarılara
Orda da baykuş çıkmaz mı karşısına.
Bu iki bela ortasında ne yapılır:
Denize düşen yılana sarılır;
Dönmüş ister istemez kedinin yanına;
Bir diş, bir diş daha, ne yaptıysa yapmış
Kurtarmış ağlardan ikiyüzlü sofuyu.
Tam o sırada çıkagelmiş insanoğlu.
İki yeni birleşik kaçmışlar hemen.
Bir zaman sonra kedi görmüş uzaktan
Canını kurtaran sıçanı; ama bakmış
Tetikte duruyor:
Ha kaçtı ha kaçacak.
— Vay kardeşim, demiş, gel kucaklaşalım;
Böyle kuşkulu durman hakarettir bana
Düşmana bakar gibi bakıyorsun dostuna.
Unuttum mu sandın tatlı canımı
Önce Tanrı'ya sonra sana borçlu olduğumu?
— Ya ben unutur muyum sandın, demiş sıçan
Senin yaradılışının ne olduğunu?
Bir kedinin iyilikten anlamasını
Hangi anlaşma sağlayabilir?
Zor karşısında birleşmelerden
Hayır mı gelir?

Yorum yazmak için lütfen giriş yapınız

Editörün Son Yazıları

probiyotik

Çile

probiyotik

Yattığım Kaya

probiyotik

Kaldırımlar

probiyotik

Islak Gül

Editörlerin Son Yazıları

kaptanfilozof06

Hindistan'da İlginç Olay

probiyotik

Çile

bubble30

İÇİNDEKİ CEVHERİ KORUYANLAR

Nielawore

"HALİME TERCÜMANDIM"

Bizden haberdar olmak için mail listemize kayıt olun