Ekim 18, 2024

Her Gün En Az Bir Hikaye

Kadınlar ve Sır


En ağır yük sırdır, aşkolsun taşıyana!
Kadınlar hele, hiç dayanamaz.
Hoş kadından beter erkek de vardır ya,
Bu masalda erkeğin payı az.
Bir koca
Karısını denemek istemiş,
Gece yarısı doğrulmuş yatağında,
Basmış yaygarayı:
— Hanım, kalk!
Bir şeyler oluyor bana!
Aman!
Nedir başıma gelen?
Bir yumurta çıkıyor içimden!
— Ne? demiş hanım; ne yumurtası?
— Al bak, demiş kocası;
Taptaze, günlük yumurta!
Sakın kimselere duyurma;
Konu komşu tavuğa çıkarır adımı.
Hanımın aklı ermezmiş bu işlere;
Hiçbir işe ermezmiş ya, neyse;
İnanmış kocasının yumurtladığına,
Yemin etmiş kimseye söylemeyeceğine,
Sabah olmuş, yemin unutulmuş;
Kısa akıllı hanım kalkar kalkmaz,
İlk işi komşusuna koşmak olmuş:
— Ah, demiş; bilsen ne geldi başıma;
Sakın kimseye söyleme ama!
İnsan yumurtlar mı komşu?
Benim kocam yumurtladı;
Koskoca bir yumurta çıkardı!
Aman sıkı tut ağzını;
Yoksa döve döve öldürür beni.
— Söyler miyim, demiş komşu;
Benden böyle şey umulur mu?
Bizimki döner dönmez evine,
Komşu yaymış haberi dört bir yana.
Hem de üçe çıkarmış bir yumurtayı.
Üçte kalsa iyi;
Bir başkası tam beş yumurta demiş
Komşusunun kulağına.
Ne diye kulağına söylemiş, bilmem;
Hikâye çalkanıyormuş artık ortada.
Yumurtalar ağızdan ağıza çoğalmış;
Akşam olmadan yüzleri bulmuş.


Efendisinin Yemeğini Boynunda Taşıyan Köpek

Gözlerimiz güzellere bakmaktan
Ellerimiz altınları avuçlamaktan
Alamaz kolay kolay kendini.
Az kişi vardır dünyada
Bal tutup parmağını yalamayacak.
Eve öteberi götürmeye alışmış,
Aklı başında bir çoban köpeği
Boynunda efendisinin akşam yemeği
Gidiyormuş yoluna tıpış tıpış.
Tokgözlü bir köpekmiş bu; gerçi bazen
Hele güzel yemekler taşıdığı zaman,
Açgözlü olduğu günleri arıyormuş,
Ama tutuyormuş yine de kendini.
Yanı başımızda duran dünya nimeti
Hangimizin ağzını sulandırmaz ki?
Gariptir, insanlar alışamaz da
Köpekler alışır tokgözlü olmaya.
Her neyse, bizim köpek giderken böyle
Boynunda güzelim bir et yemeğiyle,
Bir çomar gelmiş, tadına bakmaya kalkmış.
Ama ağzının suları boşuna akmış;
Bizimki koyduğu gibi malını yere
Saldırmış üstüne öldüresiye.
Gel gelelim, başka köpekler sökün etmiş;
Dişten korkmaz sokak köpekleri hem de.
Bakmış başa çıkamayacak hepsiyle,
Güzelim et nasıl olsa güme gidecek;
— Baylar, demiş bizim akıllı köpek;
Hırlamayın, ben payımı alayım da
Üst tarafı sizin olsun...
Bunu der demez de kapmış bir yağlı parça.
Ardından çomar, zağar mağar tümü birden
Üşüşmüş yemeğin üstüne, kapan kapana,
Hepsi iyi kötü zıkkımlanmış talandan.
Bir şehir de böyle talan edilir işte.
Paralar şunun bunun sütüne emanettir;
Kâhyası, kethüdası er geç yükünü tutar.
En akıllısı örnek olur ötekilere.
Görülecek şeydir doğrusu bu adamların
Yığınlarla parayı nasıl temizledikleri.
Kazara çıkar da vicdanlı biri
Halkın parasını korumak çabasıyla
Abuk sabuk laflar etmeye kalkarsa,
Anlatılır kendisine enayilik ettiği...
O da fazla uzatmadan teslim olur
Ve bir gün bakarsın ilk parsayı o vurur.


Şakacı ve Balıklar


Şakacılardan herkes hoşlanır, ben kaçarım.
Bu sanat, hepsinden çok, üstün değer ister.
Tanrı aptal dinleyicileri için yaratmıştır
Hoş laf diye boş laf edenleri.
Bir masala sokmak istediğim
Bunlardan biridir belki,
Ama belli olmaz, bakarsınız
Beğenilir bu bizimki.
Bir şakacı bir zenginin sofrasındaymış,
Bakmış önündeki balıklar ufak mı ufak,
İrileriyle uzak mı uzak.
Almış ufak balıkları bizimki,
Kulaklarına bir şeyler mırıldanmış;
Sonra can kulağıyla dinler gibi yapmış
Balıkların söylediklerini.
Sofradakiler görüp şaşakalınca
Şakacı açıklamış ciddi ciddi:
— Bir dostum, demiş, Hindistan'a gitmişti,
Merak içindeyim, acaba geçen sene
Bir deniz kazasına uğradı mı diye.
Onu soruyordum bu balıkçıklara.
Biz daha küçüğüz, bilemeyiz, dediler;
Büyüklerimizde varsa vardır bir haber.
Bir büyük balıkla konuşabilir miyim, Baylar?
Bu şakayı baylar beğenmiş mi
Orası şüpheli, ama sürmüşler hemen önüne
Balıkların yeterince irisini.
Saymış dökmüş o canavar da bir bir
Bilinmez dünyaları aramaya gidenleri.
Hangilerinin nerde, nasıl gördüğünü,
Neler neler gördüğünü yüz yıldan beri
Engin denizlerin dibinde.


Fare İle İstiridye


Bir fare varmış, aklı kısa kuyruğu uzun;
Doğduğu tarlada yaşamaktan bıkmış.
İllallah sap saman kemirmekten,
Biraz dünya görelim deyip yola çıkmış.
Arpa boyu gitmeden,
Durmuş, bakmış etrafına:
-— Koca dünya! demiş;
Şu büyüklüğe, şu genişliğe bak!
Şurası İtalya olacak,
Şurası Kafkasya...
Yüce dağlar gibi görüyormuş
Köstebek yuvalarını.
Az gitmiş uz gitmiş,
Üç gün sonra bir acayip memlekete gelmiş:
Bir kumsal, üstünde koca koca istiridyeler.
Dalgalar dışarı atmış olmalı.
— İşte, demiş fare; dedelerimizin anlattığı
Yiyecek yüklü gemiler.
Şu benim babam, demiş,
Ne korkak, ne zavallı bir fareymiş!
Bırak canım dünyayı da evinde otur!
Bir de bana bak! Denizi gördüm, denizi!
Ne çöller geçtim, bir damla su içmedim.
Bunları bir hocadan duymuş,
Kırlarda söyler gezermiş bizim fare.
Kendisi o kitap kemiren,
Tepeden tırnağa bilgin kesilen,
Farelerden değilmiş.
Gelelim istiridyelere...
Hepsi kapalı, biri acıkmış nedense;
Vermiş içini güneşe, tatlı melteme,
Havayı kokluyor, keyfediyormuş.
Bembeyaz, yağlı, kim bilir ne tatlı!
Görür görmez sulanmış farenin ağzı:
— Nedir bu, demiş kendi kendine;
Yenecek bir şey, ama ne?
Böyle renk nerde görülmüş!
Dünyada yiyeceğim en güzel yemek,
Bu olsa gerek.
Seninki yaklaşmış tıpış tıpış
Kabuğun içine doğru boynunu uzatmış.
Sen misin uzatan...
İstiridye kapanıvermiş birden.
Kapanır yaa!
Bilgisiz yaşanır mı dünyada?
Bundan alınacak çok ders var.
Bir tanesi şu bence:
Görgüsü olmayan ne görse şaşar.
Ötekine gelince:
Kimi adam kapılırken kaptım sanır,
Ya da, ava giden avlanır!


Ayı İle Bahçe Meraklısı


Bir ayı varmış,
Oldukça insana yakın.
Issız bir ormanda yaşarmış.
Onun kaderi de bu, ne yapsın?
Leyla'dan uzak Mecnun gibiymiş,
Tek başına bir kovukta;
Neredeyse kuşlar yuva kuracak başında.
O da aklını kaçırmak üzereymiş,
Neden dersen, akıl ıssız yerde pek durmaz.
Susmak çok iyi şeydir ama,
Konuşmadan da olmaz.
İkisinin ortasını bulmakta iş.
Bizim ayının yaşadığı ormana
Hiçbir canlı yaratık gelmezmiş.
O kadar ki, bütün ayılığına karşın,
O da sıkılmış kimsesizlikten.
Kasvetler basmış içine,
Çekip gitmeyi düşünür olmuş.
O düşünedursun,
Bir yaşlı insan da varmış,
Ormanın kuytu bir yerinde.
Onun da canına tak demiş,
Yapayalnız yaşamak son günlerinde.
Bu adam bahçe severmiş,
Bütün derdi meyveler, çiçeklermiş.
Fena mı? Ne güzel dert; ama
Güler yüzlü, tatlı sözlü bir dost da olsa,
Bir iki laf etse insan,
Gel keyfim gel o zaman.
Bahçelerse pek konuşmaz,
Konuşan ağaç nerede?
Olsa olsa benim masallarımda.
Bu dilsiz dostlar içinde bizim ihtiyar
Canından bezip bir ara,
Almış başını dost aramaya çıkmış.
O gün aynı kaygıyla,
Ayı da çıkmış yola.
Bir dönemeçte karşılaşmış iki garip.
Adam korkmasına korkmuş,
Ama kaçacak yer yokmuş,
En iyisi, demiş olduğum yerde durup
Korktuğumu belli etmemek.
Ayı, bilirsiniz, cilve yapmasını sevmez pek:
— Benim ormana gel, demiş yekten.
Adamsa diller dökmüş kırıtaraktan:
— Sayın Ayım, demiş, ömrünüze bereket;
Ama benim fakirhane şuracıkta;
Buyurmak isterseniz canıma minnet.
Meyvelerim ve sütüm var.
Biliyorum, siz Sayın Ayılar
Bunlarla yetinmezsiniz;
Ama benim varım yoğum bu:
Az veren candan.
Ayı, peki deyip tutmuş yolu.
Canciğer olmuşlar eve varmadan.
Beyinsizlerle düşüp kalkmaktansa
Yalnız kal daha iyi, diyeceksiniz;
Ama ayı geveze değilmiş.
Bir günde bir çift söz çekilir nasıl olsa.
Adam her gün bahçesinde oyalanır,
Ayı da gidip ormanda avlanırmış.
Ama ayının asıl işi, boş zamanlarda,
Dostu mışıl mışıl uyurken,
Sinekleri kovmakmış yüzünden.
Fena içerlemiş çünkü sinek denen
Bu kanatlı sömürgenlere.
Bir gün yine bahçede
Derin uykulara dalmışken ihtiyar,
İnatçı bir sinek konmuş burnuna:
Ne kadar kovsan boşuna,
Ayının kızdığı kadar var:
— Ben sana gösteririm, demiş birden;
Koca bir taşı kaptığı gibi yerden
Gelmiş hakkından sineğin,
Ama dostunda da ne kafa kalmış, ne beyin.
Doğrusu iyi nişan almış,
Adamcağız bir anda ölüm uykusuna dalmış.
Akılsız dost öyle bir baş belasıdır ki,
Akıllı düşmanın olsun daha iyi.

İki Dost


Bir memleket varmış, adı Monomotapa,
İki gerçek dost yaşarmış orda.
Birinin malı ötekinin malı gibiymiş;
Anlaşılan o memlekette
Dostluk, bizimkinden başka türlüymüş.
Bir gece Monomotapa'da
Herkes dalmış derin uykulara.
Orada güneş battı mı, fırsat bu fırsat,
Uykunun tadını çıkarırmış millet.
Gece yarısı bizim dostlardan biri,
Fırlamış yatağından birdenbire,
Doğru dostunun evine.
Uyandırmış hizmetçileri
Tatlı uykularından.
Dostu yukardan duymuş sesini,
Hemen kaptığı gibi kılıcını, kesesini,
Koşmuş dostunun yanına:
— Hayrola, demiş soluk soluğa;
Sen kolay kolay uyandırmazsın kimseyi,
Uykuya da seversin üstelik.
Kumarda kaybettiysen al şu keseyi.
Evini bastılarsa işte ben ve kılıcım;
Haydi, gidip haklarından gelelim.
Yalnız yatamaz mı oldun yoksa,
Benim güzel cariyeyi al git, öyleyse.
— Yok a canım, demiş dostu;
Ne o, ne de bu.
Rüyamda biraz düşünceli gördüm seni,
Sakın başı dertte olmasın deyip koştum;
Kusura bakma dostum.
Hangisi daha dostmuş, okuyucu?
Üstünde düşünmeye değer bu soru.
Gerçek bir dostu olmak ne güzel şey!
Derdini açmanı beklemez bile,
Kendi bulup söylemek ister:
Belki sen çekinirsin diye.
Sevdiği insanın üstüne titrer,
Bir düşten, bir hiçten nem kapar.


Domuz, Keçi ve Koyun


Bir keçi, bir koyun, bir de domuz varmış,
Arabaya binmiş, şehre gidiyorlarmış.
Panayıra, eğlenmeye mi? Nerde!
Öyle diyecek yerde,
Satılmaya, diyor masal, ne yazık!
Hem arabacının suratından belliymiş
Kukla seyrine gitmedikleri.
Önce domuz çakmış dalgayı,
Ve basmış yaygarayı.
Öyle bağırıyormuş ki,
Kasaplar, elde bıçak, peşine düşmüş sanki!
Ne oluyor bu domuza, demiş ötekiler;
Keçi de, koyun da
Efendi hayvanlar ne de olsa.
Araba sefasını pek tutmamakla beraber,
Bu işte korkunç bir şey de görmemişler.
Arabacı paylamış domuzu:
— Sus be, ne oluyorsun? demiş;
Gürültüye boğdun ortalığı.
Yanındakilerden hayvanlık öğren biraz,
Arabada onlar gibi durmalı;
Şu koyuna bak, ne akıllı!
— Onda akıl ne gezer, demiş domuz;
Başına gelecekleri bilseydi,
Basar bağırırdı benim gibi.
Öteki sersem de öyle.
Ne sanıyorlar acaba?
Sütlerini mi sağacak, yünlerini mi kırkacaklar?
Bununla avunuyor avanaklar.
Ya ben neyle avunayım, peki?
Yenmekten başka işe yaramam ki.
Beni gezmeye götürmüyorsun ya...
Elveda, canım dünya!
Domuz hiç de akılsız değilmiş meğer.
Değilmiş de ne olmuş?
O da doğru.
Ağlayıp sızlanmakla değişmez ki kader!
Aklın olup da dövüneceğine,
Olmasın da dertlenme.
Tirsis'le Amarant
Mademoiselle de Sillery için
Ezop'u bir yana bırakmış,
Bocaccio'ya vermiştim kendimi.
Ama Tanrıçanın biri
Haber salıp Parnassos'tan
Masal istedi benden.
Sen gel de yazamam de
Elin kalem tutarken.
Tanrıça bu, atlatılmaz ki...
Hele güzelliğiyle de
İnsana dilediğini yaptıran
Tanrıçalardan biriyse.
Sizin anlayacağınız, Sillery istedi
Bay kargayla kurt çelebiyi
Kafiyeli konuşturmamı yeniden.
Sillery dendi mi akan sular durur:
Hemen herkes değer sofrasında
Sillery'yi başköşeye oturtur.
Sen de gel oturtma, elinden gelirse.
Uzatmayalım, Sillery'ye göre
Hikâyelerim pek anlaşılmıyormuş.
Parlak zekâlı güzeller
Her şeyi anlamak zorunda değiller.
Öyle bir şey anlatalım ki
Sözlüklere başvurmadan anlayıversin.
Gelsin romanlardaki âşık çobanlar
Kurtlarla koyunlar gibi konuşsunlar.
Tirsis Çoban demiş ki bir gün
Güzel çoban kızı Amarant'a:
— Ah! Bu bendeki dert sizde de olsa!
Bilsen ne tatlı bir bela bu, ne büyülü;
Eşi, menendi bulunmaz bu dünyada.
Bırakın bu dert sizi de sarsın;
İnanın bana, korkmayın sakın.
Hiç aldatır mıyım sizi ben, o ben ki
Bir yüreğin duyabileceği en sıcak
Duygularla dopdoluyum size karşı.
Amarant sormuş hemen meraklanarak:
— Peki, nasıl bir şey bu dert? Adı ne?
— Aşk.
— Adı güzel. Nesi güzel başka?
Neler duyar insan bu derde tutulunca?
— Öyle acılar duyar ki, kral keyifleri
Tatsız, sıkıcı kalır yanında.
Unutur her şeyi insan ve bir ormanda
Tek başına gezer eğleşir;
Eğilip baktığı sularda
Kendi yüzünü göremez olur:
Biricik insan yüzü, her yerde, her zaman
Gözleri önüne gelir durur.
Başka her şey silinir dünyadan.
Bir köylü çobandır tek var olan!
Uzaktan geldiğini görse,
Değil sesini, adını bile duysa
Yüzü kızarıverir insanın.
Onu düşündükçe içini çekersin;
Ah dersin, neden ah dediğini bilmeden.
Görmeye can atarsın onu,
Yine de korkarsın görmekten.
Amarant hiç şaşmadan bu sözlere:
— A! Bu derdi mi övüp duruyorsun bana?
Bilmez miyim, tutulmuş gibiyim bu derde.
Muradına erdiğini sanırken
Tirsis Çoban kızı eklemiş:
— Anlattığınız duyguların hepsi
Klidamant için duyduklarımın tıpkısı.
Kederinden, utancından
Az kalsın ölecekmiş dertli çoban.
Çoklarının başına gelir
Çobanın başına gelen:
İnsan kendi hesabına diller dökerken
Başkasının ekmeğine yağ sürer.


Aslan Hatunun Ölüm Töreni


Aslan Şah'ın karısı ölmüş;
Dalkavuklar saraya dolmuş,
Başsağlığı dilemek için krala
Ölümden beter yapmacıklarla.
Kral, büyük tören ferman etmiş:
— Ölümsüz ölü falan gün, falan saat,
Falan yerden kalkacak.
Vezir mezir işlerini bırakıp,
Gelenleri gereğince karşılayıp
Ulusal törene göz kulak olacak.
Yiğitsen gitme böylesi törene:
Jurnal korkusuyla gelen gelene.
Tıklım tıklım dolunca mağara,
Ki hem kiliseymiş, hem saray,
Aslan acı acı kükremiş.
Aslan ağlaması bu, kolay mı!
Dağ taş gümbürdemiş.
O zaman sarayın ağası, bayı,
Kalından inceden, her biri kendi dilinden,
Koparmış gerekli yaygarayı.
Saray dediğin bir garip yerdir:
Kimse olduğu gibi değildir orda,
Kral nasıl istiyorsa öyledir:
Keyifli, keyifsiz, coşkun, bitkin...
Olmasan da öyle görüneceksin.
İkide bir krala bakıp,
Rengini, suratını değiştireceksin.
Bir can düşünün ki bin bir bedeni var;
Bir ağladı mı, bin bir yüzle ağlar;
Saray budur işte,
İnsan kukla, ip kralın elinde.
Dönelim bizim masala:
Herkes ağlarken kralla,
Bakmışlar geyik ağlamıyor.
Nasıl ağlasın ki, bu kraliçe,
Karısıyla oğlunu yemiş bir oturuşta.
Dalkavuğun biri hemen krala gitmiş,
Siz ağlarken geyik güldü, demiş.
Kral öfkesi yaman olur,
Der Hazreti Süleyman,
Üstelik bu kral da aslan.
Ama geyik ne bilsin, zavallı?
Tarih okumamış besbelli.
— Sen ha? demiş aslan;
Orman kibarı, tiril tiril bacak, dal kafa!
Millet ağlarken sen gülersin ha?
Kendim paralamayacağım seni,
Murdar etin kirletir kutsal pençemi.
Gelin kurtlar, siz öcünü alın
Tanrısal kraliçenin.
— Sultanım, demiş geyik;
Size bir haberim var, beklenmedik.
Bu acılar, bu gözyaşları boşuna!
Sevgili eşiniz görünüverdi bana,
Şuracıkta, yeşil çimende,
Ak güller, ışıklar içinde.
Hemen tanıdım, donakaldım:
"Geyik kardeş, dedi bana; sakın ağlama!
Bu ölüm alayı üzmesin seni.
Ben tanrılar arasında yer aldım;
Cennet bahçelerindeyim, ne mutlu bana!
Ermişler, dervişler arasındayım.
Yalnız kral biraz ağlasın, yeter;
Onun üzülmesi hoşuma gider.
Geyik bunları der demez millet boşanmış,
Mucize! diye yerlere kapanmış.
Geyik ceza görecek yerde,
Hediyelerle dönmüş evine.
Krallara böyle şeyler anlatmalı;
Hoşlarına gidecek yalanlar atmalı.
Ne kadar öfkeli de olsalar, yutarlar,
Hem de sizi el üstünde tutarlar.

Yorum yazmak için lütfen giriş yapınız

Editörün Son Yazıları

probiyotik

Islak Çeltiklere

probiyotik

Hiçsizliğe

probiyotik

Acıyor

probiyotik

Yıkık

Editörlerin Son Yazıları

kaptanfilozof06

Deprem Korkusu Arttı

probiyotik

Islak Çeltiklere

bubble30
Nielawore

"KINAR HANIMIN DENİZLERİ"

Bizden haberdar olmak için mail listemize kayıt olun