Sıçanlarla Gelinciklerin Savaşı
Kedi milleti gibi, gelincik milleti de
Sıçanlara diş biler, nedense.
Ve eğer pek daracık olmasa
Sıçan yurtlarının kapıları,
Korkarım, dünyamızda
Gelincik yüzünden fare kalmazdı.
Gel gelelim günün birinde
Sıçanlar, sürüyle gezer olmuş yeryüzünde.
Sımsıçan adındaki kralları
Bir ordu çıkarmış gelinciklere karşı.
Gelincikler de sancağı açmışlar
Ve er meydanında karşılaşmışlar.
Tarihçilere göre
Zafer iki yana da gülümsemiş bir süre.
Kan gövdeyi götürmüş...
Nice gelincik, nice fare
Tarlalara gübre olmuş.
Ama bütün cephelerde
Sıçangiller daha çok kırılmış;
Her ne kadar ünlü komutanları
Sıçankan, Özsıçan, Ersıçan
Toz duman, kan revan içinde,
Hem de bir hayli zaman,
Erlerin gayretini beslemişlerse de
Boşa gitmiş emekleri;
Bozgun, dağıtmış bütün birlikleri.
Kadere boyun eğmek gerek:
Gayrı kaçan kaçana, yel yepelek.
Eri, subayı, prensi
Kırılmış bir arada, hepsi...
Yalnız ayaktakımı kurtulmuş
Fırt diye kaçıp deliklerden içeri.
Kodamanlar kaçamaz ki kolay kolay:
Başlarında sorguçları, morguçları,
Süslü püslü takım taklavatları var
Caka satmak ya da düşmanı korkutmak için
Takmış takıştırmışlar.
Bu yüzden olmuş onlara olan
Delikler, yarıklar, kovuklar
Dar gelmiş şanlı şerefli baylara;
Oysa baldırıçıplaklar
Sokuluvermişler oraya buraya.
Belli başlı sıçanlar gitmiş gürültüye.
Sorguçlu oldu mu başın
Belayı ucuz atlatamazsın;
Fazla şatafatlıysa bindiğin araba
Sıkışıp kalabilirsin
Daracık yollarda.
Küçükler her işten
Kolay sıyrılır çok kez
Büyükler sıyrılamaz.
Maymunla Yunus Balığı
Eski Yunanlılarda adetmiş;
Yola çıktılar mı gemiyle,
Maymunlar, köpekler götürürlermiş,
Yolda canları sıkılmasın diye.
Atina yakınlarında bir gemi batmış,
Köpekli, maymunlu yolcularıyla.
Kimseler kurtulmayacakmış,
Yunusbalıkları olmasa.
Bu balıklar insan dostudur,
Plinius öyle der kitabında, doğrudur.
Bir yunus çok adam kurtarmış o gün,
Bir maymunu da kurtarmak üzereymiş,
İnsana benzediği için.
Almış sırtına, kıyıya çıkacak,
Öyle adam gibi oturmuş ki maymun,
Gören kral mıral sanacak.
Bir ara konuşacağı tutmuş yunusun:
— Atina'dan mısınız? demiş.
— Evet, demiş maymun;
Hem de pek tanınmışımdır.
Bir işiniz düşerse beklerim,
Hâkim makim hep akrabamdır.
Belediye başkanı teyzemin oğlu.
— Sağ olun, demiş yunusbalığı;
Pire'yi de bilirsiniz öyleyse.
Sık sık görürsünüz elbette...
— Her gün, demiş maymun;
Dostumdur, görmez olur muyum?
İşte o zaman çıkmış foyası meydana,
Limanı adam sanmış bizim mankafa!
Böyle insan da çoktur ya, neyse!
Roma'yı Paris'te bilirler;
Her yeri görmüş gibi konuşurlar;
Arap olayım hiçbir yeri görmüşlerse.
Yunus basmış kahkahayı;
Dönmüş bakmış ki sırtına,
İnsan değil kurtardığı.
Atmış maymunu suya,
Dönmüş gerisingeri Adam arayıp kurtarmaya.
İnsan ve Tahta Put
Bir adam puta taparmış;
Evinde bir tanrı varmış tahtadan.
Kulakları kocaman, ama sağır bir tanrı.
Adama sorsan ne dilerse yaparmış;
Ne var ki dilek masrafları pek ağırmış.
Adaklar, kurbanlar istiyormuş mübarek.
Başlarında allı pullu çelenklerle
Koca koca öküzler kesilecek.
Bu kadar yağlı yiyen tanrı
Görmemiş o zamanın insanları.
Yesin, yesin ama,
Bir şeyler de versin, değil mi adama?
Hayır... Ne miras, ne define, ne parsa,
Üstelik nerede bir afet olsa
Dönüp dolaşıp onu buluyormuş;
Ve kese boşaldıkça boşalıyormuş.
Tannysa hiç oralı değil;
Biraz halden anlayacak yerde
Yine kurban istiyormuş sabah akşam.
Sonunda kızmış adam:
Kaptığı gibi baltayı,
İkiye bölmüş tanrısal tahtayı.
Bir de ne görsün: Altın dolu içi.
— Seni nankör seni, demiş;
Ben bu kadar besleyeyim de seni,
Sen bana metelik bile verme.
Çık, git evimden, pinti!
Git, başka duacı bul kendine.
Demek bizler gibiymişsin sen de:
Hem de en kaba, en taş yürekli,
En vurdumduymazlarımız gibi:
Yemedikçe sopayı,
Vermezmişsin meğer parayı.
Üstelik benim kese boşaldıkça
Seninki doluyormuş ha?
Aman elime sağlık!
Vurunca baltayı İşin aslını anladık.
Tavus Kanatları Takınan Alakarga
Bir tavus kanat değiştiriyormuş
Alakarga toplamış döküntüleri
Kendi üstüne takmış takıştırmış
Ve gitmiş tavuslar arasına,
Salınıp caka satmaya.
Bir tavus işin farkına varınca
Yanmış bizim alakarga:
Alay, ıslık, tükürük, hepsini tatmış.
Üstelik tavus baylar
Tüylerini bir güzel yolmuşlar.
Soydaşları arasına kapağı atınca
Onlar da kapı dışarı etmiş bu tüysüzü.
Alakarga gibi nice insanlar da var.
Onlar da başkasının sırtından süslenirler.
Sanat hırsızı denir böylelerine
Bilirim çoklarını, ama söylemem,
Kıllarına dokunmak da istemem:
Bu işlerden bana ne.
Deve, Deniz ve Mertekler
Deveyi ilk gören insan,
Bırakıp kaçmış korkudan.
İkinci gören yaklaşmış yanına,
Üçüncü görense sokulmuş,
Dilini çıkarmış koca hayvana.
Alışkanlık böyledir,
Her şeyin hakkından gelir.
Nelerle yüz göz olmuşuzdur, göre göre;
Ne develer, ne devlerle.
Söz bundan açıldı madem,
Bakın ne olmuş bir yerde:
Deniz kıyısına gözcüler koymuşlar,
Gemi görünce haber versinler diye.
Uzakta bir karaltı görmüş adamlar:
Hah, demişler; bir kadırga.
Kadırga çektirme olmuş az sonra,
Çektirme, çatana olmuş,
Çatana mavuna, mavuna kayık,
Sonunda ne kayık, ne mayık:
Gele gele bir sürü mertek gelmiş sahile.
Dünyada neler gördüm, neler,
Deveye, merteklere benzer:
Uzaktan bir şey sanır insan,
Oysa bir hiçtir yakından.
Kurbağa İle Fare
Başkasını kafese koymak isteyen
Çok kez kendini kor kafese.
Bizim Dede Merlin böyle der
O canım halk diliyle.
Şu masala göre de doğru söyler:
Hiç oruca, perhize girmemiş.
Yağlı, besili, göbekli bir fare
Bir batak kıyısına gelmiş
Dinlenip gönül eğlendirmeye.
Bir kurbağa çıkmış bataktan:
— Bize buyursanıza, demiş;
Güzel bir yemek yiyelim birlikte.
Bay Fare'nin canına minnet,
Yemek dedin mi gelir elbet.
Ama belki nazlanır diye
Kurbağa başlamış dil dökmeye:
Çamur banyosuna doyum olmazmış.
Neler varmış üstelik yol boyunca,
Ne görülmedik, bilinmedik yerler,
— Üstüne yoktur, demiş, gezmeye değer;
Yaşlanıp torunlarınız olunca
Anlatırsınız masal gibi, yıllarca,
Bizim memleketin güzelliklerini,
Sazlarını, çiçeklerini.
Kurbağalar ne yer, ne içermiş;
Batak devletinin kanunları nelermiş...
Şişko hemen gidermiş gitmesine
Ama iyi yüzemezmiş o kadar;
Yardım edilmeliymiş kendisine.
Kurbağa, merak etme, demiş, kolayı var:
İnce bir saz koparıp getirmiş,
Güzelce bağlamış kendini
Fareyle ayak ayağa,
Birlikte girmişler batağa.
Yolda değişivermiş işin rengi,
Kurbağa başlamış çekmeye fareyi
Derin suların dibine;
Ne milletlerarası haklar kalmış,
Ne tekler arası haklar:
Kurbağa düşmüş boğazının derdine.
Yakaladık, demiş yağlı kuyruğu,
Bundan iyi ziyafet can sağlığı.
— Allah'tan kork, demiş fare.
— Allah da kim oluyor, demiş kurbağa.
Biri çeker, biri çırpınırken,
Açlıktan dört dönen atmaca
Görmüş zavallı fareyi yukardan.
Ve görmesiyle bir olmuş,
Saldırıp havaya kaldırması,
Kurbağa da ayağında cabası.
Bir taşla iki kuş,
Atmacanın işi iş.
Kral sofrası kurmuş,
Hem et, hem balık yemiş.
Tavlayanlar tavlanır,
Ava giden avlanır,
Nice kuyular kazanlar
Kuyuya yuvarlanır.
Hayvanların İskender'e Gönderdikleri Vergi
Bir masal var eski zamanlarda pek tutulmuş,
Neden tutulmuş?
Ben bilmiyorum doğrusu:
Ben masalı olduğu gibi anlatayım da
Nasıl yorumlarsa yorumlasın okuyucu.
Ün Tanrıçası dört bir yana yaymış:
— Zeus'un oğlu İskender diye biri
Yeryüzünde hiçbir canlı yaratığı
Özgür bırakmak istemediğinden
Bütün uluslar hiç vakit geçirmeden
Ayağına gidecekler, budur kesin buyruğu.
Dört ayaklılar da gidecek.
İnsanlar da, filler de, solucanlar da.
Yüz ağızlı Tanrıça her yere ulaştırınca
Yeni imparatorun bu fermanını,
Bir korkudur almış bütün dünyayı;
Güçlüce kul olmuş bütün canlılar:
Canları bu zorbanın keyfine bağlanmış,
— Bu sefer, demişler;
Beterin beteri olacağa benzer
Katlanacağımız yasalar.
Çıkmış hepsi ininden kovuğundan
Baş başa vermişler, düşünmüş taşınmışlar,
Sonunda verdikleri karar
Pohpohla vergi yollamak olmuş.
Elçi olarak maymun seçilmiş.
Söylenmesi gerekeni
Vermişler eline yazılı olarak,
Ama verilmesi gerekeni
Nerden nasıl bulup versinler?
Vergi dediğin tıkır tıkır para ister.
Bereket bir kral bulmuşlar, hayırsever;
Altın dolu topraklar varmış ülkesinde,
Vermiş dedikleri kadarını.
Taşıma işi kalmış altın sandıklarını:
Eşek, katır, at ve deve
— Biz varız, demişler, bu göreve.
Dört ahbap çıkmışlar yola
Elçilerin daniskası maymunla.
Bizim kervan bir yerden geçerken
Aslan Efendimiz çıkmaz mı önlerine!..
Hiç hoşlanmamışlar bu karşılaşmadan.
— Size rastladığıma sevindim, demiş aslan;
Yol arkadaşı oluruz sizlerle.
Tek başıma götürüyordum benim vergiyi.
Ama ne kadar hafif de olsa
Yükün her türlüsü sıkar beni.
Ne olur, dörde bölsek de şunu
Her biriniz bir parçasını alsa.
Yükün bu kadarı nedir ki sizin için?
Buna karşılık ben daha serbest olurum
Ve hırsızlar çıkar da karşımıza
Çarpışmamız gerekecek olursa
Çok daha rahat savaşırım.
Sen gel de bir aslana "hayır" de.
Katılmış kervana, rahatlamış, pohpohlanmış.
Üstelik Zeus'un oğlu kızarsa kızsın,
Devlet kesesinden bol bol yemiş içmiş.
Derken bir çayırlığa varmış bizimkiler.
Her yanında dereler, türlü çiçekler.
Yayılmaya gelmiş bir sürü koyun,
Seher yelleri de esiyor serin serin.
Aslan bu cenneti görür görmez
— Ben hastalandım, demiş yoldaşlarına;
Siz elçiliğinize bensiz gidin.
Bir yangın başladı sanki kanımda.
Burda kalıp şifalı otlar arayacağım ben,
Siz gidin hiç vakit kaybetmeden.
Paralarımı verin yalnız, lazım olur...
Sandıklar indirilip açılır açılmaz
Bir kükreyiştir koparmış aslan
Sevincini dünyaya duyuraraktan:
— Tanrılar, demiş; benim altınlar
Ne çok, ne güzel kızlar doğurmuşlar!
Baksanıza birçoğu büyümüş bile
Anaları kadar olmuşlar nerdeyse.
Bu yavrular benim, demiş ve almış hepsini,
Hepsini değilse de aslan payını.
Maymunla arkadaşları donakalmışlar.
Ağız açamadan yola koyulmuşlar.
Gidip Zeus'un oğluna dert yanmaları
Hiç de umdukları gibi karşılanmamış.
Aslan aslanın işine karışır mı?
Ne der bir atasözümüz:
Korsan işi korsan soymakla yürümez.
Geyikten Öcünü Alan At
Atlar bizlere kul olmadan önce,
Başıboş yaşarlarmış, gönüllerince.
İnsanoğlunun ot yediği zamanlarda
At, eşek, katır matır
Fink atarmış ormanlarda.
Gem, eyer, dizgin, kolan
Ne gezer o zaman?
Ne savaşta, ne barışta,
At düşmüş geyiğin ardına;
Hem eskiden zenginler de azmış,
Bugünkü gibi düğün dernek olmazmış.
Uzatmayalım, o mutlu günlerde,
Geyik ata bir kazık atmış,
At düşmüş geyiğin peşine,
Geyik rüzgâr gibi, tutamamış.
At gelmiş insanoğluna başvurmuş:
— Sen kurnazsın, demiş; yardım et bana.
İnsanoğlu binmiş atın sırtına.
Ağzına gem diye bir şey koyup
Almış dizgini eline.
Soluk aldırmamış ata
Geyiği yakalayıp öldürünceye dek.
At, elime sağlık diyerek
Dönmek isteyince başıboş yurduna:
— Bırakmam, demiş insan, sende iş var!
Gel, bir ahır yapayım sana, içine gir.
Bol bol ye, iç, yat.
Tongaya basmış zavallı at.
Hürriyet olmadıktan sonra
Yemişsin, içmişsin neye yarar?
At işi anlamış anlamasına,
Ama o anlayıncaya kadar
Ahırı, yuları çoktan hazırlanmış;
Ölünceye dek kölelikten kurtulamamış;
Geyikten öcünü almaz olaymış.
Öç almanın keyfi büyük olsa da
Değer mi bu keyfi tatmak
Hürriyet pahasına?
Ağzına gem vurulsun da bak,
Kalır mı hiçbir şeyin tadı dünyada.
Tilki İle Heykel
Büyüklerin çoğu, yakından görülünce,
Birer kalıp, birer maskedir sadece.
Kaba halk görünüşe aldanır.
Neden dersen, onun istediği
Bir put bulup tapmaktır.
Eşek gördüğüyle yetinir,
Tilkiyse koklar, yoklar neyi görse,
Bir o yana çevirir, bir bu yana,
Sonunda çakar, köpoğlu,
Gördüğünün gösteriş olduğunu.
Tilkinin biri bir heykel kafası görmüş;
Kocaman bir kafa,
Ama bakmış içi boş:
— Aferin yapana, demiş tilki;
Öyle güzel bir kafa yapmış ki!
Kelle kulak yerinde,
Bir beyni eksik.
Nice ağalar, beyler
Tıpatıp bu heykele benzer.
Kurt, Keçi ve Oğlak
Keçi Kadın taze ot yemeğe gidiyormuş
Şişirmek için, her günkü gibi,
Yerlere sürtünen memelerini,
Kapısını iyice kilitlemiş çıkarken,
Oğlağına da tembih etmiş yeniden:
— Sakın ha, demiş, kimseye kapıyı açma
Şu parolayı veremezse eğer:
Yuf olsun kurda ve de soyuna sopuna!
Tam bu sözleri söylerken keçi
Kurt da oralardan geçmez mi!..
Duymuş parolayı uzaktan
Ve tabii çıkarmamış aklından.
Keçi Kadın görmemiş canavarı,
Görse, bizim masal kalmıştı yarı!
Kurt bekleyip uzaklaşmasını,
Sahte bir sesle keçi gibi meleyerek
Açtırmak istemiş kapıyı
— Yuf olsun kurda da, diyerek.
Hemen açılır sandığı kapı açılmamış.
Kuşkulu oğlak kapının yarığından bakmış:
— Ak pabuç göster, demiş, yoksa açmam.
Ak pabuçsa, herkes bilir,
Kurtların pek kullanmadığı bir şeydir.
Kurt fena bozulmuş,
Pes demiş oğlağın böylesine,
Geldiği gibi de dönmüş evine.
Nice olurdu oğlağın hali
Kurt nerden bilecek deyip
Verdiği parolaya güvenseydi!
İki güvenlik bir güvenlikten iyidir
Daha fazlasını arasan da yeridir.
Kurt, Ana ve Çocuk
Bir kurt bir başkasını getirdi aklıma,
O da faka basmış ama
Canıyla ödemiş bunu.
Hikâye şu:
Bir köylünün evi ıssız yerdeymiş.
Kurt çelebi fırsat kolluyormuş kapıda.
Görmüş çünkü neler çıkıyor oradan neler:
Süt danaları, kuzular, koyunlar,
Sürüyle hindiler falan.
Ama hazret sıkılmış beklemekten;
Giderayak bakmış, bir çocuk bağırıyor;
Azarlıyor anası da:
— Susmazsan, diyor,
Kurda vereceğim seni.
Kurt beklemiş tetikte,
Şükrederek bu umulmadık nimete.
Ama sevgili yavrusunu yatıştırmak için:
— Korkma, demiş ana bu sefer;
Öldürürüz kurt gelirse eğer.
Bu da nesi, demiş kurt;
Bir öyle söylüyor, bir böyle.
Oyun mu oynuyorlar benimle?
Budala yerine mi koyuyorlar beni?
Siz durun hele; bu güzel yumurcak bir gün
Fındık toplamaya gelir elbet ormana!
Tam bunları söylerken
Birileri çıkıvermiş evden.
Bir köpek kesmiş hemen yolunu kurdun.
Kargılar, yabalarla üşüşüp üstüne,
— Söyle bakalım, demişler;
Sen buralarda ne arıyordun?
Kurt anlatmış duyduklarını az önce.
— Oğlumu yiyecektin ha?
Senin karnını doyursun diye mi
Getirdim onu dünyaya?
Tepelemişler zavallı kurdu.
Bir köylü kesip kafasıyla sağ pençesini
Köy ağasının kapısına asmış;
Üstüne de şu Pikar atasözü yazılmış:
"Canım güzel kurt, sen sakın kulak verme
Bir ananın ağlayan yavrusuna dediklerine."
Sokrates Ne Demiş?
Sokrates bir ev yaptırmış nasılsa;
Eş dost başlamış kusur bulmaya:
Kimi içini beğenmemiş;
— Kızmayın ama, demiş;
Şanınıza layık değil odaları.
Kimi cephesine çatmış:
Karşıdan görünüşü berbatmış.
Hepsine göre de çok darmış bu ev.
Kim sığarmış bu kulübeye?
— Ah, demiş koca filozof;
Keşke bu evi dolduracak kadar
Gerçek dostum olsa!
Sokrates'in sözü yerinde:
Bir ev dolusu gerçek dost nerde?
Sözde herkes dost, ama gel de buna inan.
Dosttan bol şey de yok dünyada,
Dosttan bulunmaz şey de.
Yorum yazmak için lütfen giriş yapınız