Kasım 24, 2024

Kültürlerde Kaybolalım

Çamura Batan Araba


Saman yüklü bir araba
Saplanıp kalmış çamura. Y
Yalnızmış zavallı arabacı
İn cin de yokmuş ortalarda.
Aşağı Britanya'da Belalı bir yermiş burası;
Kader oraya yollarmış
Kudurtmak istediği insanları:
Aman bizim yolumuzu düşürmesin!
Biçare köylü neylesin, netsin?
Kızmış, köpürmüş, basmış küfürü
Çukurlara da, atlara da,
Arabaya da, kendisine de.
Sonunda imdadına çağırmış
Dünyanın en zor işlerini başarmış olmakla ünlü bir tanrıyı:
— Herakles, demiş, sen, yardım et bana
Sen ki koca dünyayı aldın sırtına;
Uzat kolunu, çıkar burdan beni.
Yakarışı biter bitmez adamın
Bir ses gümbürdetmiş gökleri:
Şöyle demiş bir ses:
— Yalnız işten kaçmayanların
Yardıma koşar Herakles.
Bak bakalım nedir arabayı durduran;
Kaldır at tekerleklerden bir kez
Dingili sıkıştıran kör olası çamuru.
Al şimdi de kazmanı
Kır biraz şu sökülmez taşı.
Şu çukuru da doldurursan tamam.
Doldurdun mu?
— Evet, demiş adam.
— Şimdi yardım etmesi benden,
Al kırbacını, demiş Herakles gökten,
— Aldım, demiş adam ve bir de ne görsün?
Arabası yürüyor tıngır mıngır.
Herakles'e şükürler olsun!
— Ya gördün mü, demiş o zaman tanrının sesi
Atların ne kolay çekti çıkardı seni.
Dünya işleri böyle yürür:
Kendine yardım eden
Tanrı'dan da yardım görür.


Şarlatan


Şarlatanlar eksik olmaz dünyadan.
Bu mesleğin, ne hikmetse,
Hacısı hocası boldur her zaman.
Kimi peygamberim diye çıkar ortaya,
Kimi Çiçeron geçinir köyde kentte.
Bu sözde Çiçeron'lardan biri
Öyle övüyormuş ki kendini,
Söz sanatının Tanrısıymış nerdeyse;
Bir hımbılı, bir mankafayı, bir hödüğü
Bülbül gibi konuştururmuş isterse.
— Evet,
Baylar, diyormuş kükreyerek;
Bir hödük, bir hayvan, bir eşek,
Bir eşşoğlueşek getirin bana,
Uğraşıp adam edeyim; inanmayana,
Gelsin nutuk çeksin önümüzde,
Cüppe, takke de giysin isterseniz.
Bu sözler kralın kulağına gitmiş;
Çağırtmış üstadı saraya, demiş:
— Bir güzel boz eşek var ahırımda benim;
Bu eşeğin bir hatip olmasını isterdim.
— Başüstüne, demiş bizimki;
Siz istersiniz de ne olmaz ki?
Bir hayli para almış öncelik olarak:
Tam on yıl sonra eşeği kürsüye çıkaracak.
— Yoksa demiş, asın beni, razıyım;
Sırtımda bütün diplomalarım
Ve başımda iki uzun takma kulakla.
Saraylılardan biri yanaşıp şarlatana,
Gizlice demiş ki kulağına:
— Görmeye geleceğim seni asılırken,
Tam darağacına yakışacak adamsın.
Bize bir nutuk çekmeyi de unutma,
Şöyle tumturaklı, dokunaklı cinsinden;
Kulağında küpe kalsın çaçaronların.
— Sen hava alırsın, demiş şarlatan;
On yılda ya kral ölür, ya eşek, ya ben.
Herif haklı;
Asıl on yıl bekleyen deli.
Bugünü gün etmek mesele:
On yıl sonra kim öle, kim kala!


Hır


Hır Tanrıça hır çıkarmış tanrılar arasında;
Bir elma yüzünden sokmuş birbirine
Hera'yı, Minevra'yı, Afrodite'yi.
Atmışlar bu Tanrıçayı göklerden;
O da kalkmış insan denen
Hayvanlar arasına gelmiş:
İyi de karşılanmış biliyorsunuz;
Baş tacı edilmiş uğursuz,
Kardeşi olurdu-olmazdı
Ve babası senindi-benimdi'yle.
Bu dünyada da şeref verecek
Bizim Avrupa'yı bulmuş mübarek,
Ötekileri kaba, az uygar sayarak.
Papazsız, notersiz evlenen o vahşiler
Ne anlarmış anlaşmazlık Tanrıçasından!
Nerde bulunması gerekirse,
Dedikodu ecinnisi hemen
Haberi ulaştırıyormuş ona;
O da bir koşu gelip hırlaşanların yanma
Engel oluyormuş anlaşmalarına.
Önleyip barışı her yerde
Yangına körükle gidiyormuş.
Söndürebilirsen söndür o zaman.
Sonunda Ün Tanrıça
Bıkmış Hır Tanrıça'dan:
Bilemez olmuş çünkü
Nerde, ne zaman hır çıkaracağını.
Aramakla bulunmuyormuş çok kez.
— Belli bir yeri olmalı ki, demiş,
Tam zamanında yollanabilsin
Her aile içinde hır çıkarmaya.
En uygun yeri bulmak kolay olmamış.
Kadınlar manastırı yokmuş o zamanlar,
Olsa, tabii, orda oturturlarmış.
Sonunda yerleştirilmiş Hır Tanrıça
Nikâh Tanrıçası'nın konağına.


Genç Dul


Kocası ölür de kadın ağlamaz olur mu?
Ağlar, dövünür, ama sonunda avunur.
Ne kadar büyük de olsa keder.
Zaman kuşunun kanatlarına biner gider.
Aynı kuş getirir yeniden,
Güzel, sevinçli günleri.
Bu sabah dul kalmış kadınla
Geçen yıl dul kalmış kadın bir mi?
Biri başka insandır, öteki başka.
Biri kara soğuktur, öteki tatlı sıcak:
Birinden kaçırılır, ötekine koşulur.
Yeni dul ağlayacak her gün
İçinden gelsin gelmesin.
Hep aynı ahlar vahlar,
Saçını başım yolmalar.
Her şey bitmiş, dünya zindanmış gibi.
Ama gibi sadece,
İşin doğrusu şu hikâyede:
Genç bir güzelin kocası pek erken,
Öbür dünyaya yollanmak üzereyken,
Karısı bağrışırmış yanı başında:
— Dur, bekle beni, geliyorum;
Sensiz bu dünya benim nem ola?
Koca yine de yalnız çıkmış yola.
Güzelin babası akıllı adammış;
Sesini çıkarmamış ilk zamanlar,
Bırakmış kızını ağlasın,
Ağlayabildiği kadar.
— Kızım, demiş bir gün;
Yeterince yaş döktün.
Merhum ne kazanır bu matemden,
Dünyayı kendine zehir etmenden?
Ölen ölmüşse bunca sağ kalan var.
Hem daha iyisi de çıkar,
Şıp diye de evlenirsin demiyorum;
Dünkü kara bugün ak olmaz, biliyorum.
Ama günü gelince, sen bana bırak,
Birini biliyorum sana gösterecek;
Genç, güzel, boylu boslu,
Merhumdan çok başka türlü.
— Yok, Babacığım, demiş güzel;
Sakın koca arama bana,
Bir manastıra gönder beni.
Baba üstüne varmamış,
Bir ay daha geçmiş aradan.
Bizim dulun giyiminde değişmeler başlamış;
Güzele her türlüsü yakışır;
Karayı bile sevdirmenin yolu vardır.
Aşk perisi başlamış yeniden
Yerini yurdunu düzenlemeye,
Kumrular yuvalarına dönmeye.
Derken gelsin gülüşüp oynaşmalar,
Gençlik çeşmesinin çayırlarında
Sabah akşam dolaşmalar.
Babanın korkusu kalmamış artık
Sevgili merhumdan;
Ama beklemiş, kızından gelsin istek,
Nasıl olsa isteyecek.
O da beklermiş ki meğer
Koca lafı babasından gelsin.
— Baba, demiş sonunda;
Hani sen bir koca buluyordun bana?


Bitiriş


Bitirelim artık bu işi burda:
Uzun yapıtlar korkutur beni.
Bir konuyu tüketmek gerekmez;
Yalnız çiçeğini almak nemize yetmez?
Hem bu ara biraz soluk almam,
Yeni güç kazanmam gerek benim,
Başka yollara atılmak için.
Aşk, başımdan eksik olmayan o zorba
Konu değiştireceksin diyor bana:
Buyruğuna boyun eğmek zorundayım.

Vebaya Tutulmuş Hayvanlar


Bir beladır sarmış dünyayı:
Ne günahlar işlenmiş ki Tanrı kızmış,
Salmış yeryüzüne vebayı.
Adı batasıca, bir geldi mi
Geldiği gün doldurur cehennemi.
Hayvanlar başlamış bir bir tutulmaya.
Her tutulan olmuyormuş ama,
Kötüymüş hepsinin hali.
Ölüm dayanmaya görsün kapıya,
Kim çıkar karın doyurmaya?
Tadı kalmamış etin kemiğin:
Ne kurt kuzu arıyormuş artık
Ne tilki tavuk.
Kumrular bile sevişmez olmuş, düşünün!
Aşk olmayınca da dünyayı neylersin?
Aslan toplamış milleti, — Dostlarım, demiş;
Bu veba, Tanrı'nın bir cezası bizlere:
Kimin günahı çoksa kurban edilmeli;
Tanrı öfkesi yatışmaz başka türlü.
Tarih boyunca hep böyle olmuş:
Bir can feda etmiş kendini
Bir can kurtulmuş.
Gelin, sorguya çekelim kendimizi;
Yalan dolan yok;
Hatır gönül sayma yok;
Ne mal olduğumuzu koyalım ortaya.
En suçlu benim belki de, olur ya!
Şu pisboğazım yüzünden
Az mı koyun yedim ben?
Ne günahı vardı biçarelerin?
Hadi koyun yenir diyelim, çoban yenir mi, çoban?
Ben yedim.
Alın canımı, feda olsun, olsun ama
Herkes de söylesin bakalım ne yaptıysa.
En suçlumuz ölmeli ki
Hak yerini bulsun.
— Sultanım, demiş tilki;
Bu kadar iyilik de olmaz ki,
Yakışır mı size böylesine yumuşamak.
Yok yere kendinizi kötülemek?
Sizin koyun yemeniz mi günah?
Fesuphanallah!
İyilik etmişsiniz, şeref vermişsiniz
O aşağılık, o sünepe, o budala yaratıklara!
Çobana gelince:
Haddini bildirmişsiniz gereğince.
Hayvan gütme de ne oluyor yani?
Bizden üstün mü sanıyor kendini?
Tilki bunları der demez
Dalkavuklar alkışa boğmuş ortalığı.
Gayrı hoş görünmüş herkese
Kaplanın kaplanlığı, ayının ayılığı.
Şirretlere gün doğmuş;
En azgın köpeğin bile
Bir evliya olmadığı kalmış.
Sonunda eşek söz almış:
— Bir gün, demiş hiç unutmam,
Papazların çayırından geçiyordum.
İn cin yok, acıkmışım;
Otlar öyle taze, öyle yeşil...
At bir dil, dedi şeytan.
Hakkım yoktu, biliyorum, ama gel de dayan:
Bir dil attım...
Sen misin bunu söyleyen, yüklenmişler eşeğe.
Bir kurt, sözde okuryazar, çıkmış kürsüye:
— İşte, demiş, içimizdeki şeytan!
Üstümüze lanet yağdıran budur,
Bu uyuz, bu baldırı çıplak, bu mendebur...
Kurt coşmuş, kanıt manıt ne gerekse bulmuş,
Eşeğin bir lokma suçu sehpalık olmuş.
El âlemin otunu yemek ha?
Yalnız ölüm temizlermiş bu cinayeti...
Ve eşek boylamış cenneti.
Sarayda akla kara
Böyle çıkar ortaya:
Zorlu ne yapsa eyvallah,
Yoksul ağzını açsa günah!


Mutsuz Evli


İyiyle güzel bir araya gelebilse
Yarından tezi yok evlenirdim.
Ama bu ikisi çoktan boşanmış nedense.
Hem içi, hem dışı güzel olan kim?
Güzel can ve güzel beden:
Ne az bu ikisini bir arada gören.
Ben görmekten umudu kestim, kızmayın bana.
Çok evlenenler gördüm, hiçbirinde gözüm yok;
Ama insanların hemen hepsi
Gözünü kırpmadan atıyor kendini
Kumarların bu en büyüğüne.
Pişman olmuş bir evli anlatacağım size,
Kavgacı, cimri ve kıskanç karısını
Başından def etmekten başka çare
Bulamadı bir türlü bu zavallı.
Her şeyde bir kusur buluyormuş bu kadın;
Çok erken yattın, çok erken kalktın;
Bu fazla kara^ şu fazla beyaz, fazla sarı,
Deliye döndürüyormuş uşakları.
Kocası hiçbir şeyi ciddiye almıyormuş onca;
Bol keseden harcıyor, gezip tozuyormuş;
Evin beyi keyfinden başka şey düşünmüyormuş.
O kadar dırdır etmiş ki sonunda evin beyi
Bitirmek için bu bitmez teraneyi,
Yollamış anasının babasının köyüne
Başına aldığı belayı.
Kadın uzun bir süre köyde kalmış.
Sonunda yatışmıştır diye
Kocası çağırmış karısını evine.
— Ee, neler yaptın bakalım, demiş;
Nasıl vakit geçirdin köyde?
Zamanında yatıp kalkmasını bilen kırlar
Hoşuna gitti mi bari?
— Oldukça, demiş cadaloz karı;
Ama ordakiler daha tembel burdakilerden,
Doğru dürüst bakmıyorlar sürülere,
Anlayışsız heriflere ne söylesen nafile.
Üstelik düşman da oldular bana.
— Anlaşıldı, demiş kocası hemen;
Ne belalı bir kadınsın ki sen
Sabah gidip akşam dönen çobanlar bile
Bıkmış, usanmış, anlaşamamışlar seninle.
Burda uşaklar bütün gün
Senin dırdırlarına nasıl dayansın?
Gece gündüz yanında istediğin kocansa
Bu köleliğe nasıl katlansın?
İyisi mi, sen yine dön köyüne
Ve eğer ben seni bir daha çağırırsam,
Bir daha böyle bir budalalık edersem,
Cehennem azabı yerine Tanrı
Versin bana senin gibi iki karı.


Dünyadan El Çeken Sıçan


Bu bir Doğu masalı, alınmasın kimse!
Bir sıçan varmış evvel zaman içinde.
Yorulmuş, canından bezmiş bu sıçan;
Çekmiş elini yalan dünyadan,
Gitmiş, kapanmış, tek başına
Bir Hollanda peynirinin içine.
İn cin yok, ıssız bir yermiş burası:
— Tam erilecek yer, demiş
Bizim yeni zaman evliyası.
Dişini, tırnağını işletmiş,
Kovuğunu delmiş, genişletmiş.
Az zamanda kurmuş içerde tekkeyi;
Postu serip muradına ermiş;
Yağlanmış, göbek koyvermiş.
Allah böyle bolundan verir işte
Kendini Allah'a verenlere!
Günün birinde bu sofu kişiye
Elçiler gelmiş sıçan milletinden
Biraz yiyecek istemeye.
Yurtdışına gidiyormuş bu elçiler
Saldırgan kedi milletine karşı
Yardım isteyeceklermiş dünyadan:
Dört bir yandan sarılmış çünkü Sıçanıstan.
Beş parasız çıkmışlar yola,
Neden derseniz
Sıfırı tüketmiş koca devlet
Abluka yüzünden.
— Az bir şey istiyoruz, demişler;
Dört beş günlük yiyecek yeter.
— Dindaşlarım, demiş bizim evliya;
Benim artık alışverişim yok ki
Bu dünyanın işleriyle.
Allahına sığınmış bir fakir
Size nasıl yardım edebilir?
Ne gelir elimden hayır duadan gayrı?
Allah büyüktür, düşünür sizi;
Bu beladan da kurtarır milletimizi.
Hazret bunları söylemiş
Ve kapıyı sürgülemiş!
Sizce kim,
Bu cimri sıçanla anlatmak istediğim?
Bir papaz mı?
Yok canım, bir derviş:
Hiç böyle Hıristiyan olur mu?
Nerde görülmüş?


Balıkçıl


Bacaklar, gaga, boyun
Hepsi uzun mu uzun,
Balıkçıl geziniyormuş bir gün,
Dere boyunca.
Pırıl pırılmış sular,
En güzel günlerindeki gibi dünyanın.
Bayan sazan oynaşıp duruyormuş
Ahbabı turnabalığıyla.
Balıkçıl burun kırmış
Avın bu kadar kolayına.
Kıyıya kadar geliyormuş balıklar:
Bir gaga atsa tamam.
— Ama demiş, biraz bekleyeyim de
İştahım gelsin iyice.
Rejim yapıyormuş o günlerde,
Belli saatlerde yemek yiyormuş.
Biraz sonra iştahı gelmiş kıvamına;
Yaklaşmış kıyıya,
Bakmış bir sürü sazan, ama yeşil;
— Dünyada yemem, demiş balıkçıl;
Daha iyilerini beklemiş.
Horatius'un şehirli faresi gibi
Bir şeyleri beğenmezmiş bu haspam da:
— Yakışır mı koca balıkçıla, demiş,
Yeşil sazan yemek bu güzel günde?
Fakir fukara yesin bunları,
Ben o kadar düşmedim henüz.
Sen misin yeşil sazanı beğenmeyen,
Kayabalıkları kalmış ortada yalnız.
— Kaya balığı ha?
Bana, balıkçıla?
Tanrılar yazdıysa bozsun:
Gagamı açmaya değmez bunlara.
Daha beteri için açmış ama gagayı.
Ne olmuşsa olmuş,
Tek bir balık kalmamış ortada.
Karnı zil çalmaya başlayınca da,
Bir salyangoza fit olmuş balıkçıl
Hem de nasıl!
Her şeyi zor beğenmeyelim o kadar:
Aklı olan bulduğuyla yetinmesini bilir.
Çok kazanç isteyen azından da olabilir.
Burun kırmaktan sakınmalı insan,
Hele az çok kendi harcını bulduğu zaman.
Tümen tümendir bu yüzden faka basanlar.
Balıkçıllara değil, ey insanoğulları,
Sizlere söylüyorum bunları.
Bir de şu masalımı dinlerseniz,
Bu dersleri sizden aldığımı görürsünüz.


Gelinlik Kız


Gözü yükseklerde kızın biri,
Kocaların en iyisine
Saklıyormuş kendini.
Genç, yakışıklı, güzel olacakmış.
Nerde, nasıl davranacağını bilecekmiş.
Hiç surat asmayacağı gibi,
Karısını kıskanmayacakmış da kocası.
Ayrıca zengin ve soylu olması,
Güzel, akıllıca konuşması da şartmış.
Her şeyi, her şeyi istiyormuş kısacası:
Ama gel ara da bul böylesini.
Talih elinden geleni yapmış,
Yabana atılmaz kısmetler de yollamış,
Kimseleri beğenmeyen bu kıza:
— Nasıl olur, diyormuş, nasıl olur da,
Böylelerini uygun görürler bana?
Eşim dostum kafadan sakat olmalı:
Şu bana koca olmak isteyenlere bakın:
Hepsi ne sünepe, ne zavallı!..
Kimi kafasız, kaba sabaymış;
Kiminin burnu gerekli burun değilmiş;
Kimi şöyleymiş, kimi böyleymiş;
Sen gel de koca beğendir,
Salon kibarlığına düşkün kızlara.
Kalburüstü kişileri,
Böylece kapı dışarı edince bizimki,
Başlamış orta halliler gelmeye.
Kız, tabii, alay etmiş hepsiyle:
— Ne diye kapımı açarım bunlara, demiş;
Kocasızlıktan ölüyorum sanıyorlar, .
Oysa, tanrılara şükür,
Hiç de kötü geçmiyor gecem gündüzüm,
Yanımda birini arasa da gözüm.
Bizim güzel böylece,
Yetinmiş kendi kendisiyle
Derken yaşı geçmiş bizim güzelin.
Âşıklar kapısını çalmaz olmuş.
Bir yıl, bir yıl daha beklemiş,
Bakmış ne gelen var, ne giden:
O zaman başlamış içine kasvet çökmeye,
Her gün biraz daha gitmiş elden
Gülüşmeler, oynaşmalar, sevişmeler.
Yüzüne bakanlar,
Buruşturmaya başlamış yüzlerini.
O zaman gelsin boyalar, sürmeler!
Nafile tabii, ne yapsa;
Zaman, o hırsızların en belalısı,
Çalmış güzelin nesi var nesi yoksa.
Bir ev yıkıldı mı yapılır:
Yıkılan yüz yapılabilir mi yeniden?
Salon kibarlığı sökmez olur.
Diller değişmiş o zaman:
— Aman, demiş aynası bizim güzele;
Çabuk, bir koca buluver kendine!..
Yalnız aynası mı, içi de diyormuş bunu:
Salon kibarlığı yok edemez ya arzuyu.
Sonunda bizim güzel fit olmuş
Sevine sevine, hem de
Rastladığı hödüğün birine.
 

Yorum yazmak için lütfen giriş yapınız

Editörün Son Yazıları

probiyotik

Çile

probiyotik

Yattığım Kaya

probiyotik

Kaldırımlar

probiyotik

Islak Gül

Editörlerin Son Yazıları

kaptanfilozof06

Hindistan'da İlginç Olay

probiyotik

Çile

bubble30

İÇİNDEKİ CEVHERİ KORUYANLAR

Nielawore

"HALİME TERCÜMANDIM"

Bizden haberdar olmak için mail listemize kayıt olun