Kasım 24, 2024

La Fonteine Masal Anlatma Kardeşim

Sel ve Irmak
Bir sel boşanmış dağdan,
Dünyayı gürültüye boğaraktan.
Korku salıyormuş geçtiği yere,
İnsan, hayvan, kaçan kaçana!
Öyle yıldırmış ki milleti,
Kimseler yaklaşamıyormuş yanına.
Yolcu yolunda gerek,
Ama kimseler gidemiyormuş yoluna,
Bu sel geçilmez diyerek.
Bir tek yolcu geçmiş seli,
O da neden?
Peşinde eşkıya varmış da ondan.
O geçince eşkıyalar da geçmiş,
Çok derin sandığı yer,
Hiç de değilmiş meğer.
Derken bir ırmak çıkmış karşısına,
Seli geçen, ırmaktan korkar mı?
Hele ardında, eşkıya da olursa.
Yolcu bakmış, uslu akıllı bir ırmak,
Ne uçurum, ne kaya,
Uyuyor sanki mübarek,
Yatmış tertemiz kumlara.
Yolcu hiç korkmadan sürmüş atını;
Seli geçti ya,
Bu ırmağı haydi haydi geçerim sanmış.
Meğer sel ırmağın yanında sudanmış.
Karşıya geçecek yerde zavallı,
Öyle bir yere gitmiş ki atıyla,
Eşkıyalar kanatlı da olsalar nafile!
Gürültü edenlere kulak asma pek:
Korkacaksan, sesi çıkmayanlardan kork.
Eğitim
Laridonİa Sezar kardeşlerin ataları
Ünlü, güzel, sağlam, yiğit köpeklermiş.
İki kardeş iki ayrı efendiye düşmüş:
Biri ormanda dolaşmış, öteki mutfakta.
Eski adları başkaymış her ikisinin de
Ama apayrı iki eğitim ve besin,
Birini Sezarlığa doğru götürürken
Ötekini bir yağ tulumuna döndürmüş;
Bundan ötürü de aşçı yamağının biri
Laridon adını takmış ona.
Kardeşiyse büyük serüvenler yaşamış;
Dize getirmiş nice domuzları, geyikleri;
Köpek soyunun ilk Sezan olmuş sonunda.
Yakışıksız kancıklara kapılmaması
Çocuklarında cinsin bozulmasını önlemiş.
Laridonsa her önüne gelenle
Mercimeği fırına vere vere
Piçleriyle doldurmuş her yeri,
Onun soyundan gelir derler
Fransa'nın şiş çeviren mutfak köpekleri.
Ayrı bir soydur bunlar, korkak olur hepsi,
Sezar'ların tam tersi.
Hep atasına babasına çekmez insan;
Bakımsızlıkla, zamanla her şey bozulur;
Yaradılışı geliştirmemek yüzünden
Nice Sezar'lar birer yağ tulumu olur.
İki Köpekle Bir Ölmüş Eşek
Kötü huylar bir araya gelir de
İyileri gelmez nedense.
İçimize bir kötülük girmeye görsün
Hepsi sökün eder peşinden.
Kardeş gibidir kâfirler;
Bir dam altında yaşayabilirler.
İyilikler öyle mi ya?
Hepsi gelir mi bir araya
Bir tek insanda?
Gelse de binde bir;
Zor kaynaşırlar nedense.
Kimi adam yiğittir, ama akılsızca;
Kimi de akıllıdır, ama pısırıkça.
Hayvanlar da öyledir;
Köpeği alın mesela:
Efendisine bağlıdır, işini bilir;
Gel gelelim budala ve açgözlüdür.
Bu tarafıyla girmiş masala
İki köpek varmış,
Bir göl kıyısında geziyorlarmış.
Bir eşek ölüsü görmüşler suda
Yüzüp gidiyormuş uzağa.
— Dostum, demiş köpeğin biri;
Senin gözlerin daha iyi görür:
Bir dikiz etsene şu suları.
Bir şeyler görünüyor gözüme,
At ölüsü mü, öküz ölüsü mü ne?
— Ne ölüsü var mı? demiş öteki;
Yenir bir şey ya, sen ona bak.
Ama yanına nasıl gitmeli,
Kör olası bir hayli uzak.
Üstelik rüzgâr da var,
Yüzemeyiz oraya kadar.
İyisi mi gel şu suyu içelim biz:
Susamışız da zaten,
Bir giriştik mi seninle, içer bitiririz.
At mı eşek mi neyse,
O da iner dibe.
Bir haftalık et kemik çıkar:
Ye babam ye.
Ve iki köpek başlamış gölü içmeye.
Soluk soluğa
Ha biraz daha, ha biraz daha
Derken çatlatıp mideyi,
Boylamışlar tahtalıköyü.
İnsan da böyle değil midir?
Bir şeye tutuldu mu engel dinlemez;
Olmayacak şey olacak bilir.
Mal peşinde olsun, ün peşinde olsun
Ne hayaller kurmaz,
Ne potlar-kırmaz.
Ah çiftliklerim, sömürgelerim olsa!
Ah sandıklarım altın dolsa!
Latince, Yunanca öğrensem!
Bütün bilimleri, tarihleri bilsem!
Göl içmekle bitmez de bunlar biter mi?
Ama insan yine de ister hepsini.
Bir canın istediklerini yapmaya
Dört beden yetmez;
Tükenir hepsi yarı yolda.
Nuh'un dört misli de yaşasa
İnsanın isteği bitmez.
Demokritos ve Hemşerileri
Cahil halk kafası ne kötü şey!
Ne saygısız, ne haksız yollara gider,
Kendini bilmeden ne sersemlikler eder.
Perdeli gözlerle bakar dünyaya,
Kendi ölçüsüne sokar herkesi.
Demokritos bu kafadan payını almış;
Hemşerileri diye çıkarmış adını.
Zaten kim peygamber olmuş
Kendi memleketinde?
Beyinsizlerin yediği naneye bakın:
Koca Demokritos aklını yitirmiş de
Onlar bulmuş.
Olmaz demeyin, öyle olmuş.
Aklı evvel Abderialılar
Acıyıp deli bilgine,
Mektuplar, elçilerle
Hippokrates hekime haber salmışlar.
Gelip akıl hastasını görsün diye.
— Ah sormayın, demişler ağlaşarak;
Zavallı aklını kaçırdı kaçıracak,
Hep okumaktan oldu böyle.
Hiç okumaz olaydı biçare.
Neler söylüyor bilseniz:
Sayısız dünyalar varmış;
Hem bu sayısız dünyalar belki de
Sayısız Demokritosİarla doluymuş.
Bu saçma yetmiyormuş gibi, bir de Atomlar diye bir şey
tutturmuş,
Göze görünmez acayip bir şeyler,
Bozuk kafası neler uyduruyor, neler!
Oturduğu yerden gökleri ölçer biçermiş.
Böylece de bütün evreni bilirmiş,
Kendini bilecek yerde.
Önceleri konuşur, çekişirdi herkesle,
Şimdi kendi kendine konuşur oldu.
Gel, yüce hekim, gel kurtar dostunu.
Hippokrates pek aldırmamış bu sözlere
Ama kalkmış gitmiş yine de.
Talihin cilvesine bakın ki,
Hippokrates geldiği zaman yanına,
Aklını kaçırmış sanılan kişi,
Aklın yerini arıyormuş
İnsanda, hayvanda;
Yüreği, kafayı inceliyormuş.
Bir beynin kıvrımlarına bakıyormuş
Dere kıyısında, gölgelikte;
Ayakucunda bir sürü yazı, çizi.
Öyle dalmış ki işine,
Görmemiş bile dostunun geldiğini.
Bilgelerin boşuna harcayacak
Sözleri, vakitleri yoktur pek:
Kısa bir hoşbeşten sonra,
Boşverip bütün dedikodulara,
İnsan ve düşüncesi üstüne
Bir hayli konuşmuşlar.
Ahlak üstünde de durmuşlar.
Neler söylemiş iki bilge?
Anlatmak istediğim bu değil benim.
Anlattığım kadarı yeter sanırım
Halkın nasıl yanıldığını göstermeye.
Ama, kimine göre, öyle değilmiş,
Bir yerde okudum geçenlerde:
Halkın sesi Tanrı'nın sesiymiş.
Bir doğruluk var mı dersiniz bu sözde de?
Kurtla Avcı
Biriktirme azgınlığı bir dev gibidir:
En büyük nimet gözüne küçük gelir.
Kitabında bu devle az mı cenkleştim;
Boşa mı gidecek bütün emeklerim?
Ne aklı dinliyor insanoğlu ne beni:
Yeter artık yiyelim! diyecek mi bir gün?
Acele et, dostum; pek uzun değil ömrün.
Boyuna söylüyorum sana bunu;
Tek bir söz bütün bir kitaba değer çünkü.
Hadi kazancını ye.
— Peki.
— Ne zaman?
— Yarın.
Etme, dostum, yarın bakalım var mısın?
Varlığının tadını bugünden çıkarsana!
Yoksa korkarım, sen de bu masalımdaki
Avcıyla kurdun kaderini paylaşırsın.
Bir avcı yayıyla bir alageyik vurmuş.
Bakmış bir karaca yavrusu geçiyor
Onu da sermiş yeşil çayırlar üstüne.
Az av mı bu:
Bir alageyik, bir karaca.
Tokgözlü bir avcıya çok bile.
Ama bizim okçu düşmüş ardına
Kocaman, görkemli bir yabandomuzunun.
Böyle parçalara pek düşkünmüş, ne yapsın.
O da yemiş oku, ama ölüm makası
Bir türlü kesip alamıyormuş canını.
Koca hayvan birkaç kez ölmüş dirilmiş
Aldığı yara ağır, yere serilmiş.
Bundan fazlası can sağlığı değil mi artık?
Hayır! Sonsuz iştahları doymak bilir mi?
Talan peşinde koşanların?
Yabandomuzu bir kez daha dirilirken
Avcı bir keklik görmüş yerde yürüyen.
Bunca avdan sonra değer mi?
Yine de germiş yayını bizimki.
Ama domuz son gücünü dişine takarak
Yürümüş üstüne karnını yarmış.
Öcünü alır almaz da canını vermiş.
Masalın buraya kadarı açgözlülere;
Bundan sonrası cimriler için.
Bir kurt geçmiş ordan, görmüş bu kanlı sahneyi.
Ey cömert talihim benim, demiş;
Sana bir tapınak yaptırmalıyım,
Dört kurban serilmiş yatıyor yerde!
Her biri ayrı bir hazine!
Ama yooo! Bunları çarçur etmemelisin;
Bir daha böyle parsayı nerde bulursun?
(Bütün cimriler bu mantıkla cimri olur)
En azından bir aylık yiyecek demiş kurt;
Bir, iki, üç, dört;
Her birini bir hafta yedik mi tamam!
Ama hesabın yuvarlak olması için
Yemeğe iki gün sonra başlamalısın,
Şu yayın telini yiyelim şimdilik;
Kokusundan anladığıma göre
Bağırsaktan yapılmış olsa gerek.
Böyle deyip gergin yaya saldırınca kurt,
Bir ölü daha katılmış ötekilere:
Delmiş barsaklarını yaydan fırlayan ok.
Dönelim sözümüze: Kazancını yemeye bak.
Gördün ne kazandı bizim bu iki salak:
Biri açgözlülüğünden Öteki cimriliğinden.

Demir Kemiren Sıçan
Uyup kafamın cinlerine
Hayvan masalları yazdım.
Başka kahramanlarla belki de
Bu kadar ün kazanamazdım.
Benim şiirlerimde kurt, köpek
Tanrıların diliyle konuşur;
Her hayvan bir kılığa girerek
Türlü adamlar olur.
Kimi akıllı, kimi deli;
Ama delilerim daha çoktur,
Onlar nedense daha bereketli.
Haydutlar, dolandırıcılar da
Çıkarırım ortaya;
Zorbalar, vicdansızlar;
Kafasız, beyinsizler;
Serseriler, kopuklar,
Yüzsüzler, dalkavuklar.
Hele yalancılarım?
İstesem ordularla çıkarırım.
Her insan yalan söyler, der bilge.
Yalnız aşağılık insanlar dese,
Kimsede hoş görülmezdi yalan;
Kötü sayılırdı her söyleyen.
İnsan dediğin herkes, hepimiz,
Büyük küçük hep yalan söylermişiz.
Başkası söylese inanmazdım;
Bilge söylüyor bunu.
Hem bir adam çıkar da
Ezop, Homeros gibi yalan söylerse,
Gerçekten yalancı olur mu?
Neler uydurmamış bu ustalar,
Ama insan doyamaz dinlemeye.
Yalan kılığı altında
Gerçeği söylemişler bize.
Öyle birer kitap bırakmışlar ki
Dünya durdukça sevilseler,
Ondan sonraya da kalsalar, değer.
Onlar gibi yalan söyleyen nerde!
Bir onların yalanına bakın
Bir de şu ahmağın,
Şu yüzsüz bakkalınkine.
Attığı yalanla
Kendini vurmuş budala.
Bakın nasıl olmuş:
İran'da bir karaborsacı varmış,
Mal almaya giderken Arabistan'a
Bir yığın demir bırakmış komşusuna.
Gel zaman git zaman dönüp gelmiş;
Bakkaldan demirleri istemiş.
— Demirler mi? Sizlere ömür, demiş bakkal.
Sıçan kemirdi bitirdi hepsini.
Kızdım, çok bağırdım adamlarıma.
Ama ambar bu, deliksiz olmuyor ki.
Karaborsacı pes demiş bu kadarına.
Ama inanır görünmüş, olur ya demiş.
Gitmiş para vermiş bir eşkıyaya
Bakkalın oğlunu kaldırtmış dağa.
Sonra da gelmiş, nazikâne,
Yemeğe çağırmış komşuyu evine.
— Ah, ne yemeği, demiş bakkal;
Bana dünyalarım haram oldu.
Oğlumu kaybettim, biricik oğlumu!
Canım, ciğerim, her şeyimdi;
Kaçırdılar, evlatsız kodular beni.
— Evet, demiş tüccar; dün akşam gördüm.
Bir baykuş kaldırdı oğlunuzu.
Şu eski konağa doğru gidiyordu.
— Kim inanır buna, demiş baba;
Oğlum baykuşu kaldırdı desen neyse.
— Nasıl kaldırır bilmem, demiş tüccar;
Ama gözümle gördüm, kaldırdı işte.
Hem bunda şaşacak ne var?
Bir sıçanın koca demirleri Kıtır kıtır yediği bir memlekette
Baykuşun çocuk kaldırması bir şey mi?
Bakkalda şafak atmış;
Hemen verip tüccara demirleri
Almış yumurcağını geri.
Buna benzer bir şey de
İki yolcu arasında olmuş.
Bu iki yolcudan biri
Her şeyi dev aynasında görürmüş.
Hani vardır ya öyleleri
Deve yaparlar pireyi;
Ne kadar canavar varsa Afrika'da
Kaldırır getirirler Avrupa'ya.
Bizimki de böyle atarmış:
— Bir lahana gördüm, evden büyük, demiş;
— O da bir şey mi, demiş arkadaşı;
Ben bir tencere gördüm, kilise kadardı.
Öteki başlayınca gülmeye:
— Ne gülüyorsun be, demiş;
Senin lahanaya böyle tencere gerek.
Tencereli yolcu işin alayında,
Baykuşlu tüccar hinoğluhin;
Ama tencere de yerinde, baykuş da.
Saçma söyleyenle akıl yürütmeyin;
Değmez kendinizi yormaya;
Siz daha beterini söyleyin,
Şıp diye gelir aklı başına.
İki Güvercin
İki güvercin varmış, canciğer;
Bir arada doğmuş büyümüşler.
Günün birinde iki dosttan biri
Bıkmış görmekten hep aynı yeri,
Uzak memleketlere gitmeye kalkmış.
Otur oturduğun yerde, değil mi?
Hayır, ille gidecek, delilik işte.
— Ne zorun var kardeş, demiş
Öteki güvercin; gel etme;
Beni yalnız bırakıp gitme.
Ayrılık en kötü şey bu dünyada.
Sana göre hava hoş belki.
Hiç mi aramazsın oralarda beni.
Hem yolculuk kolay mı geliyor sana?
Neler gelebilir başına, düşünsene.
Mevsim de fena, daha çok erken.
Bekle bari ılık yeller essin.
Acelen ne?
Yaz gelince gidersin.
Hem karga pek acı bağırdı bu sabah:
Bir kuşun başına gelecek var.
Hep kötü şeyler kuracağım gidersen:
Ökseler, şahinler, atmacalar...
Yağmur yağdı mı artık dışarda,
Ben içerde arpacı kumrusu:
Acaba benimki ne halde şimdi?
Yiyecek şey, yatacak yer buldu mu?
Bu sözler sarsmış ne de olsa
Başında yeller esen güvercini.
Ama içine kurt düşmüş bir kez,
Gitmese olmaz:
— Üzülme, demiş; tez dönerim;
En çok üç gün gezer, kurtlarımı dökerim.
Gelir anlatırım sana,
Neler gördüm, geçirdimse.
Senin de için açılır biraz.
Dünya görmeyenin anlatacak şeyi olmaz.
Ne hoşuna gidecek görürsün,
Beni dinlemek bütün gün.
Kim bilir neler anlatacağım sana?
Şuraya gittim, buraya gittim...
Bir yerde şu geldi başıma...
Kendin de görmüş gibi olacaksın.
Böyle demiş ayrılmışlar ağlaşarak.
Yolcu güvercin yolunda gerek:
Süzülüp gitmiş engine.
Bir de bakmış, önünde bir kara bulut;
Hemen bir sığınak aramış kendine.
Bir ağaç bulup konar konmaz,
Sağanak yaprak maprak dinlememiş,
Hırpalamış güvercini biraz.
Hava açmış, havalanmış yine,
Islak kanatlarını kuruta kuruta.
Bir tarla görmüş ıssız ovada,
Buğday serpilmiş bir yerine,
Bakmış bir güvercin de var, heveslenmiş
Gelip konar konmaz yakalanmış.
Tuzak ilmikleri varmış meğer
Buğday tanelerinin altında.
Bereket eskiymiş sicimler,
Koparmış çoğunu pençesi, gagasıyla,
Bir hayli tüy pahasına.
Bununla kalsa iyi;
Pençesine takılı kalmış sicimlerle
Bir kürek mahkûmu gibi kaçarken,
Bir şahin görmez mi zavallıyı?
Tam inerken güvercinin üstüne
Amansız pençeleriyle,
Bir kartal süzülüvermiş bulutlardan.
İki haydut pençeleşe dursun,
Yel yepelek tüymüş güvercin.
Gitmiş bir kulübenin yanına konmuş.
Hele şükür demesine kalmadan,
Bir piç kurusu, elinde sapan,
Her çocuk gibi de katı yürekli,
Vurmuş kanadından biçareyi.
Güvercin bezmiş artık canından,
Yola çıktığına bin pişman,
Kol kanat yara bere içinde,
Takıp canını dişine,
Dar atmış kendini eve,
Başka belaya çatmadan yolda;
Yarı ölü yarı diri bir halde.
Düşünün ne sevinmiş iki güvercin;
Bir daha ayrılmak mı? Allah göstermesin.
Sevenlere bir dünya olmalı sevdikleri!
Ayrılıp yad ellere gitmeyin.
Canınız gezmek isterse
Yanı başınızda gezecek yer mi yok?
Sevenlere bir dünya olmalı sevdikleri,
Her gün yeni, her gün bir başka güzel!
Sevdiniz mi her şey sizde,
Ne ararsınız gayrı başka yerde?
Bir zamanlar ben de sevdim.
O zamanlar bir şeylere değişmezdim:
Ne gümüşlü Louvre saraylarına,
Ne göğe, ne yıldızlarına
Sevdiğim çoban kızının gezdiği yeri,
Ayağının değdiği bahçeleri,
Gözleriyle aydınlanan ormanları
Vurgundum ona, kulu kölesiydim;
Onaydı koşmalarım, ilk yeminlerim.
Bir daha gelir mi o günler, nerde!
Serseri gönül, ne diye çeker gider,
O canım, o güzelim yerleri bırakır da.
Ah ne olur, yüreğim yeniden coşsa!
Büyü mü kalmadı saracak beni,
Sevme zamanlarım geçti mi yoksa?
Maymunla Pars
Maymunla pars,
Para kazanıyorlarmış bir panayırda,
Her biri kendi hesabına.
— Baylar, diyormuş pars;
Benim adım yüksek yerlerde geçer;
Büyükler bilir kadrimi, değerimi..
Dün kral görmek istedi beni.
Ölürsem kürk yaptıracak kendine
Alaca bulaca postumdan.
Şu renklerime bakın bir kere,
Şu nakışlara, şu beneklere.
Cafcafa bayılır insan milleti,
Pars'a da bayılmışlar;
Ama buymuş bütün marifeti,
Biraz bakmış, sonra çekip gitmişler.
Öte yanda maymun:
— Buyurun baylar, diyormuş, buyurun;
Değişik numaralar bende.
Komşum parsınkiler sırtında yalnız,
Benimkiler şu kafanın içinde.
Ben, Zümbüllü kulunuz,
Cümbüllü'nün yeğeni ve damadı,
Merhum papanın baş soytarısı,
Yeni geldim şehrinize,
Üç gemimle dünyayı geze geze;
Bir konuşma yapayım burada dedim;
Evet, bir konuşma; sazlı sözlü.
Dans etmesini de bilirim,
Göbekli, baleli maleli.
Türlü perendeler bende,
Çember döner, ben içinde.
Altmış lira verilmez mi bunlara?
Benim istediğimse altı lira.
Gelin, görün, beğenmezsiniz bu fakiri,
Gişeden alın paranızı geri.
Maymunun hakkı var:
Kürkün zengin olmuş ne çıkar,
Kafa zengin olmalı.
Birine bir bakar, iki bakar bıkarsın;
Ötekinin tükenmez hoşlukları.
Ah, ben nice sayın baylar görmüşümdür,
Panayırdaki parsa tıpa tıp uyan:
Bütün marifetleri bitiverir
Postu çıkardınız mı sırtlarından.

Yorum yazmak için lütfen giriş yapınız

Editörün Son Yazıları

probiyotik

Çile

probiyotik

Yattığım Kaya

probiyotik

Kaldırımlar

probiyotik

Islak Gül

Editörlerin Son Yazıları

kaptanfilozof06

Hindistan'da İlginç Olay

probiyotik

Çile

bubble30

İÇİNDEKİ CEVHERİ KORUYANLAR

Nielawore

"HALİME TERCÜMANDIM"

Bizden haberdar olmak için mail listemize kayıt olun