Kasım 24, 2024

Masal Perilerine

Dilekler


Moğolistan'da bir tuhaf cinler varmış;
Uşaklık ederlermiş evlerde.
Evi temiz tutar, eşyayı korurlarmış.
Bahçe işlerine bile bakarlarmış.
İşlerine karışamazmış kimse
Cinleri kızdırmak istemezse.
Bu cinlerden biri Ganj kıyılarında
Hali vakti yerinde bir şehirlinin
Bahçesine bakıyormuş sessiz sedasız,
On parmağında on hüner varmış,
Beyine, hanımına da pek bağlıymış,
Hele hele de bahçesine.
Cinlerin dostu seher yelleri
Yardım ediyormuş kendisine.
Durmadan, dinlenmeden çalışıyormuş cin
Ev sahiplerinin mutluluğu için.
Cinler urandır ama elinde olsa
Kalmak istermiş orda dünya durdukça.
Gel gelelim, cinlerin cumhurbaşkanı
Ya aklına öyle eserek
Ya da siyasal nedenlerle
Ev değiştirmesini istemiş cinin.
Gelen emre göre kalkıp gidecek
Bilmem hangi şehrine ta Norveç'in;
Yaz kış karlara gömülü
Bir evde çalışmak için.
Hintliyken Lapon oluvermiş cin.
Ama gitmeden önce beyine, hanımına,
— Beni sizden ayırıyorlar, demiş.
Ne kusur işledim bilmem; aramak boşuna.
Gitmek zorundayım; bir ay, belki bir hafta
Kalabilirim ancak yanınızda.
Bu arada üç şey, ama yalnız üç şey
Diyebilirsiniz benden; üçünü de
Yerine getirebilirim gitmeden.
Dilemek insanların canına minnet:
— Aman, demişler, önce bizi bir zengin et.
Hemen avuçlar dolusu para
Başlamış akmaya sandıklara.
Ambarlara, mahzenlere sığmaz olmuş
Bir anda çoğalan buğdaylar, şaraplar.
Öyle bir bolluk ki her yer tıka basa dolmuş.
Bütün bunları nasıl derleyip toplasınlar?
Hangi birine, ne zaman göz kulak olsunlar?
Bay bayan kaçırmış ipin ucunu.
Hırsızlar başlamış mekik dokumaya,
Beyzadeler gelip borç istemeye
Ve devlet vergi üstüne vergi kesmeye.
Kısacası fazla bolluk yüzünden
Bizimkilerin mutluluğu gitmiş elden.
— Aman, demişler, eksik olsun bu bolluk;
Güzel güzel yaşayıp gidiyorduk.
Fakirlik daha iyi bu zenginlikten;
Def olsun gitsin bu altınlar, gümüşler.
Nerde orta halli yaşamanın rahatlığı!
Aman gelsin, eski halimiz gelsin geri.
Ve dönmüş geri orta hallilikleri.
Sevinmişler bir dosta kavuşmuş gibi.
İkinci dilekleri yerine gelince
Bakmışlar yine dilek dolu içleri:
Yine, nerdeyse, vakitlerini İşlerini yürütmede kullanacak
yerde
Bir şeyler dilemekle yitirecekler.
Bu hallerine gülmüşler cinle beraber
Cin, giderayak sorunca
Üçüncü dilekleri nedir diye:
— Akıl isteriz, demişler bu kez;
Onun fazlasından zarar gelmez.


Aslanın Sarayı


Haşmetli aslan merak etmiş bir gün
Kimlerin kralıyım ben diye.
Fermanlar yollamış dört bir yana
Tuğralı muğralı;
— Milletim gelsin, demiş, sarayıma;
Herkesi birden çağırıyorum;
Tam otuz gün açık oturum.
Ve kurultay kurulmadan önce
Bir şölen, milletimin gönlünce.
Herkes yesin içsin, eğlensin,
Kral nasıl olurmuş görsün.
Fermanı okuyan koşmuş,
Yollar dolup taşmış.
Saraya gelince ne görsünler:
Bir mezbahaymış meğer
Saray dedikleri yer.
Girer girmez bir koku, bir koku...
En önde giren ayı tıkamış burnunu.
Sen misin sarayın kokusunu beğenmeyen,
Bir pençede boylamış öbür dünyayı,
Burnunu tıkayan ayı.
Maymun hak vermiş krala,
Aklı sıra yaranacak budala:
— Aman Sultanım, demiş, pençenize sağlık!
Bu saray, bu koku nasıl sevilmez?
Mis gibi kokuyor ortalık:
Bu kokunun yanında.
Güller sarımsak kalır, bana sorarsanız,
Aslan tüh deyip bu kadarına,
Bakmış hemen maymunun da icabına.
Bu aslan bir başka türlü aslan,
Neron, Kaligula falan soyundan.
Tilki tam bunu düşünürken kral sormuş:
— Sen söyle bakalım,
Sayın Bay,
Nasıl kokuyor bizim saray?
— Üzerinize afiyet nezleyim, demiş tilki;
Allem kallem değiştirip konuyu,
Güme getirmiş kokuyu.
Saraylılar, kulağınıza küpe olsun:
Ne ayı gibi açık sözlü olun,
Ne de dalkavuk maymunca,
Zaman zaman da kaytarın, tilki gibi,
Bir şey sorulunca.


Akbabalarla Güvercinler


Evvel zaman içinde bir gün Savaş Tanrı
Havalan allak bullak etmiş
Birbirine düşürüp kuşları.
Hangi kuşları ama;
Bahar bahçelerinde şakıyan,
İçimizde Afrodite'yi uyandıran
Güle vurgun kuşları değil;
Sevgiler anası Tanrıçanın
Arabasını çeken nazlı kuşları değil;
Kıvrık gagalı, keskin pençeli
Ve de asık yüzlü akbaba milletini.
Bu belalı kuşlar bir köpek leşi yüzünden
Öylesi bir savaşa tutuşmuşlar ki,
Yalanım yok, kan yağmış göklerden.
Soluğum yetse anlatırdım bir bir
Bu savaşta olup bitenleri.
Ölen kanatlı komutan ve kahramanları.
Prometheus az kalsın kurtulacakmış
Dalağını yiyen koca akbabadan.
Düşen ölüleri görmek acıklıymış ama
Seyrine doyulmaz bir savaş olmuş bu.
Yiğitlik, ustalık, kurnazlık, baskın
Ve türlü türlü oyun dökülmüş ortaya.
Öyle gözü dönmüş ki her iki tarafın
Dünyayı ölüm çığlıkları sarmış;
Yerler, gökler, havalar, sular
Akbaba kanlarıyla kızarmış.
Bu hengamede bir başka kuş milleti,
Yanardöner boyunlu ve yufka yürekli,
Acıma duygularım yenemeyerek
Aracılık etmiş barışı sağlamak için.
Ve seçkin elçileri güvercin milletinin
Öyle güzel kıvırmışlar ki bu işi
Akbabalar kesivermişler savaşı;
Gagalar, pençeler yatışmış, barış gelmiş;
Ama ne yazık ki bu barışın sonucu
Onu sağlayanlar için felaket oluş.
Lanetli akbaba soyu düşmüş ardına
Barış güvercinlerinin ve bir ara
Güvercin bırakmamışlar köylerde, kırlarda.
Akıllılık etmemiş zavallıcıklar
Öylesi canavarları barıştırmakla.
Bırakın kötülerin arası açık kalsın
Güvenliği buna bağlıdır dünyanın.
Savaştırın onları birbirleriyle
Yoksa barış yüzü göstermezler size.
Söyleyip geçelim bunu,
Fazla kurcalanmaya gelmez bu konu.


Arabayla Sinek


Kumlu, çakıllı, belalı bir yokuş;
Bir de güneş, cehennem!
Ne ağaç, ne gölge.
Altı gürbüz at zor çekiyor arabayı.
Kadını, papazı, ihtiyarı
Hep inmiş yola.
Atlar kan ter içinde, soluk soluğa.
Pes ediyorlar ikide bir.
Derken bir sinek çıkagelir,
Vız vız tebelleş olur atlara:
Gayret verecek hepsine aklı sıra.
Bir onu ısırır, bir bunu.
Ha gayret, ha göreyim sizi!
Vız arabanın okuna,
Vız arabacının burnuna.
Atlar çekti mi biraz,
Yolcular sevinip yürüdü mü,
Seninkinde bir caka, bir caka!
Ben olmasam ne yapardınız, gibilerden.
Pür telaş mekik dokur ortada.
Cephede çavuş sanki mübarek!
Dört bir yana koşup
Askeri ileri sürecek!
Durmadan da dert yanar herkesten;
Bütün yük benim sırtımda diye:
— Bak kimse geliyor mu atları dürtmeye?
Papaz Efendi dua kitabına dalmış,
Dünya umurunda değil.
Bayan dersen bir türkü tutturmuş,
Tam sırası sanki türkü söylemenin!
Gel de kızma, der sinek yoldaş;
Onun kulağına vız,
Bunun kulağına vız,
Derken araba çıkar yokuşu zor bela:
— Hele şükür, der sinek, bir nefes alayım bari!
Feraha çıktı millet, ama benim canım da çıktı.
Haydi, kuyruklu baylar, sökülün paraları.
Aramızda böylesi adam çok var,
Her işe burnunu sokar,
Dırdırı bitmez, kovarsın gitmez,
İşi sen yaparsın, parsayı o toplar.


Süt Çömleği


Perret Bacı, bir yastık komuş başına,
Süt çömleğini yerleştirmiş üstüne,
Şehre gidecek, kestirmeden,
Sütün damlasını dökmeden.
Tüy gibi kadın, hafif de giymiş üstelik
Düz pabuç, kısa eteklik,
Uçar gibi yürüyor yolda;
Aklı fikri sütten gelecek parada.
Yüz yumurta alacak hemen, taze taze;
Üç kuluçka yatıracak eve dönünce.
İyi bakıldı mı al sana bir sürü civciv:
— İşten bile değil, diyor içinden;
Bizim bahçede piliç beslemek.
Tilkiye göz kulak oldun mu, tamam.
Yese yese kaçını yer?
Satıp bir yavru domuz da mı alamam?
Güzelce beslerim domuzu, kepek mepekle;
Adamakıllı şişti mi ne para eder!
Bir inek alır atarım ahıra;
Bir de danacığı olur, koca gözlü;
Sıçar durur koyunların ortasında.
Perret Bacı dayanamamış gayrı;
Başlamış zıplamaya danası gibi.
Olan olmuş:
Süt çömleği paramparça...
Ne dana kalmış, ne domuz, ne kuluçka.
Perret Bacı bakakalmış, yaşlı gözlerle,
Yerde yatan bunca mala mülke.
Gitmiş hemen anlatmış kocasına olayı,
Ve dayaktan zor kurtarmış paçayı.
Süt çömleği masal olmuş böylece,
Anlatılagelmiş yıllarca.
Kimin başında kavak yelleri esmez?
Kim şatolar kurmaz İspanya'da?
Delimiz akıllımız hep böyleyiz:
Güpegündüz rüyalarda gezeriz.
Tadına doyulur mu hayal kurmanın?
Bir havalandı mı gönül, durduramazsın:
Bir anda bizim olur dünya,
Bütün şatafatı, bütün kadınlarıyla.
Kimlere meydan okumaz insan,
Tek başına düşündüğü zaman.
İsyan eder alaşağı ederim papayı;
Kral seçilir, halka sevdiririm kendimi.
Elmaslar, zümrütler yağar üstüme.
Derken bir şey olur,
Aklım küt diye başıma gelir,
Bütün züğürtlüğüm, garipliğimle.


Papazla Ölü


Bir ölü ahlar vahlar içinde
Tutmuş öbür dünyanın yolunu.
Papaz arkada, keyfi yerinde;
Yürüyor ağır aksak:
"Şunu bir gömsek de paralan alsak,"
Diyor içinden,
Merhum şahane bir arabadaymış;
Güzelce sarılıp sarmalanmış,
Hem yazlık, hem kışlık kefen bezinden
Sağlam urbasını giymiş kuşanmış.
Papaz ölünün ayakucunda
Bir şeyler okuyor boyna.
Dualar, ayetler, ilahiler,
Latince matince mırıltılar.
"Sen hiç merak etme"
Diyor sanki ölüye;
"Para senden,
Canına tam gereğince okumak benden.
Mumlardan, dualardan şu kadar,
Ivır zıvır bir sürü iş daha var.
Sayın ölümüz cennete giderayak
Bizim dünyalığı bol tutmuş olsa gerek."
Bir yandan çenesi işleyedursun,
Tatlı şeyler kurmaya başlamış
Papaz efendinin kafası:
"İlkin kırk şişe şarap, en iyisinden.
Tombul yeğenime bir güzel entari,
Haspa ne de gelişti maşallah.
Hizmetçi kıza da bir atkı alayım bari,
Kızıl bir atkı, ipekten."
Bizim çapkın papaz efendi
Tam bu tatlı düşüncelere dalmışken
Olan olmuş,
Cenaze arabası bir yere çarpıp devrilmiş.
Ve sayın ölü kurşun tabutuyla
Fırladığı gibi yerinden,
İkiye bölmüş kafasını papazın.
Haydi, demiş sanki ölü, papaza,
Beraber gidelim öbür dünyaya.
Bütün insan hayatı nedir ki?
Bir düşünsek hepimiz buyuz:
Ya bir ölüye bel bağlayan papaz efendi,
Ya da süt çömleğine düş dolduran Perret Bacı.


Talihi Aramaya Gidenle Evinde Bekleyen


Kimler koşmaz ardından Talih'in?
Öyle bir yerde olsam ki seyredebilsem
Sürüyle koşuşmalarının hepsinin
O yosmanın ardından, memleket memleket,
Büyüsüne tutulmuş gibi bir perinin.
Tam kavuşacakken emellerine
Hoppa peri kaçar gider ellerinden.
Acırım zavallıların haline;
Delilere kızamaz ki, acır insan.
Bakın, derler, falanca zerzevatçıyken
Papa oluverdi günün birinde.
Biz daha değerli değil miyiz ondan?
Yüz kat daha değerlisiniz,
Ama ne işe yarar değeriniz;
Talih'in gözleri var mı ki görsün?
Hem sonra papalık değer mi, bir düşünün
Huzurunuzu, o canım huzurunuzu,
O hazineler hazinesini yitirmeye?
Huzur içinde olmaları değil mi
Tanrıların bütün üstünlüğü?
Talihse huzursuz eder ardına düşeni.
Unutmayın bu perinin dişi olduğunu,
O sizi arar siz aramayınca onu.
İki dost varmış bir memlekette
Halleri vakitleri oldukça yerinde.
Bunlardan biri hep talihten yakınırmış;
Bir gün demiş ki dostuna:
— Gel gidelim seninle burdan;
Bilirsin, kendi memleketinde
Peygamber olmamış, olamaz da insan.
Gidip başka yerde arayalım talihimizi.
— Sen git ara, demiş öteki;
Ben kendi yurdumdan, kendi talihimden
Daha iyisini özlemiyorum ki.
Sen git rahat ettir rahatsız gönlünü;
Ben yatar uyurum, güzel güzel,
Beklerken buralara döneceğin günü.
Bizim tutkulu ya da açgözlü kahraman
Çıkmış yola hemen.
Ertesi sabah vardığı yer
En çok uğradığı söylenen yermiş
Nereye estireceği bilinmez Tanrıçanın:
Sizin anlayacağınız, saraya gelmiş.
Ve kalmış orda uzunca bir süre,
Kralın yatma kalkma törenlerine,
Yani en verimlilerine, katılmış;
Katıldığıyla da kalmış hepsine:
— Nasıl iş bu? demiş; kalkıp gitmeli burdan.
Gerçi Talih uğramıyor değil buraya;
Bir gün şuna yüz veriyor, bir gün buna;
Benim yüzüme bile bakmıyor nedense.
Ama söylemişlerdi bana: Kraldan
Hoş yüz görmezmiş her zaman
Saraylıların yükselme tutkuları.
Siz sarayınızda hoşça kalın Saraylı Baylar;
Hayaller kuradurun sonuna kadar.
Biz açalım yelkenleri Moğolistan'a:
Talih'in tapınakları varmış Surata'da.
Böyle demiş, der demez de binmiş gemiye.
Bir söz vardır yüreği tunçtan olmak diye:
Elmastan da sertmiş ki bizimkinin yüreği
Göze almış böyle bir seferi.
Meydan okumuş ilkin dipsiz denizlere.
Kaç kez aramış köyünü bu yolculukta
Ölümle burun buruna gelerek
Korsanlar, rüzgârlar, ıssız kayalar önünde.
Sen git, ölümü bu uzak kıyılarda ara
Evinde aramış da bulamamışsın gibi.
Neyse, adam varmış sonunda Moğolistan'a.
Meğer talih o günlerde altınlarını Japonya'da saçmaya
gitmişmiş.
Bizimki de ver elini Japonya demiş.
Denizler gezdirmekten yorulmuş adamı;
Bütün bu gezilerden eline geçen de
Vahşilerin verdiği şu öğüt olmuş:
"Doğadan ders al, kendi yurdunda kal.
" Moğolistan'da bulamadığını Japonya'da da bulamayınca
Pişman olmuş, uzun sözün kısası,
Köyünden ayrıldığına boşu boşuna.
Bırakmış nankör denizleri, dönmüş yurduna.
Damını, bacasını görünce uzaktan
Ağlamış sevincinden ve demiş ki:
— Ne mutlu kendi yurdunda yaşayana:
İsteklerine gem vurmasını bilir;
Lafını duyar yalnız sarayın, denizlerin,
Ve, ey Talih, bütün saltanatını senin;
Sen ki kamaştırıp gözlerimizi
Şanlar şerefler, mallar mülklerle,
Yollarsın dünyanın öbür ucuna bizi.
Zor kımıldarım yerimden bundan böyle.
Adam bunları düşünürken
Ve Talih'le bütün ilişkilerini kesmişken
Bir de bakmış, oturuyor o zalim
Tanrıça Mışıl mışıl uyuyan dostunun kapısında.

İki Horoz


İki horoz kardeş kardeş yaşarken
Bir tavuk çıkagelmiş,
Al sana kanlı bir savaş.
Ah aşk, sen değil misin Troya'yı yıkan?
Senin yüzünden kana boyanmadı mı,
Çok kez tanrı kanına hem de,
Ksanthos Irmağı'nın suları?
İki horozun kavgası sürdükçe sürmüş,
Gürültüsü yayılmış dört bir yana
Bütün ibikligiller cenk seyrine üşüşmüş.
Kim bilir, kaç güzel tüylü Helena
Savaşı kazanan horozun olmuş.
Yenilense köşesine sokulup kalmış;
Ağlamış şanlı sevdalarını anarak,
Rakibi gözleri önünde fink atarken
Göğsünü kanadını gererek.
Her gün gördüğü bu aşk sahneleri
Hınçla doldurmuş onu, şişirmiş yüreğini.
Başlamış gagasını bilemeye.
Kanat çırpmaya rüzgârlara karşı;
Kuduran kıskançlığının verdiği güçle
Kazanabilirmiş belki yeni savaşı.
Ama lüzum kalmamış buna:
Galip horoz damlara çıkınca bir gün
Zafer türküleri söylemek için,
Duymuş sesini bir akbaba,
Ne şan kalmış, ne şeref, ne sevda:
Bütün o horozlanmaların
Bir pençelik soluğu varmış meğer.
Zalim feleğin bu cilvesiyle
Yenik horoz çıkmış yeniden ortaya;
O başlamış caka satmaya,
Ortalarında fır dönmeye tavukların.
Ne türlü horozluklar etmiş, sormayın!
Talih hoşlanır böylesi oyunlardan;
Yenen böbürlendi mi bela arar başına.
Azıtmamalı, felekten sakınmalı insan
Bir savaşı kazandıktan sonra.
İnsanların Talihe Karşı Nankörlüğü
Talihli bir deniz tüccarı zengin olmuş,
Birçok seferde yenmiş rüzgârları.
Girdaplar, gizli kayalar baş almamış
Tümen tümen sandıkları, balyalarından;
Atropos, Neptunus bütün arkadaşlarına
Türlü ağır vergiler yüklerken
Talih göz kulak olup sevgili tüccarına
Sağ salim yürütüyormuş gemilerini.
Ne aldatılmış, ne ortakları kazık atmış,
Tütününü, şekerini, tarçınını satmış,
Çinileri kapışılmış kırık vermeden.
Lüks ve çılgınlık şişirmiş hazinesini.
Kesesine altın yağmış kısacası,
Evinde beş liralık, en ufak para;
Köpekler, atlar, arabalar gırla;
Oruç günleri bile düğün şölenmiş.
Şahane sofraları gören bir dostu:
— Nerden, nasıl geliyor bu bolluk? demiş.
— Ne demek, demiş bizimki, sorulur mu?
İşini bilen yerine atar tohumu.
Kafama, emeğime borçluyum her şeyimi;
Para ne zaman nereye yatırılır, bilmeli.
Tatlı kârlara öyle alışmış ki adam
Kazancını yüklemiş gemilere, yeniden.
Bu sefer hiçbir işi yolunda gitmemiş
Tedbirsizce atılganlığı yüzünden.
Çürük bir gemisi ilk rüzgârda batmış,
Silahsız yola çıkan bir başkası
Korsanlara teslim bayrağını çekmiş.
Bir üçüncüsü limana varmasına varmış
Ama malların yüzüne bakan olmamış.
Lüks deliliği başka yana dönmüş meğer
Adamları da başkalaşmış birer birer.
Ayrıca har vurup harman savurmaları,
Köşkler konaklar yaptırmaları yüzünden
Beş parasız kalıvermiş birden.
Bu kötü halini gören dostu sormuş:
— Nedir bu? Nasıl oldu bu iş?
— Sorma, demiş bizimki, talihin oyunu.
— Üzülme, demiş dostu, madem talihin mutlu olmanı
istemiyor senin
Sen de aklını kullanıp yensene onu!
Bu öğüdü dinlemiş mi bilmem bizimki;
Ama bildiğim şudur ki,
Herkes mutlu oluşunu kendinden bilir.
Kendi hatamızla işler bozuldu mu
Bütün suç, bütün günah kör talihindir.
Budur bizim en ortak yanımız:
Her iyilik bizden,
Her kötülük talihten;
Hep biz haklıyız, talih hep haksız.

Yorum yazmak için lütfen giriş yapınız

Editörün Son Yazıları

probiyotik

Çile

probiyotik

Yattığım Kaya

probiyotik

Kaldırımlar

probiyotik

Islak Gül

Editörlerin Son Yazıları

kaptanfilozof06

Hindistan'da İlginç Olay

probiyotik

Çile

bubble30

İÇİNDEKİ CEVHERİ KORUYANLAR

Nielawore

"HALİME TERCÜMANDIM"

Bizden haberdar olmak için mail listemize kayıt olun