Kasım 24, 2024

Masallar Kültürün Eşsiz Parçalarıdır

Aslanla Avcı


Av meraklısı bir kabadayı,
Soylu köpeği yok olunca ortadan,
Aslan yemiştir diye çobana gitmiş:
— Nerde yatar, demiş, o hırsız aslan?
Söyle de gidip geberteyim şunu.
— Şu karşıki dağda, demiş çoban;
Ben her ay bir koyun verip ona,
Korkusuz dolaşırım buralarda.
Tam sözünü bitirirken çoban
Koşar adım sökün etmiş aslan.
Kabadayı sıvışmış yel yepelek,
— Aman Zeus, bir sığınak! diyerek
Gerçek yiğit dediğin
Bela karşısında gösterir kendini.
Önceden cart curt edenlerin
Çok gördük savaştan tüydüklerini.


Phoibos'la Boreas


Poyrazla güneş, bu iki eski tanrı,
(Tanrıyken Boreas ve Phoibos'muş adları)
Bir yolcu görmüşler dünyamızda.
Giyinişinden anlamışlar ki bu yolcu
Havanın bozabileceğini düşünmüş.
Sonbahar gelir gibi oldu mu
Yola çıkanın tedbirli olması gerek.
Hava bir yağmurludur bir günlük güneşlik:
Gökkuşağı o aylarda
Siz de sarınıp kuşanın der yolculara.
Bundan ötürü Latinler
Bu aylara küsüm zamanı demişler.
Bizim yolcu da ne olur ne olmaz diye
Su soğuk işlemez gocuğunu giymiş.
— Bu adam, demiş poyraz, aklı sıra
Bütün belalara karşı hazırlıklı,
Ama' beni hesaba katmamış zavallı.
Benim estireceğim rüzgâra
Zor dayanır gocuğunun düğmeleri.
İster misin bir deneyelim de görsün;
Eğleniriz biraz, ne dersin?
— Peki, demiş güneş ama bahse girelim:
Bu atlının gocuğunu sırtından
Sen mi çıkarırsın ben mi, görelim.
Haydi, başla, ben çekiliyorum aradan.
Bahis tutuşmaya dünden razı poyraz;
Karartmaya da izin çıkar çıkmaz
Şişirmiş göğsünü kara bulutlarla,
Başlamış üfürüp esmeye,
Fırtınalar, kasırgalar, koparmaya;
Nice damlar uçurmuş, gemiler batırmış
Bir tek gocuğu savurayım diye.
Ama ne yaptıysa yapmış bizim yolcu
Poyrazı sokmamış gocuğundan içeri.
Sokmayınca da boşa gidiyormuş rüzgârın gücü.
O azdıkça adam daha sıkı tutmuş işi
Ne yakasını kaptırmış ne eteğini.
Kendi süresi dolar dolmaz
İster istemez durmuş poyraz,
Ve güneş dağıtmış kara bulutları;
Güldürmüş yeniden yeryüzünü;
Sonra başlamış usulca girmeye
Gocuğun girilmez deliklerinden içeriye.
Sıcaktan terleyince yolcu
Kendiliğinden çıkarıvermiş gocuğu.
Güneş, var gücünü kullanmamış bile:
Zorla olmayan, tatlılıkla oluverir böyle.


Zeus ve Ortakçısı


Zeus günün birinde
Ortakçı aramış bir çiftliğine.
Hermes haberi dört bir yana yaymış,
İstekliler gelmiş türlü önergelerle;
Ve bir hayli çatallaşmış mesele.
Kimi demiş masrafı çok, belalı iş;
Kimi şöyle demiş, kimi böyle demiş.
Sonunda aralarından biri,
En akıllısı değilse de en cüretlisi.
— Ben şu kadar veririm, ama bir şartla, demiş;
Zeus hava durumunu bana bıraksın;
Bütün mevsimler benden sorulsun:
Sıcak, soğuk, lodos, poyraz,
Güzel hava, kuru hava, sulu hava
Benim bir üfürmeme baksın.
Peki demiş Zeus ve sözleşme imzalanmış.
Bizimki olmuş mu sana havalar kralı:
Yağdırmış yağmuru, estirmiş rüzgârı;
Yeni bir iklim yaratmış keyfince,
Ama yalnız kendi çiftliğinde;
En yakın komşuları, Amerika'daymış gibi.
Etkilenmemişler bu yeni iklimden.
İyi ki etkilenmemişler, çünkü o yıl
Ekin de yüzlerini güldürmüş şarap da.
Zeus'un ortakçısıysa avucunu yalamış.
Ertesi yıl yağmuru, güneşi
Bir başka türlü ayarlamış;
Toprak yine kıt vermiş her şeyi.
Komşularıysa yine iyi ürün almış.
O zaman kaldırmış ellerini Zeus'a:
— Aman ben ettim sen etme, demiş. İşi tatlıya bağlamış
Zeus da; bağışlamış kâhyasını.
Şunu çıkaralım ki bundan
Bize yararlı olanı
Bizden iyi bilir Yaradan.


Yavru Sıçan, Yavru Horoz ve Kedi


Dünya görmemiş körpecik bir sıçan
Ucuz kurtulmuş faka basmaktan.
Anasına şöyle anlatmış olan biteni:
— Bizim yurdu sınırlayan dağları aşmış
Tırıs gidiyordum, delikanlı bir sıçan gibi,
Hayatta bir yol bulmak için kendime.
İki hayvan ilişti gözüme bir yerde:
Biri tatlı, yumuşak, güler yüzlü;
Öteki azgın, asık suratlı;
Acı, keskin bir sesi var;
Tepesinde bir et parçası
Sallanıyor havada bir kol gibi
Uçmak istercesine.
Kıçında da sorguca benzer bir kuyruk...
Bir erkek piliçmiş meğer
Yavru sıçanın anasına anlattığı
Amerika'dan gelme bir hayvanmış gibi.
— Arada bir, demiş, iki koluyla
Dövüp duruyordu iki yanını,
Öyle avaz avaz bastı bağırdı ki
Ben ki kabadayı geçinirim,
Korktum kaçtım, ne yalan söyleyeyim.
Lanet de okudum canına,
O olmasa gidip tanışacaktım çünkü
Öteki şirin hayvanla;
Bizim gibi kadifemsiydi onun üstü;
Benekli, uzun kuyruklu, uysal davranışlı.
Öyle yukardan bakmıyor kimseye
Ama gözlerinin içi ışıl ışıl.
Pek sevişiyordur sanırım
Bizim yaşlı başlı sıçanlarla:
Kulakları bizimkilerle aynı biçim.
Tam yanına gidecekken bıraktım kaçtım
Öteki kıyametleri koparınca.
— Oğlum, demiş ana sıçan;
O yumuşak dediğin hayvan bir kedi;
Sahte görünüşü altında, bir bilsen,
Ne hınzırca bir kin besler o
Senin bütün soyuna sopuna karşı.
Öteki hayvan, tam tersine.
Çok uzaktır bize kötülük etmekten.
Üstelik belki bir gün yeriz etinden.
Kediyse, soyumuzun o başdüşmanı
Bizim üstümüze kurmuştur mutfağını.
Yaşadığın sürece, sakın ha
Kimsenin görünüşüne aldanma!..


Tilki, Maymun ve Hayvanlar


Bir aslan ölmüş ve hayvanlar
Yeni kralı seçmek için toplanmışlar.
Gitmiş getirmişler krallık tacını
Bir ejderhanın sakladığı yerden.
Taç bütün hayvan başlarında denenmiş,
Bakmışlar uymuyor hiçbir başa:
Kimine büyük geliyor, küçük kimine,
Kimininse boynuzlan engel
Taç giymesine.
Maymun demiş, şaka ederek:
— Bir de ben deneyeyim şunu.
Almış tacı, evirmiş, çevirmiş
Türlü şaklabanlıklar ederek,
Maymun marifetleri göstererek.
Sonunda tacı, bir çember gibi,
Başına öyle güzel oturtuvermiş ki,
Hayvanlar bayılmış
Ve maymun, kral seçilmiş.
Herkes alkışlamış, el öpmeye gelmiş.
Yalnız tilkiymiş gönülsüz oy veren;
Ama, tabii, hiç belli etmeden.
Tebriklerini sunduktan sonra
Demiş ki krala:
— Haşmetlim,
Bir gömü var yalnız benim bildiğim.
Kanunlara göre her gömü kralındır;
Efendimize bunu bildirmek de
Benim boynumun borcudur.
Yeni kral can atmış paraya;
Ne olur ne olmaz diye
Kendi gitmiş gömüyü çıkarmaya.
Bir tuzakmış meğer gömü masalı
Faka bastırmak için kralı.
Herkes adına, tilki demiş ki:
— Bizi yönetmeye kalkmazsın herhalde
Kendini yönetmesini bilmezken.
Maymun atılmış krallıktan.
Ve hayvanlar anlamış ki böylece
Her kafa baş olamaz tacı giyince.


Atalarıyla Övünen Katır


Başpapazın katırı
Soyluyum diye tutturmuş.
Anası kısrak ya,
Hep onunla övünürmüş,
Şunu yaptı, bunu yaptı diye.
Böyle bir kısrağın oğlu
Tarihlere girmeliymiş.
Değil herkesi, hekimleri bile
Sırtına bindirmezmiş,
Şanına yakışmaz diye.
Derken katır ihtiyarlamış,
Vermişler değirmene.
Orada gelmiş kendine:
Babası eşeği hatırlamış.
Atalar dememiş boşuna:
Her kötülük bir iyilik getirir.
Başka türlü nasıl gelir
Budalaların aklı başına?


İhtiyarla Eşek


Bir ihtiyar binmiş eşeğine gidiyormuş.
Bakmış, çayırlık çimenlik bir yer, durmuş;
Çözmüş eşeğin yularını, salmış çayıra.
Seninki abanmış tazecik otlara,
Bir yemiş, bir türkü söylemiş;
Eşinmiş, tepinmiş;
Yatmış kaşınmış,
Dünyalar onun olmuş.
Derken,
Bir eşkıya sökün etmiş karşıdan:
— Hadi kaçalım, demiş sakallı.
— Neden? demiş uzun kulaklı;
O gelen çifte semer mi kor,
Dört çuval mı yükler sırtıma?
— Yükleyemez, demiş ihtiyar kaçar ayak..
— Öyleyse bana ne, demiş eşek;
Ha senin olmuşum, ha onun.
Sen kaç, bana göre çayır hoş!
Hem daha Türkçesini ister misin?
Kim ise efendim
Düşmanım odur benim.


Kendini Suda Gören Geyik


Faydalıyı küçümser, taparız güzele;
Güzelse çok kez başımızı yer.
İlahi geyik, nasıl kötülersin
Seni kuş gibi uçuran o ayakları da
Başına dert açan boynuzları översin!
Geyiğin biri kendini görmüş de
Bir kaynağın tuttuğu aynada
Güzel boynuzlarına hayran olmuş;
Ama ardından pek üzülmüş
Çöp gibi bacaklarını görünce;
Eriyip gidecekler nerdeyse suda.
— Bir şu başa bak, bir de şu ayaklara,
Demiş geyik baktıkça dertlenerek;
Alnımda yükselen güzelim ormanı
Bu sıska bacaklar mı gezdirmeliydi?
Geyik tam bunları söylerken
Koca bir av köpeği sökün etmez mi!
Can derdine düşmüş o zaman;
Dar atmış kendini ormana.
Başındaki süs olmuş mu başına bela:
Bacakları kurtaracak geyiği,
Ama boynuzları bırakmıyor ki;
Takılıp engel oluyorlar boyna.
O zaman dank etmiş geyiğin kafasına
Ve lanet okumuş
Tanrı'nın her yıl
Ona bol bol yolladığı armağanlara.


Tavşanla Kaplumbağa


Koşmak neye yarar, yola vaktinde çıkmalı,
Bu gerçeği anlatır işte
Tavşanla kaplumbağanın masalı.
— Gel bir bahse girelim seninle, demiş kaplumbağa tavşana;
Şu karşıya senden önce varırım ben.
— Hoppala! demiş yel gibi koşan tavşan,
Sen aklını mı kaçırdın?
Deli hekimine git de Sana hintyağı içirsin!
— Bahse giriyorum ya, deliysem sana ne?
Götürmüş, koymuşlar karşıya
Bahsi kazanan ne alacaksa.
Ne koymuşlar, kimi yargıç seçmişler,
Orası değil işin önemli yanı...
Karşısı tavşan için dört adımlık yer;
Ama adım diyorsam, tavşan adımı:
Hani o can havliyle kaçarken
Yaya bıraktığı köpeklere
Ovaları arşınlatan adımlar.
Demek isterim, vakti varmış tavşanın
Otlamak, uyumak, kulak vermek için
Rüzgârın nereden estiğine.
Bırakmış yürüsün kaplumbağa
Senatör adımlarıyla.
Hazret düşmüş yola emekleyerek
Ağır ağır acele ederek.
Tavşansa şanına layık bulmamış
Şıp diye kazanılacak bir zaferi;
— Yarışa geç gireyim de bari demiş,
Maskara olmayayım el âleme.
Ot yemiş, yan gelip keyfine bakmış
Yapmadığı şey kalmamış yarıştan başka.
Sonunda bakmış kaplumbağa
Ha vardı ha varacak karşıya.
Fırlamış o zaman bir ok gibi
Ama boşa gitmiş bütün çabası:
Kaplumbağa varmış hedefe çoktan;
— Nasıl demiş, hangimiz yarışı kazanan?
Neye yaradı hızlı koşman senin?
Bir de ev taşısaydın sırtında
O zaman nice olurdu halin?

Eşek ve Efendileri


Bahçıvanın eşeği
Kaderden şikâyetçiymiş.
Gün doğmadan kalkmak
Canına tak demiş.
— İnsaf, diyormuş;
Horoz bile uykuda ben yüklenirken.
Neymiş?
Pazara ot gidecekmiş.
Ot için uyan canım uykudan.
Kader acımış eşeğe.
Değiştirmiş efendisini.
Bizimki düşmüş bir dericiye.
Gel de arama eskisini:
Deriler leş gibi kokar,
Üstelik ottan da ağır.
— Ah, demiş; ben böyle mi olacaktım?
Eskiden hiç olmazsa,
Başımı bir attım mı arkaya,
Bir parça yeşillik yolardım.
Lahana bile çıkardı bahtıma.
Şimdi yesem yesem
Sopa yiyorum başımı çevirsem.
Kader yine acımış eşeğe,
Almış dericiden, vermiş kömürcüye.
Eşeğin hali büsbütün duman.
Başlamış yine dert yanmaya;
Kader kızmış artık o zaman:
— Bıktım gayrı, demiş, bu eşekten.
Padişahlara yüz vermedim
Bu eşeğe verdiğim kadar.
Başka işim mi yok benim?
Dünyada dertli bir o mu var?
Kader haklı; ama hep böyleyiz:
Bir türlü halimizi beğenmeyiz.
En kötü kader hep bizimkidir.
Tanrıya dilekçe üstüne dilekçe:
Bütün dileklerimizi yerine getirse,
Ardından yenileri gelir.


Güneş ve Kurbağalar


Bir zorba evleniyormuş;
Milletteki sevinci görme.
Şarap içen içene,
Herkes gülüp oynuyormuş.
Yalnız Ezop düşünceli,
Yersiz buluyormuş bu sevinmeyi.
Şu masalı anlatmış,
Niçin diye soranlara:
— Evvel zaman içinde, demiş;
Güneş evlenmek istemiş, olur a!
Haber yayılınca göllere
Kurbağaları bir tasadır almış.
Başlamışlar vak vak diye
Kaderden şikâyet etmeye:
— Ya çocukları olursa, demişler;
Bir güneş bile kasıp kavuruyor bizi;
Beş on güneş birden ne yapmaz?
Kurutur tüm suları, denizleri.
Ne bataklık kalır, ne saz!
Kurbağa milletinin hali nice olur?
Suyu bulsa bulsa öbür dünyada bulur.
Hiç de yanlış denmez bu düşünceye;
Hayvancıklar bal gibi haklı.
Başlarındaki bela evleniyor diye
Bayram eden insanlar mı daha akıllı?


Köylüyle Yılan


Ezop anlatır:
Bir köylü,
Merhametli bol, aklı kısa,
Gezinirken bir kış günü
Toprağının kıyısında bucağında,
Bakmış karın üstünde bir yılan,
Yatmış upuzun, kımıldanacak hali yok,
Belli ki ha dondu ha donacak.
Almış götürmüş evine yılanı
Düşünmeden ne alacağını
Bu iyiliğine karşılık.
Uzatmış yılanı ocak başına;
Isıtmış, diriltmiş, daha ne yapsın artık.
Ama uyuşmuş yılan sıcağı duyar duymaz
Canı ve öfkesi birlikte kabarmış:
Kaldırmış başını bir ıslık atarak
Sonra kendini kıvrım kıvrım gererek
Var gücüyle atılmaya hazırlanmış
Canını kurtaran dost, baba insanın üstüne.
— Vay nankör, demiş köylü,
Bu mu bana karşılığın?
Geber öyleyse!..
Aldığı gibi baltasını
İki vuruşta üçe bölmüş yılanı:
Baş, kuyruk ve gövde zıplaya zıplaya
Boşuna uğraşmışlar birleşip yılan olmaya.
Acımak güzel, ama kime acımalı
İşin püf noktası bunda.
Nankörlere gelince, sonunda
Dumandır hepsinin hali.

Hasta Aslan ve Tilki


Hayvanların kralı hastalanmış,
Çıkamaz olmuş mağarasından.
Bütün uyruklarına haber salmış:
Her türden birkaç elçi seçilsin,
Ve bunlar aslanı ziyarete gelsin diye.
— Elçiler iyi karşılanacak, demiş;
Aslan sözü veriyorum, hem de yazılı:
Dişe, pençeye karşı geçerli.
Kralın fermanına uyulmuş;
Her türden elçiler geldikçe gelmiş.
Yalnız tilkiler kıpırdamamış yerinden.
— Neden derseniz, demiş bir tanesi;
Hastamızı ziyarete gidenlerin
Yoldaki ayak izlerinin hepsi
Kralın inine doğru çevrik;
Bir tek iz yok geriye dönük.
Sen gel de kuşkulanma şimdi.
Kusurumuza bakmasın haşmetli.
Yolladığı pasaporta teşekkürler;
İnanırım, bunu gösteren saraya girer.
Girmesine girer de,
Nasıl çıkar, orasını aşkolsun bilene!


Kuşçu, Akdoğan ve Tarlakuşu


Kötülerin haksızlıklarını çok kez
Kendimizinkilere bahane ederiz.
Oysa dünyanın yasası şudur:
Kendini korumak istersen
Sen de başkalarını koru.
Bir köylü aynayla kuş tutuyormuş.
Bir tarlakuşu kapılmış pırıltıya.
Yukarıda süzülen akdoğan da
İniverip göklerden saldırmış
Mezarının yanı başında
Cıvıl cıvıl öten tarlakuşuna.
Zavallıcık ağlara düşmemiş,
Ama kurtulamamış, ne yapsın,
Sırtına yüklenen zalimin pençesinden.
Tarlakuşunun tüylerini yolarken
Bir de ne görsün akdoğan
Girmiş çıkılmaz ağlar içine.
— Aman avcı, ne olur, bırak beni, demiş kuş diliyle;
Ben sana hiç kötülük etmedim ki.
— Ya şu pençendeki zavallı, demiş kuşçu;
Sana bir kötülük etmiş miydi?
Bu dünyada yardımlaşmak gerek
Bakarsın dostun ölür,
Yükü sana yüklenir.


Atla Eşek


Ters huylu bir atla bir eşek
Yola çıkmışlar birlikte.
Atın sırtında eğeri varmış sadece;
Zavallı eşekse çökertilesiye yüklüymüş.
Attan biraz yardım isteyecek olmuş:
İstemese şehre varmadan ölecek.
— Ne olur, demiş, şu yükü bölüşsek;
Saygısızca bir dilek sayılmaz bu:
Sizin için nedir ki bu yükün yarısı!
At hayır demiş eşeğin dileğine,
Hem de zart zurt yellene tepine.
Ama yük altında ölünce yol arkadaşı
Anlamış yediği haltı:
Vurmuşlar seninkinin sırtına
Eşeğin bütün yükünü
Üstüne üstelik postunu da.


Avını Bırakıp Gölgesine Saldıran Köpek


Bu dünyada herkes aldanır;
Gölgenin ardından koşan
Nice deliler vardır,
Saymakla bitiremez insan.
Ezop'un anlattığı köpekten ibret alsınlar;
Bu köpek, avının yansısını görmüş suda
Bırakıp avını atlamış yansının üstüne...
Dere olmuş mu sana allak bullak!
Köpek ha boğuldu ha boğulacak...
Zor bela kıyıyı bulunca zavallı
Ne av kalmış ortada, ne yansı.

Yorum yazmak için lütfen giriş yapınız

Editörün Son Yazıları

probiyotik

Çile

probiyotik

Yattığım Kaya

probiyotik

Kaldırımlar

probiyotik

Islak Gül

Editörlerin Son Yazıları

kaptanfilozof06

Hindistan'da İlginç Olay

probiyotik

Çile

bubble30

İÇİNDEKİ CEVHERİ KORUYANLAR

Nielawore

"HALİME TERCÜMANDIM"

Bizden haberdar olmak için mail listemize kayıt olun