Ekim 18, 2024

Masallardaki Gizemler

İhtiyar ve Üç Delikanlı


Seksenlik bir ihtiyar ağaç dikiyormuş.
— Ev yapsa neyse, ağaç dikiyor bu yaşta,
Diye alay ediyormuş üç delikanlı,
Bunamış sandıkları ihtiyarla.
— Allah rızası için, demişler, söyler misin,
Ne hayrını göreceksin bu yaptığın işin?
Nuh kadar yaşayacak değilsin ya:
Ne diye eziyet edersin kendine
Senin olmayan bir gelecek için?
Geçmişte ettiklerini düşün artık sen;
Vazgeç bu umutlar, bu engin düşüncelerden.
Bize göre işler bunlar.
— Hiç de öyle değil, demiş ihtiyar;
Her dikilen geç büyür ve az sürer;
Sizin de benim de ömürlerimizse
Birer iplik Tanrıların elinde.
Kısa sayılır hepsi, uzun da sürse.
En son hangimiz görürüz mavi gökleri?
Kim bilir bir an sonra ölmeyeceğini?
Torunlarımın torunları, ne mutlu bana,
Bu ağacın gölgesinde otururlarsa.
Başkalarını sevindirmek az şey mi?
Bu zevki almak mı istiyorsunuz elimden?
Meyve kadar tatlı bu zevkin kendisi,
Hem öyle bir meyve ki bu, yarın da,
Yaşadığım her gün de tadabilirim onu.
Kim bilir, belki siz yatarken mezarda
Ben görürüm yine günlerin doğuşunu.
İhtiyarın dediği gibi olmuş:
Delikanlılardan biri denizde boğulmuş
Amerika seferine yeni çıkmışken.
Öteki, devlet kuşunu avlamak için
Savaş Tanrısı'nın buyruğunda cenkleşirken
Beklenmedik bir kazaya kurban gitmiş.
Üçüncüsü aşılamak istediği
Bir ağaçtan düşerek ölmüş.
İhtiyar ağlamış her üçü için de
Ve mezar taşları üstüne
Bu anlattıklarımı yazdırmış.


Farelerle Baykuş


Hiç söze başlamayın sakın:
"Dinleyin, bir harika anlatacağım" diye.
Nereden bilirsiniz dinleyenlerin
Şaşacaklarını sizi şaşırtan şeye?
Ama alın size bir olay ki,
Bu verdiğim öğüdü çürütecek belki.
Bir mucize size anlatacağım şey,
Masal değil, gerçeğin ta kendisi.
Çok yaşlı bir çamı kesmiş devirmişler yere:
Bir baykuşun sarayı varmış meğer içinde.
Atropos'un tercümanı bu asık yüzlü kuş
Çamın zamanla oyulmuş mağaralarında
Bütün bir beylik kurmuş.
Kulları arasında en çok da
Yağ tulumu gibi ayaksız fareler varmış.
Baykuş buğdayla beslediği bu farelerin
Ayaklarını kendi gagasıyla kesmiş.
Baykuşun ince hesaplarına bakın siz:
Hazret bir tarihte sürüyle fare avlamış;
Bakmış kaçıyor sarayına getirdikleri,
Ayaklarını kesmekte bulmuş çareyi.
Ayaksız fareleri yiyormuş birer birer,
Bugün birini, yarın ötekini.
Hepsini birden yemek hem olur iş değil,
Hem de sağlık bakımından netameli.
Bizimki kadar işliyormuş aklı
Yiyecek veriyormuş ölmesinler diye
Yiyecek olduğu farelere.
Gelsin şimdi bir Descartes'çı filozof da
Bu baykuş bir saat, bir makinedir desin bana!
Kapayıp beslediği bir sürü fareyi
Kaçamaz hale getirme fikrini
Hangi zemberek verebilirdi ona?
Bu da akıl yürütme değilse eğer
Ben aklın ne olduğunu bilmiyorum demektir.
Baksanıza neler düşünmüş baykuş:
Fare milleti tutuldu mu kaçabilir,
Onun için tutar tutmaz yiyeceksin;
Ama hepsini birden yiyemezsin;
Kaldı ki yarınlar için de lâzım yiyecek;
Öyleyse artan fareleri beslemek gerek.
Ya kaçarlarsa? Bunu nasıl önlemeli?
Ayaklarını dibinden kesmeli.
Hangi davranışları insanların
Bir amaca daha iyi yönelir, söyleyin.
Aristo ve Aristocuların
Bu değil mi öğrettikleri, sorarım size,
Düşünebilmek için gereğince?
Bu anlattığım bir masal değil:
Ne kadar garip, ne kadar inanılmaz da görünse olmuş bir şey bu.
Baykuşun öngörürlüğünü belki abarttım biraz;
Hayvanların akıl yürütmesinde böylesi bir düzen olduğunu
iddia edemem çünkü
Ama şiirde bu kadar abartma da olur,
Hele benim yazdığım gibilerinde.


Bitiriş


İşte esin perim benim böylece,
O pırıl pırıl kaynağın başında
Tanrıların diline çevirdi
Türlü yaratıkların söylediklerini
Doğanın verdiği türlü seslerle.
Değişik halklara tercümanlık edip
Kendi sahnemde oynattım onları.
Her şey konuşur bu evrende:
Dili olmayan nesne yoktur.
Her biri elbet kendi dilinde
Benim şiirimdekinden güzel konuşur.
Çevirimi pek sadık bulmayabilirler;
Yeterli olmayabilir verdiğim örnekler;
Ama ben yolu açtım hiç değilse:
Başkaları gidebilir daha ileriye.
Ey Dokuz Perilerin gözdeleri,
Sizler bitirin benim bitiremediğimi.

 

Odysseus'un Yoldaşları


Odysseus'la yoldaşları,
Uyup rüzgârların keyfine,
Her gün ölümle burun buruna,
On yıl dolaşmışlar en uzak denizleri.
Bir kıyıya varmışlar günün birinde.
Gün Tanrı'nın kızı Kirke
Kraliçeymiş orada.
Gemiden çıkan yiğitleri
Sarayına buyur etmiş;
Bir içki vermiş hepsine, yaman bir içki:
İçenin aklı başından gitmiş.
Sonra başlamış her biri
Yüz ve beden değiştirmeye:
Türlü hayvanlara benzemeye.
Kimi ayı olmuş, kimi aslan,
Kimi fil, kimi ceylan.
Kimi büyüdükçe büyümüş,
Kimi ufaldıkça ufalmış.
Kiminin boynuz gelmiş başına;
Kiminin hörgüç sırtına;
Ne çıkarsa bahtına...
Yalnız Odysseus kurtarmış paçayı,
İçmeyip tatlı zehri.
Cin fikirli kahraman
Güler yüz tatlı sözle
Kraliçeyi çıkarmış baştan:
Büyücüyü büyülemiş göz göre göre.
Tanrı kızı bu, içini gizler mi?
Hemen belli etmiş tutulduğunu.
Odysseus fırsatı kaçırmamış,
Kraliçeyi razı edivermiş
Adamlarını yeniden adam etmeye.
— Ama git sor bakalım, demiş kraliçe;
Kendileri değişmek isterse, peki.
Odysseus hemen koşmuş:
— Dostlar, demiş; gözünüz aydın!
İçtiğiniz zehrin panzehiri varmış,
İnsan olmak istiyoruz deyin, Hemen getireceklermiş.
— İstemem, diye kükremiş aslan;
Deli miyim?
Vazgeçer miyim artık
Bu pençeler, bu dişlerden?
Astığım astık, kestiğim kestik.
Bir kralım bugüne bugün, İnsanken köylünün biriydim,
Dönüp asker mi olayım yeniden?
Odysseus aslanı bırakmış,
Ayıya koşmuş:
— Aman kardeş, demiş; şu haline bak.
— Ha? demiş ayı homurdanarak;
Ne var halimde?
Ne kusur gördün?
Ayı dediğin böyle olur işte,
Her varlığın güzelliği kendine göre.
Neden kendinle ölçüyorsun beni?
Ayı çirkin olur sana benzedi mi:
Beni dişi ayı beğensin yeter.
Sen beğenmiyorsan çek git yoluna.
Hür ve mutlu yaşarken, hangi ayı döner
İnsanların kulluğuna?
Ne varsa ayılıkta var;
İşte benden bu kadar.
Odysseus, şaşkın, kurda gitmiş:
— Ahbap, demiş; bu nasıl iş?
Sen nasıl koyunlarını yersin
O fidan boylu çoban kızının?
Ağlayıp dert yanıyor zavallı;
Kana boyamışsın ortalığı.
Sen ki eskiden bir kahramandın
Böyle mi olacaktın?
Bırak ormanları, kan dökmeyi de
İnsan ol yine,
Namuslu, iyi yürekli bir insan.
— Var mı öyle şey, demiş kurt;
Ben görmedim doğrusu, bunca zaman.
Gelmiş canavar diyorsun bana.
Peki, ya sen?
Sen nesin?
Kuzu mu?
Hiç koyun yediğin olmuyor mu?
Bütün köy yas içindeymiş
Birkaç koyun yedim diye.
Ya kendi boğazladıkları?
Allah için söyle, insan olsaydım
Daha az mı kan dökerdim?
Siz değil misiniz, zaman zaman,
Bir söz için ortalığı kana boğan?
İnsan insanın kurdudur, diyen sizsiniz.
Doğrusunu isterseniz:
İnsan olup kurtluk etmektense,
Kurt olup kurtluk etmek daha temiz:
Utanmam hiç değilse.
Odysseus kime ne söylese boşuna,
Büyük küçük seviniyormuş her biri
Hayvan oluşuna.
Özgürlük varmış, ormanlar cennet gibiymiş;
Canın ne isterse yapmak ne güzel şeymiş...
Ne diye sıkıntıya girsinlermiş
İyi adam, büyük adam olacağız diye?
Keyifleri ardından gitmekle
Kölelikten kurtulduk sanıyorlarmış.
Oysa köleliğin beteri
Kendinin kölesi olmak değil mi?


Bir Kedi, İki Serçe


Bir kediyle bir serçe
Bir arada büyümüşler kardeşçe.
Sepet, kafes bir arada,
İçtikleri su ayrı gitmezmiş.
Gerçi kedi ara sıra,
Serçeye sinirlenirmiş,
Suratında gagasıyla süngü talimi yapıyor diye,
Ama o da zaman zaman
Bir pençecik atarmış serçeye,
Fazla canını yakmadan,
Tırnaklarını tutarak
Yumuşak yumuşak.
Serçeyse boyuna bakmaz
Gagalarmış kediyi düpedüz.
Kedi ne de olsa daha akıllı,
Hoş görürmüş bu oyunları.
— Böyle şeyler olur, dermiş,
Dostlar arasında;
Dostun dosta kızması saçma.
Uzatmayalım, kediyle serçe
Şakayı kaka etmiyorlarmış,
Barış içinde yaşayıp gidiyorlarmış.
Derken bir başka serçe
Görmeye gelmiş bizimkileri.
Bakmış filozof bir kedi,
Cıvıl cıvıl da bir serçe.
Dost oluvermiş ikisiyle.
Ama bir gün barış bozulmuş,
İki kuş arasında kavga çıkmış.
Kedi ne yapsın bu durumda?
Taraf tutmak zorunda kalmış:
— Bu serseri kim oluyor da, demiş:
Kafa tutuyor benim dostuma?
Dağdan gelip bağdakini kovacak ha?
Yoo, demiş kedi, öyle yağma yok.
Kedilik adına çıkıp ortaya,
Girmiş iki kuş arasındaki kavgaya.
Bir pençede yakalayıp yemiş
Yabancı serçeyi.
Bir de ne baksın kedi,
Serçe eti tatlı mı tatlı,
— Dayanamam doğrusu, demiş;
Ötekini de yemiş.


Parababasıyla Maymun


Para biriktiriyormuş adamın biri.
Bilirsiniz, deli eder insanı bu tutku.
Bu bizimkinin de aklı fikri
Altın gümüş paralar, liralarla dolu.
Para dediğin harcanmadıkça
Beş para etmez bence.
Hırsız mırsız gelmesin diye
Bir adaya kapanmış bizim pinti.
Orada, tek başına, kendince mutlu
Bence mutsuz yaşıyormuş enayi.
Biriktirdikçe biriktiriyormuş paraları;
Saymak, hesaplamak, kılı kırk yarmakla
Geçiyormuş bütün günleri geceleri.
Neden derseniz, her saydıkça
Biraz eksik çıkıyormuş paracıkları.
Meğer evdeki koca bir maymun,
Bence efendisinden akıllı bir maymun,
Birer ikişer atıyormuş pencereden
Sayıldıkça eksilen altınları.
Kapısını kilitlediği için her zaman
Hepsini ortada bırakıyormuş adam.
Ne bilsin maymunun aklına esecek de
Her gün bir altın savuracak denize?
Ama hangisinin keyfi daha akıllıca?
Cimrinin her gün altın sayıp durması mı,
Maymunun denize altın savurması mı?
Bence çokları maymuna oy verir:
Nedenlerini açıklamak uzun sürer.
Bir gün bizim maymun azıtmış işi,
Başlamış atma gücünü denemeye
İngiliz, Felemenk, Venedik akınlarıyla;
İnsanların can attığı
O sarı maden parçalarıyla.
Maymun, kilitte anahtar sesi duymasa
Bütün altınlar gidecekmiş dibine
Nice batıklarla zengin olan denizin.
Parasını yemeyen nice nice zengin
Aynı akıbete uğrayacağını bilsin.


İki Keçi


Keçi biraz otladı mı çayırda
Alıp başını gidesi gelir.
Ayrılır sürüden, gezer dağda bayırda;
Bir Allah, bir de kendi bilir,
Gittiği yerleri.
Öyle sarp kayalara çıkar ki
Şaşakalır insan.
Kuş uçmaz, kervan geçmez
Keçinin çıktığı yerden.
Uçurum mucurum dinlemez,
Bu tırmangaç hayvan.
Bir gün yine hürriyeti seçmiş
İki tez ayaklı keçi.
Bırakmışlar çayırı, çimeni
O kaya senin, bu kaya benim dolaşıp
Arada bir buluşuyorlarmış.
Bir yerde yine uçurumlar aşıp
Derin bir dereye inmişler karşılıklı.
Köprü diye ince bir sırık varmış
Çağlayıp akan suların üstünde.
İki gelincik karşı karşıya gelse
Zor sürtünüp geçebilir; öyle köprü!
Üstelik dere de coşkun, belalı:
Korkmadan yürüyebilirsen yürü.
Ama keçi bu, dinler mi?
Biri sırığa basınca karşıdan,
Ötekini durdur durdurabilirsen.
Yürümüş karşı karşıya iki keçi.
İkisindeki çalımı da görme:
Biri Ondördücü Louis,
Öteki Dördüncü Philippe sanki:
Barış masasında karşılaşıp
Bir anlaşma imzalayacaklar.
Bir adım sen, bir adım ben derken,
İki kabadayı gelmiş burun buruna.
Sırığın tam ortasında.
Kim kime boyun kırıp yol versin?
Sen mi daha soylusun, ben mi?
Biri demiş, benim dedemin dedesi
Büyük İskender'in tekesiymiş.
Ötekinin dedesinin ninesi
Bilmem kimin sütninesiymiş.
O dayatmış, bu dayatmış,
Sonunda ikisi birden
Dereyi boylamış.
Sen ben kavgasının masalı bu:
Keçilerin başına gelen,
Nice insanların da başına gelmiyor mu?


Devletli Burgonya Dukasına


Bu Duka, La Fontaine'den
Adı Kediyle Fare olacak bir masal istemiş.
Ün Tanrıçası bir tapınak istiyormuş
Genç prens için kitabımda bir yere.
Ne yapsam?
Masalın adı önceden konmuş: Kediyle Fare.
Bir güzeli mi anlatsam, bilmem ki,
Görünüşü tatlı, yüreği zalim olan,
Büyüsüne kapılanlarla oynayan
Kedi fareyle oynar gibi.
Kaderin cilvelerini mi işlesem yoksa?
Hiç de yersiz olmaz; çünkü kader de
Sever göründüklerine yapar her yerde
Kedi fareye ne yaparsa.
Yoksa kaderin tek sevdiği,
Bir kralı mı alsam?
Bir kral ki Kaderin çarkını durdurmuş, ayağıyla
Bakıyor en güçlü düşmanlarına
Kedi fareye bakar gibi.
Ama benim masal, farkına varmadan,
Oldu bitti galiba kendiliğinden.
Sözü uzatırsam korkarım
Şeytan burnunu sokar da bu şiire
Prens kedi olur, ben fare.


Yaşlı Kedi ve Genç Fare


Dünya görmemiş genç bir fare
Yaşlı bir kediyi yumuşatırım sanmış
Yalvarıp merhametine sığınarak,
Fare celladına diller dökerek:
— Kıymayın bana, demiş;
Bu boyumla, minnacık dişlerimle
Ne zarar verebilirim bu eve?
Ben yaşarsam aç mı kalır sanki
Bu evin bayı, bayanı, adamları?
Bir buğday tanesiyle beslenirim;
Bir ceviz yesem tos toparlak olurum.
Bakın ne zayıfım şimdi, biraz bekleyin;
Bırakın beni de,
Büyüyünce sayın çocuklarınız yesin."
Bunları söylüyormuş kediye
Pençesine düşen fare.
— Tam buldun, demiş kedi;
Bana mı döküyorsun bu dilleri?
Ha bana yalvarmışın, ha bir sağıra.
Bir kedi, hem de yaşlı bir kedi
Can bağışlayacak ha?
Görülmüş şey mi bu?
Gel, değişmez yasalara uy da
İn aşağı bakalım dosdoğru,
Ölüm çorapları ören
Tanrıçalara çekersin bu nutukları ötede.
Çocuklarım yiyecek bulur nasıl olsa.
Kedi görmüş işini kedice.
Bu masaldan çıkarılacak derse gelince:
Gençlik güvenir kendine,
Her belayı atlatırım sanır, aldanır;
Yaşlı her yaratıksa amansızdır.

 

Hasta Geyik


Bir geyik hastalanmış Geyikistan'da
Eş dost sökün etmiş,
Birikmişler geyiğin başucuna.
Kimi geçmiş olsun der,
Kimi ah vah eder,
Kimi avutmak ister geyiği.
Oysa hiç kalabalık etmeseler daha iyi.
— Aman gidin ne olur, demiş hasta;
Bırakın da rahat öleyim bari!
Ağlayıp durmayın başımda.
— Hiç olur mu?
Boynumuzun borcu;
Dünyada bırakmayız, demişler.
Kalmışlar da kalmışlar
Hastayı canından bezdiresiye.
Giderken de, hak ettik diye
Geyiğin çayırlığına dalmışlar.
Biraz şuradan, biraz buradan,
Bu yeşil, bu sarı derkerij
Hastaya çalılar kalmış yiyecek.
Gücü de yok ki uzaklara gitsin.
Hastalığı atlatmış da biçare,
Açlıktan ölmüş.
Bedava kim kime bakar, zavallı geyik?
Hastalık yıkım, hele bu zamanda.
Hey Allahım, ne günlere kaldık!
Herkes yalnız kendi çıkarında.

 

Yarasa, Karaçalı ve Ördek


Karaçalı, ördek ve yarasa,
Bakmışlar kendi yurtlarında
Büyük servet yapacakları yok
Ortak olup gitmişler uzak bir yere
Zengin olmuşlar alavere, dalavere.
İşletmeler, bankalar, acenteler
Ne gerekse hepsini tezgâhlamışlar;
Gider gelir hesaplarını akıllıca
Kılı kırk yararak dosyalamışlar.
İşler tıkırında, pupa yelken giderken
Mal yüklü gemileri bir boğazda
Toslayıp kayalara, hesapta yokken,
Deniz altındaki mağazalara
Götürmüşler bütün malları.
Bizim üçlü kumpanya yanmış tutuşmuş,
Ama duman çıkarmamışlar dışarı.
Bu durumda her bezirgan işini bilir.
Kredi batmasın diye zarar gizlenir.
Ne var ki, bizimkilerin zararı
Kapatılır cinsten değilmiş pek.
Çok geçmeden çıkmış meydana foyaları:
Ne kredi kalmış, ne para, ne çek.
Bu durumda, tüccar ya zindanı boylar
Ya da başında yeşil külahla gezer.
Kimse el uzatmamış dünkü zenginlere,
Sermaye karşılamaz olunca borçları
Gelsin hacizler, mahkemeler;
Sabah sabah daha gün ışımadan
Alacaklıların biri gelir biri gider.
Bizim trionun işi gücü artık
Kimini atlatıp kimine masal anlatmak.
Karaçalı ikide bir,
Yapışıp gelen gidenlerin eteklerine:
— Baylar, diyormuş, ne olur söylesenize
Bizim mallar nerede olabilir?
Denize gitmiş diyorlar, hangi denize?
Ördek dalıp dalıp sulara
Mallarını istiyormuş yalvara yakara.
Yarasaya gelince, gün ışığında
Dolaşamaz olmuş şehrin sokaklarında
Deliklerde yaşıyormuş biçare
Tahsildarlar arayıp bulmasın diye.
Çok borçlular görmüşümdür hayatımda,
Karaçalı, ördek yarasa değil hem de,
Ne anlı şanlı beyzadeler bilirim ben
Her gün gizli merdivenlerden tüyen.

Yorum yazmak için lütfen giriş yapınız

Editörün Son Yazıları

probiyotik

Islak Çeltiklere

probiyotik

Hiçsizliğe

probiyotik

Acıyor

probiyotik

Yıkık

Editörlerin Son Yazıları

kaptanfilozof06

Deprem Korkusu Arttı

probiyotik

Islak Çeltiklere

bubble30
Nielawore

"KINAR HANIMIN DENİZLERİ"

Bizden haberdar olmak için mail listemize kayıt olun