Kasım 24, 2024

Masalların Eğlenceli Gizemi

Masalların hepsi ilginç, hepsi keyiflidir. Peki ya La Fonteine’ninkileri hiç hatırlıyor musunuz? Hep beraber keyifli, gizemli ve unutulmuz bir yolculuğa çıkmaya hazırsak başlayalım mı? Hadi bakalım gizemi çözülmemiş masallar, kafa dinlemeye yardımcı olan masallar ile hayatımıza keyifli zamanlar katalım. Durmayın devam edin başlayın okumaya derim ben ama gene de sizin tecihiniz.

 

Ormanla Oduncu


Bir oduncu kırmış ya da yitirmiş
Baltasının sapını.
Kolay bulamadığı için yenisini
Orman biraz rahat etmiş.
Sonunda adam yalvarmış ormana;
— Ne olur, demiş, bir tek dalını
Tatlılıkla kopartıverir bana;
Sapsız bırakma şu baltamı.
Söz veriyorum sana:
Gidip başka yerde kazanacağım ekmeğimi.
Bırakacağım herkesin saydığı sevdiği
Canım meşeleri, çamları ayakta.
Masum orman yenilemiş silahını adamın,
Ve pişman olmuş tabii:
Oduncu başlamış hemen budamaya
Kendisine iyilik edeni,
En güzel ağaçlarına kıyarak.
İnim inim inlemiş orman
Kendi verdiği silah yüzünden.
Böyledir işte bizim dünyalılar:
Gördükleri iyiliği İyilik edene karşı kullanırlar.
Bıktım bunu söylemekten;
Ama nasıl canı yanmaz insanın
Gördükçe o canım gölgeliklerin
Hoyratça yok edildiğini dünyadan.
Ne kadar yırtınsam, yakınsam nafile
Nankörlüğün, yolsuzlukların
Kalkacağı yok ortadan bu gidişle.


Tilki, Kurt ve At


Daha genç, ama hinoğluhin bir tilki
Ömründe ilk kez atı görünce,
Acemi kurdun birine gitmiş demiş ki:
— Aman koş, bir hayvan var bizim çimenlikte,
Öyle güzel, öyle kocaman ki
İnanmayasım geliyor gözlerime.
— Bizden güçlü mü, demiş kurt gülerek;
Şunun bir portresini yapıver bakalım.
— Ah demiş tilki, ressam olsaydım
Ya da mürekkep yalamış bir öğrenci,
Yaşatmak isterdim sana hemen
Onu görünce duyacağın sevinci.
Ama kalk gel?
Kim bilir belki talih
Yaman bir av yollamıştır bize.
Kalkmış gitmişler.
Otlağa bırakılmış at
Hiç düşkün değilmiş böylesi ahbaplara:
Neredeyse tüyecekmiş tabana kuvvet.
— Efendimiz, demiş sokuluverip tilki,
Adınızı öğrenmek şerefini
Esirgemeyin bu naçiz kullarınızdan.
At daha zekiymiş tilkinin sandığından:
— Baylar, demiş, adımı merak ettiyseniz
Arka tabanlarımda okuyabilirsiniz:
Kunduracım adımı yazar her zaman
Pabuçlarıma vurduğu pençe üstüne.
Tilki okuryazar değilim diye
Özür dilemiş attan:
— Anam babam, demiş, okutmadılar beni;
Yoksullar; bir inden başka neleri var ki.
Kurdunkiler eşraftan:
Okuttular onu.
Koltukları kabarmış kurdun,
Yaklaşmış, ama dört dişine mal olmuş
Okuryazar geçinmeye kalkması:
At basmış çifteyi ve tüymüş oralardan.
Kurt serili kalmış yerde, zavallı:
Ağzı burnu kan içinde, perişan:
— Bak, gördün mü demiş tilki;
Bilginlerden duyduğum doğruymuş demek ki:
Bu hayvan çenene ne yazdı bilir misin?
Bilmediğin her şeyden sakınmalısın.


Tilkiyle Hindiler


Tilkinin gece akınlarına karşı
Hindiler kale yapıp bir ağacı
Çıkmışlar tepesine.
Tilki gelmiş incelemiş kaleyi.
Bakmış çepeçevre nöbetçiler nöbette.
İçerlemiş tilki:
— Şu hödüklere bak, demiş;
Beni aç bırakacaklar akıllarınca!
Size mi kaldı karşı koymak
Doğanın yasalarına?
Tanrıların izniyle,
Bana dayanmaz kale male.
O gece de ay pırıl pırılmış,
Hindi milletini tutar gibi.
Ama acemi çaylak değilmiş
Kuşatma işlerinde tilki;
Ona göre kurmuş taktikayı.
Tilkide dolap düzen mi ararsın!
Ağaca sarılmış ilkin;
Tırmanıp çıkacak sözde!
Sonra düşüp serilmiş yere
Ölmüş gibiyken dirilmiş birdenbire.
Öyle numaralar yapmış ki hınzır;
Bakanın ağzı açık kalır.
Bir gözlerini parlatmış,
Bir kuyruğunu, ay ışığına.
Uzatmayalım, ne yapmışsa yapmış,
Bir an uyutmamış hindileri:
Hepsinin gözü tilkinin oyunlarında.
O kadar bakmaya göz mü dayanır?
Hele hindi gözü kolay kamaşır.
Başlamışlar sapır sapır dökülmeye
Olmuş meyveler gibi.
Düşeni topluyormuş tilki:
Yarısını haklamış böylelikle.
İnsan biraz da hor görmeli
Gözünü korkutmak isteyeni.
Fazla baktın mı düşmana,
Alıklaşır, düşersin ağzına.


Maymun


Bir maymun var Paris'te
Evlendirmişler bu maymunu,
O da maymunluğunu gösterip bu işte
Dövmüş karısını
Birçok kocalar gibi.
O kadar çekmiş ki zavallı kadın
Ölmekten başka ne yapsın?
Oğulları bir hayli üzülmüş
Yanmış yakınmış boşuna.
Babası gül babam gülmüş
Karısı ölmüşse ona ne!
Başka sevgilileri var bir sürü,
Birer birer götürüp evine
Dövecek hepsini besbelli.
Sabah akşam da meyhanelerde
Çekiyor kafayı koca misali!
Size öğüt benden
İyi bir şey beklemeyin taklitçilerden
İster maymun olsun, ister yazar,
Hele yazarı hepsinden beter.


İskityalı Filozof


İskitya'da doğmuş çilekeş bir filozof
Daha tatlı bir hayat sürmek niyetiyle
Yunanistan'a gitmiş ve orada bir yerde
Bir bilge görmüş,
Vergilius'unkine benzer:
Krallarla eşit, tanrılara yakın bir insan;
Bu sonuncular gibi gamsız, huzur içinde:
Bir bahçenin güzellikleriymiş onu mutlu kılan.
İskityalı onu elinde bağ bıçağıyla bulmuş;
Meyve ağaçlarında yararsız ne varsa
Kesip atıyormuş bir şuradan bir buradan
Buduyormuş dalları dibinden tepesinden,
Her yerde kusurlarını düzelterek doğanın,
Emeğini bol bol karşılayacak doğa
İskityalı sormuş:
— Nedir bu asıp kesme;
Yaraşır mı bir bilgeye bu zavallı yaratıkların
Elini kolunu budamak böylesine.
Atın o bıçağı, o ölüm aracını elinizden;
Zamanın orağına bırakın kesip biçmeyi
Er geç karanlık ülkeye göçer her bitki.
— Ben yararsızı atıyorum, demiş
Yunan filozofu;
Kalanlar için çok yararlı oluyor bu.
İskityalı dönünce kasvetli yurduna
Almış bıçağı, saldırmış ağaç dallarına;
— Kesin, biçin, kırın, budayın, demiş
Eşine dostuna, konusuna komşusuna.
Kıymış en güzel dallarına ağaçların
Budamış bağını bahçesini akılsızca;
Ne vaktini, mevsimini beklemiş,
Ne dolunay ne körpe ay dinlemiş
Ve yangın yerine çevirmiş yurdunu.
Bu İskityalı pek benziyor doğrusu
Stoalı yobaz bir filozofa:
İnsan ruhundan kesip atar o da
İyi kötü bütün arzuları, tutkuları
En masum heveslere varıncaya kadar;
Ben karşısındayım böylesi filozofların
Yüreğimizin can damarını kesiyorlar,
Budayıp umutlarımızı, dileklerimizi
Ölmeden öldürüyorlar bizi.


Fil, Gergedan ve Zeus'un Maymunu


Evvel zaman içinde fille gergedan
Paylaşamayıp koca dünyayı,
Savaşalım olsun bitsin, demişler.
Savaş günü kararlaşmış önceden;
Teke tek çarpışacak iki kabadayı.
Derken bir haber getirmişler:
Zeus'un maymunu, arması, urbasıyla
Havalarda görünmüş.
Tarihlerin yazdığına göre
Maskara'ymış bu maymunun adı:
Haber getirirmiş gökten yere.
Hiç şaşmamış fil cenapları:
Bana elçi geliyor, demiş;
Burnu büsbütün büyümüş.
Gel gelelim, sayın Maskara,
Bir hayli geç kalmış doğrusu
Güven mektubuyla huzura çıkmakta.
Olacak şey mi bu?
Neyse, uğramış bir gün,
O da şöyle, geçerken.
Fil bakmış haber maber yok gökten.
Hep savaşıyla meşgul sandığı tanrılar
Meğer hiç oralı değilmişler.
Oysa ne var bunda şaşacak
Onların gözünde ha fil olmuşsun, ha sinek.
Fil dayanamamış,
Savaş bahsini kendi açmış:
— Zeus kardeşime selam söyle, demiş;
Güzel bir savaş görecek yakında.
Yüce tahtından baksın, bütün tanrılarla.
— Ne savaşı? demiş maymun,
Kaşlarını çatarak.
— Nasıl? demiş fil; bilmiyor musun?
Gergedan benimle boy ölçüşmeye kalktı.
Filistan'la Gergedanya çarpışacak.
Bilirsin elbet bu iki ünlü devleti!
— Yo, nereden bileyim, demiş maskara;
Ama memnun oldum tanıştığımıza.
Böyle şeyler konuşulmaz pek,
Bizim yukarılarda.
Fil fena bozulmuş ve içerleyerek:
— Niçin geldin öyleyse, demiş; ne yapmaya?
— Ben mi? demiş maymun; birkaç karınca
Bir otu bölüşememişler,
Onu pay etmeye gönderdiler.
Biz her şey üstünde dururuz.
Sizin işe gelince,
Tanrılar Kurulu'ndan geçmedi henüz.
Küçüklerle büyükler eşittir bizce.


Bir Deliyle Bir Akıllı


Bir deli bir akıllıya
Taş atıyormuş yolda...
Akıllı dönmüş geriye:
— Aferin dostum, demiş deliye;
Al benden sana bir altın;
Bir hayli uğraştın, yoruldun.
Bedava çalışacak değilsin ya.
Bak şuradan geçen adama.
Onda para tümen tümen.
Sende de bu kol varken,
At taşı, al paranı.
Deli hemen kırmış dümeni
Basmış taşı zengine.
Yine hakkını vermişler vermesine;
Ama altın parayla değil bu sefer.
Bir sürü uşak atılmış üstüne
Ellerinde kalın değnekler
Az mı yersin, çok mu!
Saray böyle delilerle dolu.
Sizi taşlar, kralı güldürürler.
Ağızlarını kapamak için,
Ne diye gidip dövüşeceksin?
Kaldı ki gücün yetmez belki de.
İyisi mi, aferin de;
Saldırt adamına,
Gelsin hakkından.


İngiliz Tilkisi


Madame Hervay'e
İyi bir yüreğiniz ve sağduyunuz var sizin
Daha nice nice değerleriniz.
Ruhça soylusunuz, ayrıca da,
İşleri ve insanları yönetmesini
Çok iyi buluyorsunuz.
Açık ve özgür davranışçısınız.
Kralımız, Zeus misali, size
Yıldırımlar da yağdırsa,
Fransa'ya dost kalabiliyorsunuz.
Bütün bunlar bir destan yazmaya değerdi;
Ama sizin gönlünüzce olmazdı bu destan:
Parlak sözler, övgüler sıkar sizi.
Onun için ben de kısa kesiyorum sözü,
Yurdunuz için de
Bir iki kelime söyleyerek.
Bilirim İngiltere'yi nasıl sevdiğinizi.
İngilizler düşündü mü derin düşünürler;
Bu işte kafaları huylarıyla bir gider:
İnce eleyip sık dokurlar her şeyi,
Deneylere önem verdikleri için de,
Bilimler dünyasını geliştirmekteler.
Bunları yaranmak için söylemiyorum size;
Herkeslerinkinden daha üstün doğrusu,
Sizinkilerin derinleştirme gücü.
Sizin köpeklerinizin burnu bile
Daha iyi koku alıyor bizimkilerden.
Tilkileriniz de daha kurnaz nedense.
Bakın ne yapmış bir İngiliz tilkisi:
Dünyada bugüne dek çevrilmemiş
Bir dolap çevirmiş sizinkisi.
Kâfir fena sıkıştırılmış bir gün;
Düştü düşecekmiş pençesine
Sizin o iyi koku alan köpeklerin.
Kaçarken darağaçları görmüş bir yerde:
Hırsız hayvanlar asılıymış orada,
Porsuk, tilki, baykuş gibi şirretler,
Gelen geçene ibret olsun diye.
Yoldaşları tilki ilişivermiş
Bu ölüler arasında bir yere.
Gel de Anibal'e benzetme bu tilkiyi.
O da Romalıların eline düşecekken,
Aldatıp tilkice komutanlarını
Kurtuluvermiş ellerinden.
Sürek köpekleri bir koşu gelince
Tilkinin ölülerle asılı durduğu yere,
Basmışlar yaygarayı.
Ama boşuna havlamışlar göklere doğru,
Avcı çağırmış hepsini geri.
Nereden akıl etsin tilkinin
Böylesi bir tilkilik yapacağını?
Bir deliğe girmiş olmalı, demiş;
Köpekler daha öteye gitmediklerine göre
Bu namuslu kişilerin asıldığı yerden.
Ama o da gelir asılır buraya bir gün.
Gelmiş asılmış da zavallı.
Köpekler yine hav hav düşünce peşine,
Çıkmış ölüler arasındaki yerine,
Papaz her zaman pilav yer sanarak.
Ama bu sefer kurtaramamış paçayı:
Çünkü bir oynadığın oyunu
Her zaman oynamamak gerek.
Gel gelelim, avcının kendisi bile
Zor bulurdu bu oyunu gereğinde.
Aklı daha az olduğu için değil,
Kim inkâr edebilir her İngiliz'in
Akıldan yana hiç de züğürt olmadığını?
Ama yaşama sevgilerinin az oluşu
İngilizleri çok kez yanıltıyor doğrusu.

 

Gönüllü Yargıç, Gönüllü Hekim ve Keşiş


Üç evliya varmış, üçü de cennet peşinde;
Fikirleri, zikirleri, hedefleri bir;
Ama ayrı ayrı yollar seçmişler;
Eh bütün yollar Roma'ya gider.
Birine davalıların halleri dokunmuş
İşi uzatan, çıkmaza sokan mahkemelerde.
Parasız pulsuz yargıçlık yaparım, demiş,
Dünya malında gözü yokmuş nasıl olsa.
Kanunlar kondu konalı insan ömrünün
Mahkemelerde geçiyor yansı.
Ne yarısı, dörtte üçü, çok kez de hepsi.
Bizimki davacıları barıştırarak
Önüne geçeceğini sanmış bu çılgınlığın.
İkinci evliya hastaneleri seçmiş.
Aferin derim; çünkü hastayı ferahlatmak
Hayırseverliğin en iyisidir bence.
Eski zaman hastaları da
Her zamanın hastaları gibi olduğundan,
Bizim evliya çok çekmiş dert dinlemekten.
Kimi ağlar, kimi kızar, kimi yakınır:
— Şuna buna nasıl bakıyor baksanıza:
Onlar dostları çünkü; bizler tukaka.
Bunlar hiç kalırmış,
Davacıları uzlaştırmak isteyen
Yargıç evliyanın çektikleri yanında:
Kimse memnun değilmiş hiçbir yargıdan:
Her iki taraf da çatıyormuş ona.
Adalet terazisi
Payına razı etmiyormuş kimseyi.
Yargıç sinirlenmiş dırdır edenlere
Gitmiş hastaneye
Dert yanmış öteki evliyaya.
O evliya da canından bezmiş olduğu için
Gel bırakalım bu işleri de
Gidip ormanlarda yaşayalım demişler;
Hastalardan, davacılardan uzakta.
Sarp kayalıkların dibinde
Tertemiz bir kaynağın yanı başında.
Öyle ıssız bir yere gitmişler ki
Ne gün ışığı girermiş içine, ne rüzgâr.
İşte orada üçüncü evliyaya rastlamış
Ve bir öğüt istemişler ondan.
Keşiş yoldaşları demiş ki:
— İnsan öğüdü kendi kendine vermeli.
Derdinizi sizden iyi kim anlar?
Yüce Varlığın her ölümlüden istediği
Kendi kendini tanımasıdır en önce.
Kendinizi şehirde tanıdınız siz,
Oysa yalnız sakin yerlerde olur bu iş.
Başka yerde kendini aramak büyük hata.
Bulanık suda ne görebilir insan?
Şu kaynağı allak bullak etsek ne olur?
— Kendimizi göremeyiz elbet içinde:
Öyle yoğun bir buluta döner ki çamur,
Suyun billur aynalığı yok olur.
Evet, kardeşlerim, bırakın durulsun sular,
O zaman görürsünüz içinde kendinizi.
Issız yerlerde kalın
İçinizi daha iyi seyretmek için.
İki dost inanıp uymuşlar bu güzel öğüde.
Ama demek değildir ki bu
Kimse bir görev yüklenmeyecek.
Madem mahkemelere düşüyor,
Ölüyor, hastalanıyor insan,
Hekimler, avukatlar olacak ne yapsan.
Tanrı'ya şükür, yoksun kalacak değiliz
Her iki görevin yardımlarından:
Şeref ve kazanç sağladıkça bu işler
Korkmayın, başımızdan eksik olmazlar.
Ne var ki bu görevlerde çalışırken insan
Kendini adam etmeyi unutuyor çok zaman.
Ey halkın hizmetinde çalışanlar,
Kodamanlar, krallar, bakanlar,
Sizler ki ne bulanık sular
Ne umulmadık belalar içindesiniz,
Sizler ki mutsuz oldunuz mu düşer,
Mutlu oldunuz mu da bozulursunuz;
Sizler görmüyorsunuz kendi kendinizi,
Ne kendinizi, ne de hiç kimseyi.
Arada bir kendinize gelir gibi olsanız
Bir dalkavuk gelir bulandırır suyu apansız.
Bu kitabı bu dersle bitirelim,
Gelecek yüzyıllara yararlı olsun diyelim.
Krallara sunarken bunu
Sorarım akıllı kişilere, kitabımı
Neyle bitirsem daha iyi olurdu?

 

Güneş ve Kurbağalar


Yıldızların sultanı güneş nedense
Gözetir, korurmuş çamurlugilleri.
Ne savaş, ne yoksulluk, ne benzeri belalar
Uğramazmış bu milletin semtine.
Göllerin, batakların sultanları,
(Kurbağalar demek istiyorum, çünkü neden parlak unvanları
esirgeyelim onlardan?)
Evet, çamur ülkesinin sultanları
Başkaldıracak olmuşlar günün birinde
Onlara iyilik eden efendilerine.
Fazla rahatlık herkese battığı gibi
Onlara da batmış olacak ki,
Başlamışlar vak vak etmeye
Densizce, haddini bilmezce, nankörce:
Uykularını kaçırmışlar dünyanın.
Akılları sıra bütün dünya.
Büyük küçük bütün yaratıklarıyla
Doğanın gözüne karşı ayaklanacaklar.
Onlara bakılırsa güneş
Her şeyi kasıp kavurmak üzereymiş.
Güneş bir adım atar atmaz göklerde
Elçiler vak vak ediyormuş yedi düvelde.
Onlara kalsa, bütün dünya,
Yeryüzü bütün çarkları marklarıyla
Dört beş kuruyası bataklığın
Çıkarı üstüne dönüp, durmakta.
Sürüp gidiyor hâlâ
Bağrışmaları kurbağaların.
Susmaları gerek, bana kalırsa,
Anlamı yok bunca dırdır gırgırın.
Bir kızdırdılar mı güneşi
Kurutur sulu cumhuriyetlerini şıppadak;
Ne batak kalır o zaman, ne de vak vak.

Yorum yazmak için lütfen giriş yapınız

Editörün Son Yazıları

probiyotik

Çile

probiyotik

Yattığım Kaya

probiyotik

Kaldırımlar

probiyotik

Islak Gül

Editörlerin Son Yazıları

kaptanfilozof06

Hindistan'da İlginç Olay

probiyotik

Çile

bubble30

İÇİNDEKİ CEVHERİ KORUYANLAR

Nielawore

"HALİME TERCÜMANDIM"

Bizden haberdar olmak için mail listemize kayıt olun