Bir varmış, bir yokmuş. Bir zamanlar yemyeşil tepelerin arasında minicik ama çok mutlu bir köy varmış. Bu köyde insanlar gülümseyerek uyanır, çocuklar sabah serinliğinde kahkahalarla koştururmuş.
Köyün ortasında, eski bir ceviz ağacının altında parlak bir taş varmış. Sarımsı ışıltısı olan bu taş “Mutluluk Taşı” diye bilinirmiş. Bu taş sayesinde köy hep neşeli kalırmış. Kimse taşı ellemeye kalkmaz, sadece yanından geçerken hafifçe gülümsermiş.
Fakat bir sabah, güneş her zamanki gibi doğmuş ama köy sanki uyanmak istememiş. Kuşlar sessizce beklemiş, hiçbiri ötmemiş. Çocuklar yorgun gözlerle uyanmış, ne gülmüşler ne de koşmak istemişler. Fırındaki ekmek bile kabarmamış.
Arda da yatağından kalktığında odasının ışığı solgun gelmiş. Annesi sessizce kahvaltıyı hazırlıyor, babası çayını karıştırırken gözlerini bir noktaya dikmiş duruyormuş. Evdeki hava ağırmış.
Arda ayakkabılarını giyip dışarı çıkmış. Sokaklar sessiz, hava ağırmış. Mutluluk Taşı’nın olduğu yere doğru yürümüş. Ama orada hiçbir şey yokmuş.
Arda’nın içi buz kesmiş. “Mutluluk Taşı gitmiş!” diye bağırmış. Koşa koşa yaşlı Ayşe Nine’ye gitmiş. Ayşe Nine başını sallamış:
— Demek ki Üzgün Kraliçe geldi, demiş.
— Üzgün Kraliçe mi? diye sormuş Arda merakla.
Nine yavaşça anlatmış:
— Bir zamanlar çok yalnız bir kraliçe varmış. Kimse onunla konuşmamış, kimse elini tutmamış. O da üzülmüş, sessizleşmiş. Sonra da herkesi üzmeye başlamış.
— Mutluluk Taşı’nı o mu aldı?
— Evet, demiş Nine. Ama geri almanın yolu var. Eğer kalbinde umut varsa, sen bulabilirsin.
Arda’nın içi ısınmış. Ayağa kalkmış.
— Ben bulacağım o taşı!
Arda derenin yanındaki eski köprüye gitmiş. Orada yaşlı bir çoban oturuyormuş. Yanında beyaz köpeği varmış.
— Mutluluk Taşı’nı arıyorum, demiş Arda. Köyümüzün ışığı söndü.
Çoban uzaklara bakmış:
— O taş yerinde değilse, rüzgârın kokusu bile değişir. Bu sabah çiçek yerine tuzlu koku geldi. Bu Yalnızlık Kulesi’nin işareti.
— Yalnızlık Kulesi nerede?
— Gri Dağlar’ın ardında eski bir kule var. Belki Üzgün Kraliçe oradadır.
Arda yola çıkmış. Taşlı patikadan ilerlemiş. İçindeki cesaret hiç azalmamış.
Yolun sonunda, kocaman çınarın altında oturan bir çocuk görmüş. Üzerinde eski kazak, kucağında kırık oyuncak varmış.
— Nereye gidiyorsun? demiş çocuk yumuşakça.
— Mutluluk Taşı’nı arıyorum. Köyümüz üzgün oldu.
Çocuk gözlerini kaldırmış:
— Ben de çok üzgünüm. Annem babam yok, tek başımayım. Seninle gelebilir miyim?
Arda gülümsemiş:
— Tabii ki! Adım Arda, senin adın ne?
— Ela, demiş çocuk. Birlikte daha güçlü oluruz.
İkisi birlikte yürümeye başlamış. İlk önce karanlık ormana girmişler. Orman loş ama korkutucu değilmiş. Sadece ağaçlar çok sıkışmış.
— Geçemeyeceğiz, demiş Ela endişeyle.
— Dur, demiş Arda. Sen küçüksün, dar yerlerden geçebilirsin. Ben arkandan gelirim.
Ela önden geçmiş, Arda arkadan takip etmiş. Birbirlerine yardım ederek ormandan çıkmışlar.
Sonra kayalık bir geçide gelmişler. Kayalar çok yüksekmiş.
— Ben tırmanamam, demiş Arda.
— Beni omuzlarına al, demiş Ela. Yukarı çıkayım, sonra sana ip atarım.
Ela tırmanmış, Arda’ya yardım etmiş. Birlikte kayaları aşmışlar.
En son rüzgârlı tepelere varmışlar. Rüzgâr çok sertmiş, neredeyse uçuracakmış onları.
— Elimi tut, demiş Arda. Birlikte yürüyelim.
El ele tutuşmuşlar. Rüzgâra karşı yavaş yavaş ilerleyerek tepeyi geçmişler.
Tepenin arkasında, gri taşlardan yapılmış eski bir kule varmış. Kulenin tepesinden sarı bir ışık geliyormuş. Mutluluk Taşı’nın ışığıymış bu.
— İşte orada, demiş Arda.
Kuleye yaklaştıkça, içeriden hıçkırık sesleri duymuşlar. Kapıyı çalmışlar.
— Kim o? demiş içeriden titrek bir ses.
— Biz Arda ve Ela, demiş Arda. Seninle konuşmak istiyoruz.
Kapı yavaşça açılmış. Karşılarında uzun siyah elbiseli, üzgün yüzlü bir kadın varmış. Elinde Mutluluk Taşı parlıyormuş.
— Siz de beni kovmaya mı geldiniz? demiş kadın ağlayarak.
— Hayır, demiş Ela yumuşakça. Sadece konuşmak istiyoruz.
Üzgün Kraliçe onları içeri almış. Kule içi soğuk ve boşmuş.
— Neden taşı aldın? diye sormuş Arda.
Kraliçe ağlamış:
— Çok yalnızım. Kimse benimle konuşmuyor. Taşı aldım, belki beni de mutlu eder diye. Ama olmadı. Hâlâ üzgünüm.
— Biz seninle konuşuyoruz, demiş Ela. Artık yalnız değilsin.
— Gerçekten mi?
— Evet, demiş Arda. Bizimle köye gel. Orada arkadaşların olsun.
Kraliçe başını sallamış:
— Ama ben herkesi üzdüm. Beni istemezler.
— İsterler, demiş Ela. Çünkü sen aslında kötü değilsin. Sadece arkadaşa ihtiyacın var.
Kraliçe Mutluluk Taşı’nı Arda’ya vermiş:
— Al, köyüne götür. Ben artık yalnız değilim.
Üçü birlikte köye dönmüşler. Taş köyün ortasına konur konmaz, herkes canlanmış. Kuşlar ötmeye, çocuklar gülmeye başlamış.
— Bu kim? diye sormuş köylüler kraliçeyi görünce.
— Yeni arkadaşımız, demiş Arda. Artık Üzgün Kraliçe değil, Mutlu Kraliçe.
Köylüler kraliçeyi karşılamış. Ona güzel bir ev vermiş, arkadaş olmuşlar.
Kraliçe artık her sabah gülümsüyor, çocuklarla oynuyor, köylülerle sohbet ediyormuş.
Mutluluk Taşı hâlâ köy meydanında parlıyormuş. Ama artık yalnız değilmiş. Çünkü etrafında her gün oynayan çocuklar, sohbet eden büyükler, gülümseyen yüzler varmış.
Mutluluk Taşı Masalının sonunda, Arda ile Ela anlamışlar ki: Bazen bir arkadaş, bir köyün kalbini bile değiştirebilirmiş.
Yorum yazmak için lütfen giriş yapınız