Ekim 18, 2024

Öykülerle Dağıtalım Kafamızı

Öykülerin dünyasına yolculuk

 

Tilki ve Üzümler
Tilkinin biri,
Kimine göre Gaskonyalı, Kimine göre Normandiyalı,
Ölesiye aç kaldığı bir sırada,
Yüksek bir çardaktaki asmada
Üzümler görmüş, kabukları kıpkızıl:
Bal gibi olgun, besbelli.
Yemesine yiyecek, hem de nasıl!
Ama yetişemeyince ne yapsın tilki:
-— Bunlar daha yemyeşil, demiş;
Uşak takımının dişine göre...
Yakınıp dursa tilki
Daha mı iyi ederdi sanki?


Kuğuyla Kaz Palazı
Kaz palazıyla kuğu
Kümes hayvanlarıyla dolu bir yerde
Yaşayıp gidiyorlarmış bir arada;
Biri efendinin gözlerine mahsus,
Öteki ağzının tadına.
İkisi de mağrur:
Biri bahçe arkadaşı efendinin,
Öteki sofra arkadaşı.
Şatonun su dolu hendekleri
Gezi yeriymiş bu ikisinin.
Yan yana yüzdükleri görülürmüş
Bir süzülerek, bir dalaraktan,
Boş heveslerini doyuramadan.
Bir gün içkiyi fazla kaçıran aşçı,
Kaz palazıyla karıştırıp, kuğuyu
Yakalamış boynundan,
Kesip mancasını yapmak için.
Tam bıçağı vuracakken
Kuğu son ötüşüyle dert yanmış.
Şaşkınlıktan donakalan aşçı
Anlamış ne halt ettiğini.
— Ne, demiş, demek az kalsın
Böyle bir şarkıcıyı haşlayacaktım.
Aman, tanrılar korusun ellerimi
Bu kadar güzel sesler çıkaran
Bir gırtlağı kesmekten.
Bunun gibi, umulmadık belalardan
Bir tatlı sözle kurtulabilir insan.


Kurtlarla Koyunlar
Bin yıl süren savaşlardan sonra
Kurtlarla koyunlar barışmış sonunda.
Elbet iki taraf için de buymuş en iyisi:
Kurtlar bir hayli koyun yiyorlarsa da
Az mı kurt postu giymiş çobanlar da?
Koyunlar özgürce otlayamadığı gibi
Kurtlar da özgürce et yiyemiyorlarmış.
Uzatmayalım, bitmiş savaş gelmiş barış;
Ama rehin istemişler birbirlerinden:
Kurtlar yavrularını vermiş,
Koyunlar da köpeklerini.
Değiş tokuş gereğince, töresince yapılmış
Elçiler, görevliler eliyle.
Gel gelelim bir zaman sonra yavru kurtlar
Düpedüz kurt olup kana susamışlar.
Bekleyip sayın çobanların
Sürüden uzaklaştıkları zamanı,
Boğmuşlar yarısını en yağlı kuzuların
Ve sırtlarına geçirip dişlerini
Ormanı boylamışlar.
Meğer gizliden haberliymiş baba kurtlar:
Onlar da boğuvermişler bu arada
Güvenlik içinde uyuyan köpekleri.
O kadar çabuk olmuş ki bu iş
Köpeklerin ruhu bile duymamış nerdeyse:
Bir anda hepsi paramparça edilmiş,
Kurtulamamış bir teki bile.
Şunu çıkarabiliriz bundan:
Kötülerle savaşa ara verilmemeli.
Barış, aslında iyi şeydir her zaman,
Evet, iyidir, ama neye yarar ki
Güvenilir mal değilse düşman?


Kocamış Aslan
Ormanlara korku salan
Şahların şahı aslan,
Kocamış, yatalak olmuş,
İninde içini çeker dururmuş
"Hey gidi günler, hey" diye.
Dünkü uşakları başlamış
Onun güçsüzlüğüyle güçlenmeye;
Önünde titreyenler üstüne yürümüş;
At gelmiş çifte atmış böğrüne,
Kurt gelmiş kıçını ısırmış,
Öküz gelmiş boynuz vurmuş.
Aslan zavallı, bitkin, mahzun, perişan,
Kükremeye mecali yok ihtiyarlıktan.
Ah vah etmiyor boş yere,
Ört ki ölem diyor biçare.
Tam kendini bırakmış, ölecek,
Bir de ne görsün? Eşek!..
O da gelip tekme atacak aslana:
— Yoo, demiş kalkmış ayağa,
Ölmeye razı olduk, yeter;
Senden tekme yemek ölümden beter.


Bülbül Filomela İle Kırlangıç Progne
Günün birinde kırlangıç Progne
Bırakmış yerini yurdunu,
Almış başını gitmiş
Şehirlerden uzaklara,
Garip bülbülün öttüğü ormana.
— Bacım, demiş kırlangıç bülbüle;
Nasılsın, iyi misin?
Bin yıl oldu nerdeyse
Seni aramızda görmeyeli.
Trakya yıllarımızdan bu yana
Uğramaz oldun sanırım semtimize.
Söyle bana, nedir meramın?
Hep bu ıssız yerde mi kalacaksın?
— Daha güzel neresi var?
Demiş bülbül Filomela.
— Amma da yaptın, demiş kırlangıç;
O güzelim sesini duyan kim burda?
Hayvanlar, bir de olsa olsa köylüler.
Senin gibi eşsiz bir sanatçının
Çöller mi olmalı yeri?
Şehirlere gel ki insanlar duysun
Yarattığın harikaları.
Hem sen buralarda kaldıkça
Kolay kolay unutamazsın
Dilini kestiren o zalim Tereus'un
Sana ettiklerini böyle bir yerde.
— Ah, demiş kırlangıca bacısı;
Ben işte o kötü günleri unutmak için
Uğramaz oldum sizin şehirlerin semtine.
İnsanların birbirine ettikleri,
O günleri daha çok hatırlatıyor bana.


Boğulan Kadın
Densiz erkekler bir fıkra anlatır:
Bir bağrışma olmuş da hani,
Adamın biri dereye bakmış:
— Bir şey yok, bir kadın boğuluyor, demiş.
Bu da söylenir söz mü yani!
Ben böyle konuşacaklardan değilim.
Madem dünyanın kadınsız tadı yok,
Boğulan kadına acıyalım derim.
Durup dururken söylemedim bunu:
Bir kadın boğuluyor gerçekten,
Anlatacağım masalda.
Zavallı bahtına kızmış,
Atmış kendini sulara.
Kocası ölüsünü arıyormuş Nehir boyunca:
— Madem öldü, diyormuş:
Cenazesi gereğince kalkmalı. Kime rastlarsa soruyormuş,
— Karımı gördünüz mü? diye.
— Görmedim, demiş adamın biri;
Sularla daha aşağı gitmiş olmalı.
Bir başkası tam tersine:
— Geriye gidin, demiş, geriye!
Sular istediği kadar aşağı aksın,
Sizin aradığınız bir kadın;
Tersine gitmiştir yine,
Aksilik olsun diye!
İşin alayındaymış bu adam;
Kadınların aksiliğinden yana.
Haklı mı, değil mi bilmem;
Ama bu huy oldu mu bir insanda,
Hep tersine gitmekse âdeti,
Doğuştan böyleyse eğer
Ölürken bile aksilik eder;
Ölümden öte yol varsa,
O yolda da tersine gider.


Mahzene Giren Gelincik
Yosma gelincik, bir deri bir kemik,
Daracık bir delikten
Bir mahzene girivermiş.
Hastalıktan yeni kalkmış, bitkinmiş
Bakmış, yiyecek dolu mahzen,
İn cin de yok görünürde;
Dilediğin kadar kemir, ye!
Domuz etleri dizi dizi,
Yedikçe yemiş bizimki.
Şiştikçe de şişmiş bir yandan.
Bir hafta geçince aradan,
Yağ tulumuna dönmüş ince gelincik.
Bir gün yine, tıka basa yerken,
Bir tıkırtı duymuş,
Sıvışmak istemiş girdiği delikten.
Çıkamayınca yanlış delik sanmış.
Dört döndükten sonra mahzende,
Gelmiş yine zorlamış aynı yeri:
— Burası, demiş; burdan girdim geçende;
Neden çıkamıyorum şimdi?
Gelinciğin telaşını gören bir sıçan:
— Bu karınla girmedin de ondan, demiş;
Cılız girdin, cılız çıkman gerekir.
Bu sözüm birçok davetlilere de söylenir,
Ama fazla ileri gitmeyelim
Seni koca bakanlara benzetmeyelim.


Kediyle Bir İhtiyar Sıçan
Bir masal kitabında okudum ki,
Bir yaman kedi, kedilerin İskender'i,
Sıçanların Atilla'sı, baş belası,
Zavallıları kasıp kavuruyormuş.
Bir Azrail, bir Kerberos'muş
Bu masalda anlatılan kedi;
Korkular içinde yaşıyormuş
Sıçanların yedi düveli.
Temizleyecek nerdeyse dünyayı
Bütün faregillerden.
Tuzaklar, kapanlar, zehirler
Oyuncak saydırmış onun yanında.
Bu kara bela bakmış ki sonunda
Fareler korkudan
Çıkmıyorlar artık deliklerinden.
Aramış taramış; bir teki yok ortada.
Kâfir ölü numarası yapmış bu sefer:
Bir kalasın ucuna
Asmış kendini tepesi aşağı
Pençesini bir yere geçirerek.
— Tanrı belasını verdi, demiş fareler;
Peynir meynir aşırmış olsa gerek;
Birini tırmalamış,
Başka bir halt işlemiş de olabilir:
— Asalım şu musibeti! demişler.
Bütün sıçanlar, fareler:
Cenazesinde bayram ederiz, demişler.
Önce burunlarını sonra başlarını
Çıkarmışlar biraz deliklerden.
Sonra fırt çekmişler yine içeri.
Bir daha, bir daha bakınıp
Atmışlar artık birkaç adım dışarı.
Başlamışlar kolaçan etmeye sağı solu.
Derken, onlar olmamış bayram eden.
Ölü dirilip düşmüş dört ayak üstüne;
Yakalamış en hantal kodamanlarını.
— Ya, demiş bu avın keyfini çıkararak;
Bizde oyun mu ararsınız siz,
Biz nice savaşlarda pişmişiz.
Hangi deliklere girseniz boşuna
Er geç düşersiniz pençeme.
Doğru söylüyormuş meğer:
Bir kez daha faka basmış fareler.
Yezit bu sefer de una bulamış kendini;
Bembeyaz olup büzülüvermiş
Bir hamur teknesinin içine.
Boşa gitmemiş bu kurnazlığı da.
İnce kuyruklular tıpış tıpış
Sökün etmeye başlamış
Beyaz ölüm teknesine doğru.
Bir sıçan:
— Ben oraya sokmam, demiş burnumu:
Çok gezmiş, çok görmüş bir sıçanmış bu.
Bir savaşta kuyruğunu yitirmiş hem de;
— Şu un yığınını gözüm tutmadı, diye
Bağırmış uzaktan kedilerin generaline.
Yeni bir oyun bu, inanın bana!
Kara kedi, sana da derim ki
Değil una, çuvala da benzesen,
Yanaşmam o taraflara ben.
Amma da doğru söylemiş sıçan.
Aferin ona, boşuna gezmemiş dünyayı.
Biliyormuş güvensizliğin,
Anası olduğunu güvenin

Aşık Aslan
Hayvanların konuştuğu bir zamanda,
Birçokları, hele aslanlar,
Bizden kız istemeye kalkarlarmış.
Neden kalkmasınlar?
O zamanlar
Aslan soyu bizimkinden aşağı kalmazmış:
Yiğitliği mi, zekâsı mı daha eksik?
Sakalı bıyığı da haşmetli üstelik.
Bakın nasıl olurmuş bu işler o zaman:
Soylular soylusu bir aslan
Çayırlık çimenlik bir yerden geçerken
Tam gönlünce bir çoban kızı görmüş
Ve hemen evlenme isteğini bildirmiş.
Kızın babası meğer damadının
Pek o kadar korkunç olmamasını istermiş.
"Olur" dese kızına yazık,
"Olmaz" dese gel de aslanla başa çık.
Haydi, olmaz demeyi göze aldı,
Ya cahil kızıyla bu aslan
Evleniverirlerse gizliden!
Kendi kızının soylu düşkünlüğü bir yana,
Her kız kolay düşüyor, nedense,
Uzun yeleli âşıkların koynuna.
Uzatmayalım, bizim âşığa
Açıkça "olmaz" diyemeyen baba
Şöyle bir yola başvurmuş, demiş ki:
— Benim kızım biraz nazlıca, nazikçedir;
Pençeleriniz onu incitebilir,
Koynuna girmek istediğiniz zaman.
Onun için izin verseniz de
Pençelerinizi biraz törpüleseler
Gerdeğe girmenizden önce.
Dişlerinizi de eğeletsek çok iyi olur;
Öpüşlerinizin yırtıcılığı azalır.
Kızım da daha iyi tadına varır;
Isırılıp incinmekten korkmayınca
Öpüşlerinize daha iyi karşılık verir.
Öyle körü körüne tutkunmuş ki aslan
— Peki, demiş hiç düşünmeden.
Kalmış mı sana aslan dişsiz, pençesiz
Mazgalları sökülmüş bir kale gibi!
Salmışlar o zaman üstüne, pervasız,
Keskin dişli, fırsat düşkünü köpekleri;
Kısa sürmüş savunması aslanın.
Ah aşk, aşk, sana bir kapıldı mı insan,
Aklı gitti gider başından.


Çoban ve Deniz
Deniz kıyısında yaşayan bir çoban
Sürüsünün geliriyle geçinip gidiyormuş
Başını sıkıntılara sokmadan.
Geliri dar olmasına dar ama sağlammış.
Ama gemilerin getirdiği hazineler
Çelmiş adamın aklını sonunda.
Satmış sürüsünü bizim çoban.
Bütün parasını gemilere yatırmış
Ve gemiler bir gün paraları batırmış.
Eski çoban çobanlığa düşmüş yeniden;
Ama kendi sürüsü değilmiş güttüğü.
Bir zamanlar efendi çobanken
Kul çoban olmuş şimdi.
Bir zaman sonra, biriktirdiği parayla,
Kavuşmuş kendi koyunlarına.
Rüzgârların kesildiği bir gün
Çoban bakmış deniz yine, güler yüzle,
Gemiler çıkarıyor sahile.
— Ne o Deniz Sultan, demiş çoban;
Yine para mı istiyorsun benden?
Aman başka kapıya, rica ederim;
Benden artık metelik alamazsın.
Uydurma bir masal değil bu
Gerçek bir olayı anlattım ki
Size denenmiş olarak göstereyim şunu:
Eldeki sağlam bir metelik,
Daha iyidir beş metelik umudundan.
Kendi yolunda yürümeli insan;
Deniz, büyük kazançların çağrısına
Kulaklarını kapamalı.
Kapamayanların bir teki kârlı çıkmışsa
Pişman olmuştur onbinlercesi.
Deniz, Karun hazineleri umdurur size;
Bir güvenmeye görün,
Rüzgârlar ve hırsızlar biner ensenize.


Sinekle Karınca
Sinekle karınca başlamışlar çekişmeye:
"Sen mi daha değerlisin, ben mi?" diye.
— Ey ulu Zeus, nasıl olur, demiş sinek;
Nasıl yerde sürünen aşağılık bir böcek
Bir tutmaya kalkar kendisiyle beni,
Gökleri saran havanın kızını?
Kendini beğenme hastalığı
Böylesine kör etmeli mi bir yaratığı?
Ben saraylara girer çıkarım;
Senin sofranda yemek yerim;
Bir öküz kurban edildi mi sana
Senden önce ben bakarım tadına.
Ben nerde, şu fakir zibidi nerde!
Sürte sürükleye evine götürdüğü
Bir saman çöpüdür günlerce kemirdiği.
Haspam, sen söylesene bana:
Bir kralın, bir imparatorun, bir güzelin
Başına konduğun olur mu hiç senin?
Benim olur; dilediğim zaman gider
Ak göğüsleri okşar öperim,
İpek saçlar üstünde gezer oynarım.
Beyazı daha da beyaz olur
Benim konduğum yüzün.
Bir kadının son yaptığı nedir, kuzum,
Erkek ayartmaya giderken?
Yüzünü takma benlerle süslemek
Bu benlere ne denir Fransızca? Sinek!
Yine de tut, kafamı şişir sen,
Ambarlarınla övünerek!
— Söyledin bitti mi? demiş karınca;
O gezdiğin saraylarda lanet okunur sana.
Tanrılardan önce senin tattığın yemeklerin
Tatları daha iyi mi olur dersin?
Her yere burnunu sokarsın da ne olur?
Bütün hödüklerin yaptığı da budur.
Ama ben de karayım onlar gibi.
Evet, konarsın, bilirim üstlerine
Kralların da, eşeklerin de;
Ama şunu da bilirim ki ben
Çok kez bir olur konmanla gebertilmen.
Kimi takma ben güzelleştirir, doğru;
Ama o kara, sen kara, ben de kara.
Adını sinek koymuşlar da ne olmuş peki;
Bu da böbürlenecek bir şey mi sanki?
Asalaklara da sinek demiyor mu insanlar?
Geç bu yüksekten atmaları bir kalem,
Böyle sözlere kulak bile vermem.
A mübarek, sarayla övünme bari
Saraydan süpürüp atıyorlar sinekleri.
Casusları da asıyorlar: Casus sözüyse
Sinekten gelmedir Fransızcada.
Siz değil misiniz, Phoibos, Güneş Tanrı
Isıtmaya giderken başka toprakları
Sapır sapır dökülüp giden,
Açlık, soğuk, bitkinlik ve züğürtlükten?
Bense asıl o zaman keyfederim,
Emeklerimin meyvesini rahatça yerim.
Gitmem artık dağlara, bayırlara;
Ne rüzgâra kurban giderim, ne yağmura.
Gamsız, kasvetsiz yaşar giderim,
Dünkü tasalarım bugünkülerden kurtarır beni.
Senin de ayırt etmeni isterim
Şanın şerefin sahtesiyle gerçeğini.
Haydi, vaktim dar; bırak gidip çalışayım;
Dırdırla ne ambarım dolar, ne dolabım.


Bahçıvanla Derebeyi
Bir bahçe meraklısı
Yarı şehirli yarı köylü,
Oldukça temiz bir bahçe yetiştirmiş
Tarlası bostanıyla, köyün birinde.
Toprağını sık dikenli bir çitle çevirmiş.
Onda artık marul mu, kuzukulağı mı
Ne istersen bol bol varmış;
Demet demet toplayıp,
Köy kadınlarına sunacak kadar.
Sümbül yokmuş, ama kekik tümen tümen.
Derken bir tavşan
Bu cennetin rahatını kaçırmış.
Adam gitmiş kasabaya
Oraların derebeyine dert yanmış.
— Bu kör olası hayvan, demiş;
Gelip yoluyor her şeyi sabah akşam;
Ne tuzak dinliyor, ne kapan.
Taşlar, sopalar da kâr etmiyor:
Bu tavşan bir ecinni gibime geliyor.
— Ecinni mi? demiş derebeyi;
Şeytan da olsa,
Karabaş hakkından gelir;
Bütün oyunlarını bozmasını bilir.
Hiç merak etme, hemşehrim,
Kurtardım gitti seni.
— Ne zaman?
— Yarından tezi yok gelirim.
Ve gelmiş bütün adamlarıyla derebeyi:
— Önce bir yemek yiyelim hele, demiş;
Piliçlerin körpe mi bari?
Vay, evin kızı, gel bir görelim, yaklaş;
Ne zaman evlendiriyoruz bunu?
Ne zaman damatlarımız olacak bakalım?
Hemşehrim, yoklamak gerek şimdi
Kesenin dibini yoklamak gerek.
Derebeyi bu lafları ederek,
İncelemiş kızı, yanı başına oturtmuş,
Elini kolunu tutmuş,
Başörtüsünü çekmiş bir ucundan.
Kız saygıyla savunuyormuş kendini
Bütün bu sırnaşmalara karşı.
Sonunda artık babası
Kuşkulanmaya başlamış nerdeyse.
Bu arada yahniler hazırlanmış,
Mutfağın altı üstüne gelmiş.
— Jambonlarınız ne zamandan?
Görünüşleri bir hayli güzel.
— Buyurun, alın, hepsi sizin olsun.
— Sahi mi? demiş derebeyi;
Alırım doğrusu, bayılarak hem de.
Yedikçe yemiş, bütün yakınlarıyla,
Köpekleri, atları, uşaklarıyla...
Hepsinin de dişleri değirmen, maşallah!
Bey, şunu getir, bunu getir diyerek
Türlü saygısızlıklar etmiş ev sahibine;
Şarabını içmiş, kızını okşamış...
Yemekten sonra avcılar ayrı bela:
Hazırlık başlamış itiş kakışlarla.
Köpekler, borular, öyle bir yaygara ki
Deliye dönmüş bahçe sahibi
İşin kötüsü, zavallı sebzeler çiğnenmiş,
Hayır kalmamış hiçbirinden
Fideliklerin camı çerçevesi paramparça;
Ne hindiba yetişir artık, ne pırasa;
Güzelim sebze çorbalarına elveda.
Tavşan bir dev lahananın altındaymış meğer
Ara tara, bulmuş çıkarmışlar;
Seninki kaçıvermiş bir delikten;
Ne deliği, zor kapanır koca bir yarıktan:
Çiti yarmışlar çünkü beyin emriyle,
Atlarla bahçeden çıkmak zor olur diye.
Nedir bu? Kral mı eğlendiriyoruz?
Diyormuş zavallı adam;
Diyormuş ama kim kime dum duma...
Bir saat içinde, insanı, köpeği
Öyle bir hale sokmuş ki bahçeyi,
Bütün ilin tavşanları, yüz yılda
Böyle zarara sokamazlarmış kimseyi.
Küçük prensler,
Kozunuzu kendi aranızda paylaşın;
Krallara başvuran delilik eder.
Onları ne yardıma çağırın sakın,
Ne de topraklarınıza sokun.


Eşek ve Küçük Köpek
Yaradılış zorlanmaya gelmez.
Zorladın mı yaptığın güzel olmaz.
İriyarı, kaba saba bir adamsan,
Çıtkırıldım görünmenin manası var mı?
Herkese incelik vermemiş Yaradan.
Kimi insan doğuştan güzel, alımlı;
Onlar gibi olmaya kalkmamalı.
Yoksa ne yapsan tökezlersin;
Masaldaki eşeğe benzersin.
Hani o, beni de sevsinler diye
Efendisini okşamaya kalkan eşeğe.
— Ne deme? demiş eşek kendi kendine;
Şu minnacık köpeğin değeri ne?
Neden o bayların bayanların
Kucaklarında oturuyor da
Ben zavallı, hep yük altındayım?
Boyna da sopa yiyorum sırtıma?
Nedir sanki bu köpeğin marifeti?
Susta durup ayağını uzattı mı
Kucaklayıp öpüyorlar suratını.
Buysa bütün istedikleri, kolay;
Ben de yapar, okşatırım kendimi.
Eşek pek sevinmiş bu aklı bulduğuna
Ve efendisinin keyifli bir zamanında
Zor bela kaldırıp ayağını,
En candan eşek cilvesiyle,
Sokmuş adamın çenesine.
"Ya! Nasıl!" der gibi de anırmış
O mübarek, o.şahane sesiyle.
— Çüş! demiş sahibi şaşırarak;
Ne çene bıraktı bende, ne kulak.
Gelsin sopa, demiş; sopa gelmiş.
Eşeğin ayağı değmiş suya.
Böyle de bitmiş komedya

Yorum yazmak için lütfen giriş yapınız

Editörün Son Yazıları

probiyotik

Islak Çeltiklere

probiyotik

Hiçsizliğe

probiyotik

Acıyor

probiyotik

Yıkık

Editörlerin Son Yazıları

kaptanfilozof06

Deprem Korkusu Arttı

probiyotik

Islak Çeltiklere

bubble30
Nielawore

"KINAR HANIMIN DENİZLERİ"

Bizden haberdar olmak için mail listemize kayıt olun