Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içindeyken bir adamın bir tek kızı varmış. Kız çeşmeye suya gidince çeşmenin oradaki kurbağa, kıza: - Ah kız sana yazık, vah kız sana yazık, dermiş. Bir gün sormuş kurbağaya: - Yazık ama benim neyime yazık, demiş. O da kıza: - Kırk gün ölü başı bekleyeceksin, ona yazık, demiş. Bir gün kız öte dağın başında pınarın dibinde oynuyormuş. Derken kapı açılmış ve bir babayiğit gelmiş. Kız içeri girince kapıları kilitlemiş. Allah tarafından kırk gün beklemiş. Kız yıkanmaya gitmiş. O sırada elekçiler gelmiş. Elekçilerin arasındaki bir topal kız: - Ah beni de yanına al. Ondan sonra kapı kilitlensin, demiş. O kız, uyuyan babayiğidin başına oturmuş. O sırada adam uyanmış. Elekçi kız: - Ben senin kırk gündür başını bekliyorum, demiş. Bunun üzerine elekçi kızla babayiğit evlenmiş. Diğer kız dünya güzeliymiş. Bir gün böyle, beş gün böyle… Babayiğit bir gün şehre gidecekmiş. Elekçi kıza sormuş: - Ne alayım sana? Kız da: - Esvap, altın, bilezik; demiş. Diğer kıza sormuş: - Sana ne alayım? O da: - Sabır taşıyla, sabır bıçağı al. Eğer almazsan yoluna boz duman çöke, demiş. Oğlan, elekçi kızın istediklerini almış. Sabır taşıyla sabır bıçağını almayı unutmuş. Yoluna boz duman çökmüş, tekrar dönüp almış. Kıza sabır taşıyla sabır bıçağını vermiş. Kız, sabır taşıyla sabır bıçağını alıp içeri gitmiş, ağlamış. Kendi kendine söyleniyormuş: - Ben zamanında anamın, babamın bir kızıydım. Bir kurbağa bana, “Ah kız sana yazık, vah kız sana yazık. Kırk gün ölü başı bekleyeceksin, ona yazık” demişti. Oğlan, kızın bu söylediklerini hep dinlemiş. Kız sabır bıçağını kalbine saplayacakken delikanlı hızla koşup kızın kolunu tutmuş. Oğlan, kıza: - Niye bana gerçeği söylemedin, demiş. Elekçi kızı atın kuyruğuna bağlamış, salmış. Böylece yiyip, içip muratlarına ermişler. Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine…
Yorum yazmak için lütfen giriş yapınız