Sıçanlar Birliği
(Bu ve bundan sonraki masalı La Fontaine Güneş Kral Louis
XlV'e karşı nankörlük eden Hollandalıları yermek için
yazmış.)
Bir fare korkular içindeymiş
Yolunu gözleyen bir kediden ötürü.
Böyle bir durumda,
Nedir yapılacak en akıllıca iş
Gitmiş komşusuna sormuş bunu.
Ünlü bir sıçanmış komşusu,
Sarayımsı bir evde oturan
Bu derebeyimsi sıçan:
— Kedi medi korkutamaz beni,
Vız gelir bana dişleri, pençesi,
Diye atar tutarmış her zaman.
Bak, fare bacı, demiş bu palavracı sıçan;
Bu seni korkutan kediyi
Ben tek başıma kovarım desem yalan;
Ama bütün sıçanları kaldırıp ayağa
Yaman bir oyun oynayabilirim ona.
Fare saygıyla eğilip çıkmış;
Sıçan binip faytonuna gitmiş bir koşu
Sıçanların, dünyayı düzeltmek için
Sık sık toplandıkları yere.
Daha doğrusu, başkasının sırtından,
Kendilerine ziyafet çektikleri kilere.
Bizimki soluk soluğa girmiş içeri,
Bayıldı bayılacak numarası yaparak.
— Neniz var? Konuşun, demiş sıçanın biri;
— Kısa keseceğim sözü, demiş bizimki;
Bir koşu geldim, çünkü durum ciddi:
Benim komşu farenin
Hemen yardımına koşmamız gerek.
Karabela dedikleri bir kedi
Gerçekten en şeytanı bütün kedilerin,
Kasıp kavuruyor ortalığı bugünlerde.
Fareleri ha bitirdi ha bitirecek,
Bitirdi mi sıra sıçanlara gelecek.
— Hakkı var! Doğru! diye bağırmış sıçanlar,
Yürüyelim üstüne!
Binelim tepesine!
Gelsin ardımızdan eli silah tutanlar!
Bayan sıçanların iki gözleri iki çeşme
Aman etmeyin, gitmeyin demişlerse de,
Durdurmak ne mümkün
Bu yiğitçe ayaklanmasını sıçanların.
Kuşanıp gelmişler er meydanına,
Herkes biraz peynir koymuş çantasına;
Ölmek var, dönmek yok demiş hepsi.
Düğüne gider gibi çıkmışlar yola:
Kafalar inançlı yürekler tıkırında.
Gel gelelim onlardan daha kurnaz kedi,
Geçirmiş bu arada dişlerini
Zavallı farenin boynuna.
Açıp adımlarını sıçanlar
— Haydi, ileri! diye bağırmışlar;
Kurtaralım sevgili dostumuz fareyi!
Ama dişindekini bırakır mı kedi?
Korkunç sesler çıkararak,
Yürümüş düşman ordusunun üstüne.
Bizim pek temkinli sıçanlar
Bu sesleri hayra alâmet saymayarak,
Daha ileri götürmeden
Sözde kabadayılıklarını,
Çekilmişler gerisin geri,
Hiçbirinin burnu kanamadan.
Girmiş her sıçan deliğine:
— Aman, demişler, vay çıkanın haline!
Tilkiyle Sincap
Başı dertte olanlara hiç gülmemeli;
Neden derseniz, kim bilir
Yarın kendi başına neler geleceğini?
Ezop bu dersi birkaç örnekle verir;
Onlar bir yana, alın size bir başkası:
Daha sağlam bir kaynaktan hem de.
Tilki bir gün alay edip duruyormuş
Fırtınaya tutulmuş sincapla:
— Şimdi hapı yuttun işte, diyormuş;
Kafanı kuyruk altına sokadur boşuna;
Çıkar mısın fırt diye ağacın doruğuna?
Fırtınadan yersin böyle şamarı;
Çekersin başına yıldırımları!
Gördün mü neymiş yükseklere çıkmak,
Benim gibi deliklere sığınmak varken?
Bak sen yanıp kül olmak üzeresin.
Bense gülüyorum hallerine köşemden.
Bir yandan böyle alay ederken tilki
Bir yandan da şaşkın tavuklara
Atı veriyormuş pençeyi.
Derken fırtına durulmuş;
Sincap göklerin öfkesinden kurtulmuş;
Bitmiş şimşek, yıldırım gümbürtüleri.
Hava düzelir düzelmez avcının biri
Tilkiyi suçüstü yakalamış:
— Şimdi ödetirim sana ben, demiş,
Tavuklarımın parasını!
Der demez de bir sürü köpek
Düşmüş tilkinin ardına
Sincap görmüş tilkinin yel yepelek
Kaçtığını köpeklerin önünde.
Pek keyfine varamamış bunu görmenin
Çünkü can çekişmesini görmüş tilkinin;
Görmüş, ama gülmemiş sincap; niçin?
Atlattığı beladan ders aldığı için.
Obur Kaplumbağa
Çok eski zamanlarda güzel ve neşeli bir orman varmış. Bu ormanda birbirinden farklı hayvan yaşarmış. Bazısı tıs tıs ederek yürür bazısı hızlı hızlı koşarmış. Yeşilliklerin içerisinde, rengârenk çiçeklerle bezeli bu ormanda her hayvan birbiri ile çok güzel arkadaşlıklar kurmuşlar. Her biri birbiri ile çok güze anlaşsa da içlerinde iki tanesinin arkadaşlığı çok başkaymış. Bu iki arkadaş kaplumbağaymış. Birbirilerini çok seven bu iki kaplumbağadan birisinin adı Meyşa’ymış. Diğer kaplumbağanın ismi ise Tişni’ymiş. Meyşa ve Tişni o kadar iyi arkadaşlarmış ki aralarından hiç su sızmazmış. Birbirilerinden karakterleri çok farklıymış. Ancak buna rağmen bile o kadar iyi anlaşırlarmış ki tüm orman bu iki kaplumbağanın dostluğuna özenirmiş.
Meyşa çok hareketliymiş. Sürekli gezer tozar, kendine yeni maceralar bulurmuş. Çok dost bir kaplumbağaymış ve herkesle çok güzel anlaşabilirmiş. Tişni ise çok tembel bir karaktere sahipmiş. Gün boyu yatar, iş yapmaz, hiçbir yeri gezip görmek istemezmiş. Etrafında kimseleri görmek istemez ve yeni arkadaşlar edinmek için de hiç çaba göstermezmiş. O kadar tembelmiş ki tüm günü yatarak miskin miskin hiçbir şey yapmadan geçirirmiş. Arkadaşının tam tersi olan Tişni yeni arkadaşlar da edinmek istemezmiş. Bu nedenle de tek bir arkadaşı varmış o da Meyşa’ymış. Tişni bir tek Meyşa ile buluşmaktan sıkılmaz ve onunla her gün buluşmak istermiş. Bu nedenle de her akşam ikisi de aynı ağacın altında bir araya gelirlermiş.
Meyşa çok dışa dönük bir kaplumbağaymış. Her sabah erkenden kalkıyor, uzun uzun yürüyüşler yapıyormuş. Yolda gördüğü her hayvanla da mutlaka tanışır, arkadaş listesine sürekli olarak yeni birilerini eklermiş. Dost olmanın yanında yeni yeni hayvanlar tanımayı çok severmiş. Tişni ise yalnızca uyumaktan keyif alırmış. Uyumak dışında en çok sevdiği bir diğer şey ise kucak dolusu yiyecekmiş. Oturduğu yerden saatlerce kalkmaz ve önüne aldığı onca yiyeceği hızlıca tüketirmiş. Yediği yerde de her gün uyuyakalırmış. Bu durum Meyşa’yı hep rahatsız edermiş. Arkadaşının oburluğu canını sıkar onu sürekli olarak hareket ettirmek istermiş. Fakat Tişni bu duruma yanaşmaz ve bildiği gibi yaşamak istermiş. Meyşa her zaman kendi hareketli hayatına Tişni’yi de ortak etmek istermiş. Sürekli olarak ona, haydi Tişni sen de biraz gezinmelisin, istersen birlikte de gezebiliriz dermiş.
Tişni ise arkadaşına her zaman aynı yanıtı verirmiş. Arkadaşını şu şekilde yanıtlarmış: ‘Biz kaplumbağalar, her zaman çok yavaş hayvanlarız. Hareket etsek ne olacak ki der ve yine yatmaya devam edermiş. Meyşa ne kadar onu gezdirmek istese de Tişni hep bu durumdan kaçarmış. Sürekli olarak da yiyecek yediğinden giderek kilo almaya başlamış. Çok fazla obur bir kaplumbağa haline gelen Tişni her otu yiyor ve yemek konusunda kendince bir ayrım bile yapmıyormuş. Bu sefer Meyşa ona, ‘her otu yememelisin, zehirleneceksin’ demiş. Ancak Tişni yine de bildiğinden şaşmaz ne görse yemeye devam edermiş. Bu kimsenin sözüne kulak asmaması Meyşa’nın da çok fazla canını sıkmaya başlamış. Ancak bir türlü elinden bir şey gelmiyormuş.
Havanın güneşli, bulutların masmavi, ağaçların yemyeşil olduğu çok güzel bir günde Meyşa nihayet Tişni’yi gezmeye ikna etmeyi başarmış. Ancak dışarıya çıkmak için o kadar düşünmüş ki Meyşa neredeyse arkadaşını davet etmekten vazgeçecekmiş. Dışarıya çıktıktan sonra biraz yürümüşler. Daha fazla yürümelerine fırsat kalmadan Tişni, ben yoruldum demiş. Meyşa da daha yeni yola başladıklarını söylemiş ama arkadaşını ikna edememiş. Tişni oturmak istemiş ve dinlenmek için mecburen bir yer bulmak zorunda kalmışlar. Tişni sürekli olarak kendi boğazını düşünüyormuş. Oturduğu yerden bir türlü kalkmak istememesinin yanında gözleri de sürekli olarak acaba ne yesem diye etrafı tarıyormuş.
Etrafına bakarken birden daha önce hiç görmediği kırmızı meyveleri olan bir sarmaşık görmüş. Sarmaşık yemyeşil yapraklar içerisinde kırmızı meyveler veren bir bitkiymiş. O kadar güzel görünüyormuş ki meyve dolu dallara doğru gitmekten kendini bir türlü alamamış. Meyşa arkadaşının ne yapmak istediğini hemen anlamış ve engel olmaya çalışmış. Arkadaşına,’Tişni sakın onları yemeye çalışma. Daha nasıl bir bitki olduğunu bile bilmiyoruz. Bu nedenle seni hasta edebilirler’ demiş. Ancak Tişni arkadaşının sözlerine çok da kulak asmamış. Ona umursamaz bir şekilde, ‘ama çok güzel görünüyorlar. Hepsi ne kadar da kırmızı ve lezzetli duruyor. Haydi, gel sen de bunlardan ye’ demiş.
Meyşa o meyveleri yememesi için çok fazla yalvarmış ancak Tişni arkadaşını dinlememiş. Bir yandan yiyor bir yandan da arkadaşının da yemesi için ikna ediyormuş. Yedikçe daha fazla yiyor ve hiç sonunda olabilecekleri düşünmüyormuş. Sürekli olarak yediği meyvelerin çok lezzetli olduğundan bahsediyormuş. Meyşa ne kadar yalvarsa da Tişni bir türlü vazgeçmemiş. En sonunda tıka basa yedikten sonra çok şişmiş ve bu sefer de uyku bastırmış. Öyle çok uykusu gelmiş ki bir ağaç altına kıvrılmış ve uyumaya başlamış. Ancak çok geçmeden dayanılmaz bir karın ağrısı ger uyanmış. Hemen Meyşa’ya seslenmiş. O da arkadaşının yanına koşarak gelmiş. Ancak bir türlü elinden bir şey gelmiyormuş.
Tişni karın ağrısından kıvranıyormuş. Meyşa da ne yapacağını şaşırmış ve hemen arkadaşı geyiği yardıma çağırmaya gitmiş. Geyik hastalıklar konusunda çok bilgiliymiş. Koşa koşa arkadaşının yanına gitmiş ve Tişni’nin durumundan bahsetmiş. Geyik de yardım etmek için hemen şifalı otlar toplamış ve Tişni’nin yanına gitmiş. Ağrıdan kıvranan Tişni’ye hazırladıkları ilacı içirmişler. Tişni hemen iyileşivermiş.
O günden sonra da hiçbir zaman bilmediği yiyecekleri yememiş. Meyşa ile birlikte her gün ormanda uzun uzun yürüyüşler yapmaya karar vermiş ve Meyşa da onun fazla yemesine engel olmaya çalışmış. Tişni bir süre sonra şişmanlıktan ve tembellikten kurtulmuş ve çok sağlıklı bir kaplumbağa oluvermiş. İki dost ormanda çok uzun yıllar yaşamaya devam etmişler. Böylece etkinliği de Tişni ve Meyşa’nın mutlu arkadaşlıkları ile sona ermiş.
İnatçı Fil Yavrusu
Günlerden bir gün Afrika’nın insanların olmadığı ve oldukça uzak ormanlık bir yerde çok mutlu bir fil ailesi yaşarmış. Bu fil ailesi her zaman birlikte dolaşırlar ve birlikte vakit geçirirlermiş. Ancak fil ailesinin en küçük üyesi olan fil yavrusu çok yaramazmış. Her yere zıplıyor, koşuyor ve ailesinin sözünü hiçbir zaman dinlemiyormuş. İnatçı fil yavrusu o kadar yaramazmış ki ailesi bir türlü ona söz dinletemiyormuş. Annesi ile babası da artık yavrularını idare etmekte zorlanır hale gelmişler. Havanın güneşli ve güzel olduğu bir gün yine fil yavrusu ailesiyle dolaşmaya karar vermiş. Baba fil yavru filin de kendileriyle birlikte gelmesini istemiş. Ancak yavru fil babasının gezmeye çıkma teklifini reddetmiş.
Bu sefer anne fil “gel beraber dolaşalım’ demiş yavru file. Ancak yavru fil annesine de aynı şekilde yanıt vermiş. ‘Hayır ben sizinle dolaşmak istemiyorum.’ Demiş inatçı bir tavır ile. Bu sefer kardeşleri inatçı filin de kendileri ile gelmesi için şanslarını denemek istemişler. “Sen de bizimle çok eğleneceksin” demişler. Fakat yavru fil yine hayır cevabını vermiş. Artık aile yavru fili bir türlü ikna edemeyeceklerini anlamış. Bunun üzerine anne ve baba fil diğer çocuklarını da alarak dolaşmaya çıkmışlar. Yavru fil ise onlarla gitmemiş. Ailesi gittikten sonra da yavru fil kendi başına oyunlar oynamış ve şarkılar söylemiş. Ancak bir zaman sonra tek başına vakit geçirmekten de sıkılmış.
Etrafına baktığında ailesini de görememiş. Ailesini göremeyince daha da çok canı sıkılmış. Oyunlar oynasa da tek başına olmak yavru filin farklı şeyler düşünmesine neden olmuş. Artık yalnızlıktan o kadar sıkılmış ki artık fil olmak istemediğine karar vermiş. ‘Ben küçük bir fil olmak istemiyorum artık. Küçük fil olmak çok kötü bir şeymiş.’ Diye söyleniyormuş. Bir yandan da kendine sorular soruyormuş. ‘Küçük fil olmayacaksam o zaman ne olabilirim?’ demiş. Bu sorular aklını kurcalarken bir yandan da çevresine bakınıyormuş.
Birden etrafında zıplaya, zıplaya gezen bir ceylana gözleri takılmış. Ceylan o kadar güzelmiş ki. Üzerinde ki benekleri, iri gözleri ve sevimli halleri ile yavru filin çok hoşuna gitmiş. Zıplayarak gezmesi de ayrıca çok eğlenceli görünmüş. Hemen kararını vermiş ve ‘ben de ceylan olmak istiyorum’ demiş. Kendisi de aynı ceylan gibi zıplayarak gezmeye başlamış. Ancak ceylanın ayakları çok zarif ve incecikmiş. Çok rahat bir şekilde zıplayabiliyormuş. Fakat kendisinin bacakları hem kalın hem de ağırmış. Zıplarken zorlanmaya başlamış. Bir zıplamış, iki zıplamış. Sonra yine kendi kendine konuşmaya karar vermiş. “Yok, yok ceylan olmak da o kadar eğlenceli değilmiş” demiş. Yine canı sıkkın bir şekilde etrafta bakınıyormuş. Kendi kendine ne olabileceğini düşünürken aklına bir fikir daha gelmiş.
O zaman ben de maymun olurum diye düşünmüş. Maymunların hayatı da ona çok eğlenceli görünmüş. Daldan dala atlıyorlar, birbirileri ile oynuyorlar hem ağaç üstlerinde geziyorlarmış. Bunu gören minik fil yavrusu kendini bir maymun gibi hayal etmiş. Kendi kendine tamam demiş ben ancak bir maymun olabilirim demiş. Hemen ormanın içinde yaşayan maymunların olduğu yere gitmiş. Ağaçların üzerinde oynayan maymunlara seslenerek ‘ben de artık sizin gibi bir maymunum’ demiş. Hemen tüm maymunlar küçük filin yanına aşağıya inmişler. Üzerine çıkanlar olmuş, kulaklarını çekiştirenler olmuş. Bazıları da kulaklarına asılmış. Bazısı da kafasına Hindistan cevizi atmış. Yaramaz fil kendini o maymunların arasından çok zor bir şekilde kurtarmış. Onlar gibi olamayacağına da karar vermiş. Yine ne olacağını düşünmeye başlamış. Ne olmak istese hep bir engel çıkıyormuş. Bunun üzerine yolda yürürken rengârenk bir papağan ile karşılaşmış.
Papağan bir ağaçtan havalanıp bir başka ağaca konuyormuş. Renkleri ise büyüleyiciymiş. Kanatlarını açtığında süzülüşü fil yavrusunun çok hoşuna gitmiş. Hemen aklına bir fikir gelmiş. ‘İşte! Ben de bir papağan olmak istiyorum’ demiş. Hemen papağanın yanına gitmiş. ‘Papağan kardeş ben de papağan olmak istiyorum. Acaba sen bana uçmayı öğretir misi’ diye sormuş. Papağan diğer hayvanlardan daha vicdanlı çıkmış ve yavru file uçmayı öğretebileceğini söylemiş.
İkisi birlikte yola koyulmuşlar. Göl kıyısında bulunan bir dik yamacın kenarına kadar gitmişler. Papağan ‘haydi uçalım o zaman birlikte’ demiş. Papağan çok güzel bir şekilde semalarda süzülürken yavru fil de kendini birden boşluğa bırakmış. Ama papağan gibi güzel bir şekilde uçmak yerine yamaç aşağı paldır küldür yuvarlanmış. Derken kafa üstü göle çakılmış. Suyun içerisinde bir de çamura saplanmış. Kendini hem çamurdan hem de sudan kurtarmaya çalışırken o kadar çok korkmuş ki birden ne yapacağını şaşırmış. Güçlükle hemen karaya çıkmaya çalışmış. Karaya çıktığında da üzerinde bir sürü çamur varmış ve ağrımadık yeri yokmuş. En sonunda kendi durumunu kabullenmiş ve ‘en iyisi ben bir fil yavrusu olarak kalayım’ demiş. Sonra da ailesini aramaya başlamış. Onlarla vakit geçirmek ona daha çok cazip gelmiş.
Yorum yazmak için lütfen giriş yapınız