Ekim 18, 2024

Uyumadan Önce

İhtiyar Kadınla İki Hizmetçi Kız


İki hizmetçi kız varmış
Yaşlı bir kadının evinde çalışan.
Eğirme işlerinde öyle ustaymışlar ki
Kaderin İplikçi Kız Kardeşlen
Onların yanında acemi kalırmış.
Yaşlı kadının tek derdi, tek zoru
Hep iş başında görmekmiş kızları.
Phoibos altın saçlarını gösterir göstermez
Çarklar başlarmış dönmeye, iğler sarmaya
Çevir babam çevir, bük babam bük.
Dur dinlen yok.
Bir kör olası horoz
Hiç şaşmaz başarmış yaygarayı
Şafağın arabası sökün eder etmez.
Bizim yaşlı kadın, horozdan da belalı,
Giyip çirkin etekliğini, yağ lekeli
Bir lamba yakar ve doğru odalarına
Var güçleri, var iştahlarıyla uyuyan
Zavallı iki hizmetçinin.
Biri tek gözünü yarı açıp
Öteki bir koluyla gerinirken
Horoza lanet okurmuş ikisi birden
— Ah bir gebersen! diyerek kötü kötü.
Dedikleri olmuş, horoz enselenmiş;
Gırtlağından kesilmiş sabah düdüğü.
Kesilmiş, ama bizim kızlar
Bu işten hiç de kârlı çıkmamışlar.
Tersine, daha yeni yatmışlarken
Acuze, saatinde kalkamam diye
Başlıyormuş cinler gibi cirit oynamaya
Dört bir yanında evinin.
Çok kez böyle bir dertten kurtulayım derken
Daha belalısına düşer insan.
Bu olmuş bizim kızların başına gelen:
Cadı karı gelince horozun yerine
Düşmüşler beterin beterine.


Orman Tanrısıyla Yolcu


Issız bir mağaranın dibinde
Orman Tanrısı'yla çocukları
Götürmek üzereymişler ağızlarına
Çorba dolu çanakları.
Çimen üstünde
Orman Tanrısı Bir sürü çocuk ve karısı
Çulsuz kilimsizlermiş ama
Yerindeymiş iştahları.
Yağmura tutulmuş bir yolcu
Girmiş mağaraya sırılsıklam
Çorbaya buyur edilmiş adam,
Konuk yer diye bulduğunu.
Ev sahibi bakmış tuhaf bir konuk
Evinde sanıyor kendini
Soluk üstüne soluk
Isıtıyor parmaklarını.
Verdiği çorbaya da, nazikçe,
Parmaklarına üfler gibi üfleyince
Orman Tanrısı şaşmış:
— Nedir bu senin yaptığın? demiş.
— Bir soluğumla elimi ısıtıyorum,
Bir soluğumla çorbamı soğutuyorum.
— Ya! Öyle mi? demiş ev sahibi.
Ben de bir soluğumla kovuyorum seni.
Zeus korusun, dünyada yatmam
Bir dam altında seninle...
Soluğu bir sıcak, bir soğuk adam
Benden ırak olsun, güle güle!..


Atla Kurt


Bahar gelmiş,
Ilık seher yelleri,
Otları tazelemiş.
Bütün canlılar düşmüş kırlara,
Canlarına can katmaya.
Kurdun biri de çıkmış gezermiş,
Karsız dünya ne de güzelmiş.
Bir de bakmış bir kırat;
Salınmış yeşil çayıra.
Düşünün kurttaki sevinci:
— Al sana yiyecek, demiş;
Ama yiyebilirsen ye!
Ne diye koyun değilsin, be mübarek!
Çoktan bitirmiştim işini.
Ama seni haklamak mesele.
Türlü oyunlara başvurmam gerek.
Vuracağız ne yapalım.
Kurt böyle demiş,
Ve uygun adım atın yanına gelmiş;
— Ben, demiş,
Lokman Hekim'in soyundanım.
Bu çayırlarda ne kadar ot varsa
Hepsinin iyisini kötüsünü bilirim.
Övünmek gibi olmasın ama,
Her derde deva bulmuşumdur.
Düldül gibi atsınız maşallah;
Ama bir derdiniz var, belli.
Söyleyin, hemen söküp atayım bedava
Bir şeyim yok diyemezsiniz:
Başıboş bırakılan at
Ya hastadır, ya sakat;
Lokman Hekim böyle der.
— Arka ayağımda çıban var, demiş at.
— Aman evlat, demiş kurt;
Ayak dediğin şakaya gelmez,
Bir işledi mi kolay baş edilmez.
Sizlere hizmet boynumun borcudur:
Ben ameliyatların da kurduyumdur.
Hazret surdan mı kapsam, burdan mı kapsam
Diye bakıyormuş hastasına.
At çoktan işin farkında,
Punduna gelir gelmez basmış tekmeyi.
Ne diş kalmış hekimde ne çene kemiği.
— Oh olsun bana, demiş kurt, ağlamaklı;
Kimse çizmeden yukarı çıkmamalı.
Hekimlik senin nene?
Kasaplığınla yetinsene!


Çiftçi İle Oğulları


Çalış, alın teri dök;
Bundan iyi sermaye yok.
Zengin bir çiftçi, bakmış ölümü yakın;
Çağırmış oğullarını; demiş ki gizlice:
— Bu toprakları satmayın sakın:
Bir define var tarlanın birinde,
Atalarımızdan kalma.
Tam yerini söyleyemem ama
İsterseniz arar bulursunuz,
Er geç de zengin olursunuz.
Orak biter bitmez başlayın kazmaya;
Sürün, belleyin, arayın, tarayın,
Elden geçirmedik yer bırakmayın.
Baba ölünce,
Oğullar doğru definenin peşine.
Ha surda, ha burda derken,
Bütün topraklar geçmiş elden.
Öyle kazmışlar ki her yeri,
Eskisinden bol vermiş ekinleri.
Define mefine yokmuş ama,
Akıllı adammış baba:
Anlatmak istemiş ki giderayak,
Define bulmanın yolu çalışmak.


Doğuran Dağ


Bir dağ gebeymiş,
Ha doğurdu, ha doğuracak.
Öyle bir yaygara koparmış ki
Yer yerinden oynayacak.
Duyan görmeye gelmiş bebeği.
— Bir şehir doğuracak, demişler;
Bir şehir ki Paris köy kalır yanında.
Oysa dağ doğura doğura Bir fare doğurmuş.
Bu masalın sözü yalan,
Ama özü doğru.
Ortalığı gürültüye boğan
Gebe şairler yok mu?
Öylesi var ki dağdan beter,
Büyük büyük laflar eder:
Bir yaman destan yazacakmış,
İçinde devler tanrılarla savaşacaklarmış.
Yazmasına yazar,
Ama ne çıkar içinden, çıka çıka:
Hava cıva!


Talih ve Çocuk


Çok derin bir kuyunun ağzında
Bir çocuk upuzun yatmış uyumuş.
Okul çocuğuna her yer yatak yastık.
Biz olsak gözümüz kararır
Kuyunun dibini boylardık.
Bereket talih geçecek olmuş ordan:
Usulca uyandırmış çocuğu demiş ki:
— Yavrucuğum, ölümden kurtardım seni;
Bir daha sefere daha akıllıca davran.
Düşseydin bana yüklenirdi bu ceza
Bütün suç sendeyken.
Sorarım sana, doğru söyle
Ben mi estirdim de aklına
Yan gelip yattın bu kadar tedbirsizce?
Bunları söyleyip gitmiş Talih Perisi.
Bence doğru bu söyledikleri:
Başımıza ne gelse dünyada
Hep talihtir sorumlusu;
Onun parmağı vardır her belada.
Ona bağlıdır her işimizin ucu.
Sen sersemlik et, hesabında yanıl,
Sonra talihe yükleyip suçu
İşin içinden sıyrıl!


Hekimler


Hekim Vahvah bir hastaya çağrılmış,
Aynı hastaya hekim Ohoh da bakıyormuş.
Ohoh'a göre hasta iyileşecek,
Vahvah'a göreyse yakında
Atalarını görmeye gidecek.
İki hekim, iki ayrı bakım:
Hasta, Vahvah'ın dediğini de yapmış
Ohoh'un dediğini de.
Ve tahtalıköyü boylamış.
İki hekime göre hava hoş:
İkisinin de ağzı kulaklarında...
Biri demiş: Ya! Ben demedim mi?
Öteki demiş: Ya! Bana güvense ölmezdi!


Altın Yumurtlayan Tavuk


Açgözlü her şeyi birden ister,
Bu yüzden her şeyi birden kaybeder.
Bir adamın tavuğu, masal bu ya,
Altın yumurtlarmış her sabah;
Bir yumurta yerine bir altın değil,
Koskoca bir altın yumurta!
Adam bir gün demiş ki kendi kendine:
Bir hazine olsa gerek bizim tavuğun içinde.
Hemen aldığı gibi bıçağı,
Kesmiş tavuğu, karnına bakmış:
Ne altın var, ne gümüş;
Öteki tavuklar neyse bu da o:
Bindiği dalı kesmiş, hırbo!
Ne güzel ders para düşkünlerine!
Çok gördük böylelerini günümüzde:
Daha çok altınımız olsun derken,
Olanı da gitti ellerinden.


Put Taşıyan Eşek


Eşeğin birine put yüklemişler:
Herkes yere kapanır olmuş önünde.
Eşek kendine tapıyorlar sanarak,
Tütsüleri, duaları benimseyerek
Başlamış kasılıp karmaya,
Alçak dağları ben yarattım demeye.
Adamın biri farkına varmış işin;
Eğilip kulağına demiş ki eşeğin:
— Merkep Çelebi, bu çılgınca sanrıyı
Hemen kafandan sil:
Gördüğün saygılar, secdeler sana değil,
Sırtındakine.
Cahil devletlinin de
Nesine selam verirler?
Cübbesine.
Geyikle Asma
Kimi ülkelerde asma çok yüksek olurmuş;
Bir geyik saklanıp böyle bir asmanın içine
Ölümden güç bela kurtulmuş.
Avcılar bakmış boşuna aranıyor köpekleri
Çağırmışlar hepsini geri.
Tehlike uzaklaşınca bizim geyik
Başlamaz mı haşır huşur çekiştirip yemeye
Canını kurtaran asmayı?
Ne nankörlük!
Avcılar duymuş, dönüvermişler hemen
Ve geyik asmanın dibinde can verirken:
— Hak ettim, demiş, bu cezayı;
Nankörler, ders olsun hepinize!
Köpekler üşüşmüş zavallının üstüne
Zalim avcılar da
Gözünün yaşına bakacak değiller ya.
Ey sığındıkları yeri kirletenler
Nankörlük sizin de başınızı yer.


Yılanla Eğe


Yılanın biri saatçinin komşusuymuş,
Komşunun böylesi düşman başına.
Bir gece yılan girmiş dükkâna,
Yiyecek arıyormuş.
Bula bula ne bulsun:
Çelik bir eğe;
Başlamış hart hurt kemirmeye.
Eğe hiç kızmadan demiş ki:
— Zavallı kara cahil, iş mi bu seninki;
Çılgın beyinli sürüngencik, beni dinle:
Kendinden sertiyle uğraşma nafile.
Senin benden kıl koparman şöyle dursun
Bütün dişlerinden de olursun.
Kemirse kemirse zamanın dişleri
Kemirebilir beni.
Karanlık kafalı insanlar, bu masal size:
Siz ki hiçbir işe yaramaz, üstelik de
Her şeyi ısırmaya kalkarsınız;
Boşuna kudurur, kendinizi yersiniz.
Sizin haddinize mi düşmüş diş geçirmek
İnsanlığın o güzelim yapıtlarına?
Onlar kırar sizin dişlerinizi,
Tunç gibi, çelik gibi, elmas gibi.

Tavşanla Keklik


Başı dertte olanlarla hiç alay etmemeli;
Neden dersen:
Gülme komşuna gelir başına!
Bilgin Ezop, masallarında
Bir iki örneğini verir bunun.
Bu dizelerde benim verdiğim de
Tıpkısı onunkilerin.
Keklik ve yurttaşı tavşan,
Bir tarlada kapı komşusu,
Yaşayıp gidiyorlarmış çatışmadan;
Devlet, huzuru sağlamış anlaşılan.
Ama bir gün avcılar sökün etmiş,
Tavşan, sığınacak bir yer
Aramak zorunda kalmış.
Öyle bir kaçmış ki can havliyle
Yaya kalmış ardında bütün köpekler.
Tazı bile boşuna yorulmuş.
Sonunda kendi kendini vermiş ele
Terli bedeninden çıkıp havayı saran
Tavşan ruhu yüzünden.
Bu koku üzerinde akıl yoran Karabaş
Tavşanla ilgili olduğu sonucuna varmış
Ve atılmış üstüne bütün hızıyla.
Ve hiç yalan söylemeyen Karaduman,
— Tamam, demiş, çıktı gidiyor tavşan.
Zavallıcık yuvası önünde can vermiş.
Keklik, seyrine bakıp kıkır kıkır gülermiş:
— Hani senden tez ayaklısı yoktu?
Tez ayaklarını kullansana komşu!
Sen misin gülen, ona gelmiş sıra;
Köpekler bulmuş onu da.
— Kanatlarım sağ olsun, uçar giderim, demiş.
Ama hiç hesaba katmadığı akdoğan
Amansız pençesiyle gelmiş hakkından.


Kartalla Baykuş


Kartalla baykuş kesmişler cenkleşmeyi
Hem de kucaklaşıp öpüşesiye;
Biri kral yemini etmiş, biri bay yemini,
Birbirlerinin yavrularını yememeye.
Minerva'nın kuşu sormuş:
— Benim yavrularımı görsen tanır mısın?
— Hayır, demiş kartal.
— O zaman iş kötü, demiş asık suratlı kuş;
Ne kadar yemin de etsen, korkarım,
Güme gider benim yavrularım.
Neden dersen, sen bir kralsın,
Kim kimin nesi diye sormazsın.
Krallar ve tanrılar ayrı gayrı dinlemez;
Yavrularıma rastlamayasın bir kez,
Yandıkları gündür.
— Öyleyse, demiş kartal.
Anlat bana yavrularını, ya da getir göster;
Dünyada dokunmam artık onlara.
Anlatmış baykuş:
— Benim yavrularım, demiş;
En şirin, en güzel, en biçimli
Ve de en sevimlileridir bütün yavruların.
Onları bu üstünlüklerinden tanırsın kolayca
Elverir ki unutma, iyi tut bunu aklında
Aman iyi tut ki ölüm perisi, o hain,
Yuvama senin pençenle girmesin.
Çok geçmeden Tanrı bol keseden
Bir sürü yavru vermiş baykuşa,
Bizim kartal da bir akşamüstü yemlenirken
Bakmış yalçın bir kayanın kovuğunda
Ya da yıkık bir damın deliğinde
-Bu iki yerin hangisinde, bilmiyorum doğrusu-
Çirkin mi çirkin bir sürü kuş yavrusu,
Suratsız, meymenetsiz, bet sesli de üstelik:
— Bu yavrular, demiş kartal, dostumuzun olamaz;
Tadalım şunlardan biraz.
Azla yetinir mi hiç kartal dediğin
Bir teki kalmamış yuvadakilerin.
Dönünce ne görsün zavallı baykuş?
Canım yavrularından kala kala
Minnacık ayacıkları kalmış;
Yanmış yakınmış zavallı, yalvarmış tanrılara
Cezasını versinler diye
Yuvasını yıkan zalim eşkıyanın.
Biri gelmiş o zaman şöyle demiş baykuşa:
— Suçu başkasına değil kendine yükle.
Sözün doğrusu, bu senin başına gelen
Hepimizin bir kötü huyu yüzünden.
En güzel, en biçimli, en şirin
Kendi benzerimiz değil midir hepimiz için?
Yavrularını nasıl anlatmıştın kartala?
Dediğin gibi midirler, Allah için söyle!


Savaşa Giden Aslan


Aslan sefere çıkmayı koymuş aklına.
Savaş divanı kurmuş, haberciler salmış
Büyük küçük bütün uyruklarına.
Hepsi sefere katılmaya gelmiş,
Her biri kendi yeteneğiyle.
Fil takım taklavat taşıyıp sırtında
Fil âdetince savaşacakmış;
Kurt saldırıları yönetecek,
Tilki gizli serviste çalışacakmış.
Maymunun işiyse türlü oyunlarla
Düşmanı oyalamakmış.
Biri çıkmış demiş ki aslana:
— Eşekleri almayalım, hızlı değiller;
Tavşanlar da gelmesin, paniklerler.
— Yoo, demiş kral, onlara da iş buluruz;
Gelmezlerse eksik kalır ordumuz.
Eşek boru çalıp düşmanı ürkütür;
Tavşan da vızır vızır haber götürür.
Aklı başında kral böyle olur:
En küçük uyruğunu işe yaratır.
Herkesin ne yapabileceğini, bilir:
Akıllı kişiye yaramayan şey yoktur.


Ayı ve İki Ahbap


İki ahbap parasız kalmış
Ve komşularına satmışlar,
Daha ölmemiş, ama öldürecekleri
Bir ayının postunu.
Ayıların kralıymış bu,
İki ahbabın dediğine göre.
Postu en acı soğuktan korurmuş,
Bir değil, iki kürk çıkarmış ondan.
Öyle övmüşler ki ayılarını,
Rabelais'nin çobanı Dendeno
Bu kadar övmemiştir koyunlarını.
Post onların sanki ayının değil:
— İki gün sonra, demişler;
Ayımızın postunu elinde bil.
Fiyatta anlaşıp gitmişler ormana.
Bir de bakmışlar, ayı
Yürüyor üstlerine bütün hışmıyla.
Evdeki pazarlık uymamış çarşıya:
Yıldırım çarpmışa dönmüş bizimkiler:
Zarar ziyan isteyememişler ayıdan.
Biri çıkmış tepesine bir ağacın;
Öteki taş kesilip korkudan,
Kesmiş soluğu yatmış, ölü gibi, yüzükoyun,
Duymuşluğu varmış ki bir yerden
Pek saldırmazmış ayı
Kımıltısı, soluğu kesilmiş yatanlara.
Haşmetli ayı basmış tongaya, budalaca:
Bakmış yatıyor upuzun, ölü sanmış;
Belki numaradır diye
Evirmiş çevirmiş de adamı;
Uzatıp burnunu soluk aramış ağzında.
Bir leş bu, bırak, demiş; kokuyor bile.
Ve çekmiş gitmiş ormana ayı.
Bizim öteki bezirgân,
İnmiş çıktığı ağaçtan;
Koşmuş ahbabına:
— Aman çok şükür, demiş;
Korkmanla kaldın, ucuz atlattın vartayı.
Ee?
Hani bizim post? diye de gülmüş
Ve sormuş:
— Kulağına ne söyledi ayı?
Pençesiyle çevirince seni,
Bir şeyler konuşur gibiydi.
— Dedi ki, demiş ahbabı, bir daha
Öldürmediğin ayının postunu satma.


Aslan Postu Giyen Eşek


Eşeğin biri aslan postu giymiş,
Millet evinden çıkamaz olmuş.
Eşek hep o eşek,
Ama gören korkudan ölecek.
Bir gün aksilik etmiş kulakları,
Uçları çıkıvermiş posttan dışarı.
Açıkgözün biri görmüş,
Eşeğin şakası sona ermiş;
Vurmuş sopayı beline,
Sürmüş aslanı değirmene.
Şaşırakalmış görenler,
Aslanı eşek etti sanmışlar.
Fransa'da çok böyle aslan.
Nice babayiğitlerimize
Bu masal biçilmiş kaftan.
Posta kanarsak yuf bize!

Çobanla Aslan


Masal deyip geçmemeli:
Bakarsınız bir hayvan bize hocalık eder.
Yalın bir ahlak dersi sıkar insanı,
Masal öğütle birlikte dillerde gezer.
Bu türlü şiir yapıtlarında
Hem öğretecek, hem hoşa gideceksin.
Masal için masal ucuz iştir bence.
Bir şeyler öğretmek içindir aslında
Masal anlatması nice ünlü kişilerin.
Süsten püsten, uzun sözden kaçar hepsi
Boş laf eden yoktur aralarında.
Kısa kesiyor diye az mı çattılar
Az söyleyip öz söyleyen Phaidros'a?
Ezop daha da az sözle yetinmişti.
Ama bir Yunanlı hepsinden ileri gidip
Lakonyalılar özgü sadelikle
Masallarını dört dize içinde verdi.
İyi mi yapmış kötü mü bu yola gitmekle?
Orasını ben bilmem, uzmanlara sormalı.
Gelin dinleyelim aynı masalı
Bir Ezop'tan, bir ondan.
Birinin kahramanı bir avcı,
Ötekinin bir çoban.
Olayı tıpkı onlar gibi anlattım
Yalnız anlatışa bir iki şey kattım.
Ezop şöyle anlatmış aşağı yukarı:
Bir çoban eksik bulup koyunlarını
Hırsızı yakalamak derdine düşmüş.
Gitmiş bir mağaranın önlerine
Tuzak kurup kurt ağları germiş,
Soygunu yapsa yapsa kurt yapmıştır diye.
Giderayak dua etmiş çoban:
— Ey Tanrılar Tanrısı Ulu Zeus, demiş;
Kerem et de gözlerim önünde düşsün
Kurduğum bu ağlara o hınzır.
Ne olur, bu zevki bana tattır.
Yirmi danadan en yağlısını seçer
Kurban edelim sana bunu yaparsan.
Duası biter bitmez koskoca bir aslan
Sökün etmez mi karşıdan.
Yatmış yere çoban, yarı ölü yarı diri:
— Ah, demiş, ne istediğini bilmiyor insan!
Burdan gitmeden, ağlarda görmek için
Sürümü talan eden hırsızı,
Bir dana kurban ederim demiştim,
Bir öküz keserim sana, Tanrılar Tanrısı,
O hırsızı ağlarımdan uzaklaştırırsan.
Böyle anlatmış masalı ilk anlatan;
Şimdi gelelim benzerini yapana:

Yorum yazmak için lütfen giriş yapınız

Editörün Son Yazıları

probiyotik

Islak Çeltiklere

probiyotik

Hiçsizliğe

probiyotik

Acıyor

probiyotik

Yıkık

Editörlerin Son Yazıları

kaptanfilozof06

Deprem Korkusu Arttı

probiyotik

Islak Çeltiklere

bubble30
Nielawore

"KINAR HANIMIN DENİZLERİ"

Bizden haberdar olmak için mail listemize kayıt olun