Nedendir, bilmem; 'köprü' denince gözlerimin önüne ilk gelen, Galata Köprüsü olur. Herhalde, çocukluğumda tramvaya binip Fatih'teki teyzemlere her gidişimizde, hep bu köprüden geçtiğimiz için olsa gerek. 1992 yılının 16 Mayıs günü geçirdiği yangında çökmesi üzerine, yerinden alınıp Haliç'in içerlerine çekildiğinden beri, onu daha seyrek görür oldum. Ama dedim ya, köprü kavramı bende yıllardan beri hep Galata Köprüsü ile özdeşleşmiştir. Hani, şimdikinden bir önceki, 1912 yapımı, petek parmaklıklı Galata Köprüsü var ya, işte o köprü ile.
İstanbul'un iki yakasını bir araya getiren bu köprünün günlük hayatımızda vazgeçilmez bir yeri vardı. Nasıl olmasın ki, Beyoğlu'ndan, 'İstanbul tarafı' dediğimiz sur içi İstanbul'una gitmek için ya bu köprüden, ya da kardeşi Unkapanı Köprüsü'nden geçmek zorundaydınız. Kadıköy'e, Üsküdar'a, Boğaz'a ya da Adalar'a gitmek için de yine Galata Köprüsü'nden kalkan vapurlara binmeye mecburdunuz. Uzun lafın kısası, Galata Köprü'süz bir İstanbul düşünemezdiniz bile! Yalnız dün değil, bugün de düşünemezsiniz.
Köprü'den parayla geçildiği günlere yetişmedim. Sonradan öğrendim: 1930 yılının Haziran günü Köprü parası kaldırılmış. O günlerde çıkan gazetelerde yazdığına göre, o gece Galata Köprüsü'nden para vererek geçen son kişi, Çarşıkapı'daki bir ayakkabı imalathanesinin sahibi Nuri Bey adlı biri olmuş.
Yorum yazmak için lütfen giriş yapınız