Köprü'nün eski fotoğraflarına bakıyorum da, üstünde ancak bir piyango bayiinin sığabileceği bir, iki küçük dükkanın kondurulmuş olduğunu görüyorum. Benim hatırlayabildiğim 40'lı yıllarda bunlar kaldırılmıştı. Ama alttaki dubaların üstünde vapur ve Haydarpaşa'dan trene bineceklere kolaylık olsun diye açılmış, demiryolu gişesinden başka, sabahçı kahvesi de vardı, içkili balık lokantaları da, birahaneler de... Hatta son yıllarda bu balık lokantalarından biri, ilk spor yazarı, hakem ve radyocularımızdan Eşref Şefik Bey'indi.
Köprü altında bir ya da iki gazete bayii, oltacı ve seyyar balıkçılardan başka, merdivenlerin altını mekan tutmuş ayakkabı boyacıları da vardı. Bir de küçük bir polis karakolu vardı Köprü'nün altında, Ada iskelesinin hemen gerisinde... Gazeteden gece vakti çıkıp da son vapura yetişmek için nefes nefese koşarken, arada bir, polislerin suçüstünde yakaladıkları birilerini sorguya çektiklerine şahit olurduk. Bu sorguya çekilişlerin, hiç de günümüz Amerikan filmlerindeki gibi olmadığını hatırlıyorum!
Evden erken çıktığım günlerde sık sık yaptığım gibi o gün de çalıştığım gazeteye Beyoğlu'ndan yayan gidiyordum. Köprü'nün altından geçiyordum ki, bıçkın tavırlı bir gencin, 'Gel vatandaş gel! Balık piyangosu burada! Size de çıkar!' diyerek etrafına gelip geçenleri topladığını fark ettim. Baktım, elinde suya sallandırdığı bir olta, “Hay maşallah!” diyordu, 'Bizde hile mile yok! Şansı olan herkese çıkar!'
Meğer elindeki oltayı gelip geçenden aldığı 25 kuruş karşılığında onun hesabına beş dakikalığına denize sallıyormuş! Bu beş dakika içinde balık tutarsa o balığı yirmi beşliği toslayan adama veriyor, beş dakik, sona erip de balık tutamazsa oltayı çekip, parayı cebine atıyormuş! Ne dersiniz; alan razı, veren razı! Yanımdaki temiz pak giyinmiş, derli toplu, orta yaşlı bir adam cebinden çıkarttığı yirmi beşliği delikanlıya uzattı, 'Salla bakalım benim için!' dedi.
Bizler, gözlerimiz kah saatte, kah köprü altının harelenip duran koyu nefti sularında, bekleşiyoruz. Bir dakika geçti, balık yok. iki dakika geçti, yine tık yok. Derken delikanlı ani bir hareketle oltayı çekmeye başlamaz mı? Çekti, çekti... Ve oltanın ucunda sudan çıkan üç karışlık koca bir toriği çekip boylu boyunca dubanın üstüne yatırıverdi!
Garip, ama adamcağız fazla sevinemedi. Torik çırpınır, adamcağız bakar durur... Belli ki, 'Sabah sabah bu balık da nereden çıktı?' diye düşünmekte. Adamcağız, tam da lakerdalık o koca balığı aldı mı, voksa delikanlıya mı bıraktı? Aldıysa nasıl aldı, çalıştığı iş yerine nasıl götürdü, bilemeyeceğim. “Al başına belâyı”, boşuna dememişler.
Yorum yazmak için lütfen giriş yapınız