Robert, öteki Navajolar gibi hoganını bahçenin bir ucuna kurmamış. Altıgen yapı, evin bir parçası. Tıpkı Orta Asya'daki benzerlerinde olduğu gibi içeriyi, ortada yanan kocaman bir soba ısıtıyor. Baca deliği de tam ortadan açılmış. Sobanın yanma kurulu kilim tezgâhı ise boş. "Annem daha yeni sattı son kilimini. Geçen hafta gelseydiniz gösterirdi" diyor. Hoganın kapısının yanındaki tahta tabureye ilişirken annesinin kulağına eğiliyor ve bağırarak beni tanıtıyor. Yaşlı kadının boynu, parmakları, bilekleri Navajolara özgü firuze takılarla süslü.
Anne diğer yaşıtları gibi İngilizce bilmiyor. Ancak yeni nesil de Navajo Dili'ni konuşamıyor; hızlı değişimin çarpıcı bir göstergesi. Daha sonra ziyaret edeceğimiz, kendisi de bir Navajo olan Şeker Hastanesi Program Müdiresi şöyle diyecek bize: "Son yıllarda artan işsizlik anneleri de rezervasyon dışında iş aramaya itti. Bu nedenle bebeklere artık büyükanneler bakıyor. Aslında iyi oldu, çünkü yeni yetişenler anadilini öğrenerek büyüyecek."
Navajo Dilinde de aynen Türkçe gibi anlatım görselliğe dayanıyor, bol metafor kullanılıyor. Hatta bu özelliğinden dolayı Amerikan ordusu 2. Dünya Savaşı sırasında Navajoları Büyük Okyanus'la telsizci olarak kullanmış. Japonların yenilgisini, Navajoların paranteze kaburga, rotaya tavşan kuyruğu terimlerini yakıştıran kod sisteminin kınlamamasına bağlayan tarihçiler bile var.
Robert bir ara "kuzenim kanserden öldü" diyor, rezervasyondaki uranyum madeninde çalışan birçok işçi gibi. İşletilme tarihi 1920'lere kadar giden, hatta ilk atom bombasının yapımında kullanılan uranyumun çıktığı maden ocakları çevreye ölüm saçmış. Özellikle Cove ve Red Valley madenlerinde çalışan her aileden en az bir kişi değişik solunum yolu hastalıklarından veya kanserden hayatını kaybetmiş.
Yorum yazmak için lütfen giriş yapınız