Eksik ve eski bilgilerimizle sık tekrarladığımız hususlardan birisi, Türklerin ticaretle uğraşmadığıdır. Bazı teorik ahlak kitaplarında ticaretin kötülenmesinden hareketle Osmanlılar döneminde Türklerin ticaretle uğraşmadığı, bu sahanın gayrimüslim Osmanlı tebaasının elinde bulunduğu devamlı olarak yazılır, çizilir. Ancak, Osmanlı ve Avrupa arşivlerine dayanılarak yapılan araştırmalar, birden fazla gemiye sahip ‘hoca’ adı verilen birçok Türk kökenli tüccarın Venedik’ten Hindistan’a, Rusya’dan Avusturya’ya büyük ticaret faaliyetlerinde bulunduğunu ortaya çıkarmıştır.
Bütün bunlar, Türklerin ticaretten anlamadığı, bu işin sadece gayrimüslimlere bırakıldığı gibi yanlış ve yaygın bir kanaatin terk edilmesi gerektiğini açıkça gösteriyor. Osmanlı tebaası olan gayrimüslimlerin ticarette üstünlüğü ele geçirmeleri, XVIII. Yüzyıl’ın ikinci yarısından itibaren Avrupalı devletlerin, Osmanlı ticaretinde hakim bir unsur haline gelmesiyle olmuştur.
Halil İnalcık, Osmanlı ekonomik zihniyetinin Ortadoğu’daki devlet ve toplum anlayışıyla yakından bağlantılı olduğunu belirtir. Buna göre, devletin ana amacı, yönetenlerin gücünü pekiştirmek ve genişletmektir. Bunu sağlamanın yolu da zengin gelir kaynaklarına sahip olmaktı. Zengin gelir kaynakları da, üretici sınıfı refaha kavuşturan şartların sağlanmasıyla oluşabilirdi. Bu yüzden devletin asli görevi bu şartları oluşturmak ve ayakta tutmaktı.
Osmanlı idarecileri ticari merkezler ve yollar geliştirmeye; halkı da tarım sahalarını genişletmeye ve ticaret hacmini artırmaya teşvik etmekteydiler. Nitekim Osmanlılar, izledikleri siyasetle Bursa, Edirne ve İstanbul’u yani üç Osmanlı başkentini de önemli birer ticaret merkezi haline getirmişlerdi. Devletin temel ekonomik işlevi buydu; ancak her zaman devletin mali ve siyasi çıkarları ön plandaydı.
Yorum yazmak için lütfen giriş yapınız