Bu dönemin şartlarında, Anadolu'daki film ticareti ya da sinema işlerinin üç yoldan yürütüldüğü görülür. Birincisi, Anadolu'daki sinema işletmecisinin İstanbul'da anlaşmalı olduğu film şirketine, halkın en çok rekabet ettiği artistler ve film türlerini dikkate alarak hazırladığı film listesini göndermesinin ardından, dağıtım şirketinin istenilen filmleri salon sahibine ulaştırma yoluyla gerçekleşir.
İkincisi, taşradaki sinema işletmecisinin İstanbul'a gidip halkın beğenisini göz önünde bulundurarak seçtiği filmlerden oluşuyordu. Film sahibiyle işletmeci arasında "Kanlı Çiftlik 10 Lira, Ziynet Kadını 20 Lira" gibi her filmin ayrı pazarlığı yapılır. Bu pazarlıkta miktarı belirleyen faktör filmlerin başrol oyuncularıdır. Oyuncular popüler ise filmin kira bedeli artar. Pazarlığın bitimini müteakip sinema işletmecisinin, on ya da yirmi gün için kiraladığı on-on beş filmlik paket programla İstanbul'dan ayrılmasıyla gerçekleşir. Üçüncü yol da, Suriye ve Yunanistan üzerinden taşraya kaçak olarak sokulan filmler sayesinde gerçekleşir.
Cumhuriyet dönemi taşrasında salon işletmeciliği ya da film gösterileri yapmak için neler gerekiyordu? Bu sorunun cevabını Türk Sinema Dergisi'nin başyazarı Antuan Pol'ün bir film taciriyle yaptığı sohbette, film taciri şöyle izah eder: "Bu iş pek gelirlidir. Ufak bir sermaye, sabır, sebat, cesaret ve birazda talih lazım. Fakat talih, kendisini kullanmayı bilen herkese güler yüz gösterir."
Ancak, taşrada film gösterimlerinin daha da yaygınlaşmasını ve küçük sermaye sahiplerinin bu işe soyunmalarını engelleyici önemli bir sorun vardı; o da elektriğin taşranın büyük bir kısmında olmayışıydı. Gerek elektrik sorununu ortadan kaldıran jeneratörlerin çok pahalı oluşu, gerekse İstanbul'a yapılması zorunlu seyahatlerin de pahalı ve meşakkatli oluşu bu duruma eklendiğinde, küçük sermayenin bu işe girmesini önemli ölçüde engellemiştir.
Yorum yazmak için lütfen giriş yapınız