Gerçek şu ki dini bayramların safiyeti, içtenliği, gelenekselliği Anadolu'dadır. Bolu'nun, Bartın'ın, Kastamonu'nun, Eğin'in, Çüngüş'ün ... Köylerine bayramda yolu düşenler, kendilerini cömertçe fakat külfetsiz bayram atmosferlerinde bulabilirler. Anadolu ve Rumeli insanlarının ramazan âdetleri, kınalar yakınıp allı pullu urbalar giyinip, köy meydanlarına sımatlar döşeyip, davullu zurnalı bayram eğlenceleri düzenlemeleri üzerine yapılmış kapsamlı bir çalışmanın olmaması, toplum tarihimizin önemli bir açığıdır. Buna karşılık İstanbul'un yakın tarihindeki "Ramazan’da, Direklerarası" yazılarının, program dizilerinin, canlandırma garabetlerinin sonu gelmez.
Payitaht İstanbul'unda, ulema, ekâbir katlarında, hele saray ortamında, 'bayram' sözcüğü köysümen bir deyim sayıldığından hiç mi hiç kullanılmazdı.
" 'iyd-i sa'ıd-ı fıtr”, kutlu Ramazan Bayramı;
" 'iyd-i sa'id-i ahdâ" kutlu Kurban Bayramı demekti.
Osmanlı seçkinleri, dil ukalâlarının, Arapça sözcükleri Farsça takım kalıplarına yerleştirerek icat ettikleri ne Arapların ne Acemlerin ne de Türklerin anlayamayacağı deyimlerle yazışmayı, konuşmayı severlerdi.
"Muayede-i 'iyd-i fıtr" ise, Ramazan Bayramı’na özgü resmi-dini bayramlaşma demekti. Halk, köylerde, kasabalarda, yöresel bayram geleneklerini yineleyedursun; Osmanlı sarayında vezir konaklarında, bayramın üç gün öncesinden üç gün sonrasına kadar, bir haftalık programlar uygulanırdı. Bu bir hafta boyunca İstanbullular, divan bisatlu atlara binmiş, sırtlarında mevsim kürkleri, sof feraceler; başlarında, mücevveze, selimî kavuklar, örfler; önlerinde arkalarında uzun kortejler olduğu halde vüzera ve ulemanın, ardı arkası gelmeyen birbirlerine ziyaretlerinin seyircisi olurlardı.
Yorum yazmak için lütfen giriş yapınız