Ancak, bu noktada olaya bir başka açıdan da bakmak gerek... Yüzyıllar boyunca bu tür makineler yapma uğrunda harcanan emekler tümden boşa çıkmadı. Makinelerin çalışmadığı görülünce, bilginler "neden" aramaya yöneldiler ve sonunda da termodinamik ilkeleri ile sürekli hareketin olanaksızlığını keşfettiler.
19. yüzyılın sonunda işin tümüyle kapandığı düşünülüyordu. Ama, kapıdan kovulan sürekli hareket düşüncesi, 1895'te radyoaktivitenin keşfiyle bacadan giriverdi. Ve ışının, enerjisini nereden aldığı sorusu gündeme geldi. Görünüşe bakılırsa hiçbir yerden almıyordu. Kimi araştırmacılar, uranyumla çalışan devridaim makineleri tasarladılar. Ama, hemen ardından Einstein, kütlenin bir enerji biçimi (e=m.c2) olduğunu gösterdi. Radyoaktif bir cisimden salınan enerji, daha önceden cismin içinde kütle biçiminde bulunuyordu ve sonra ışına dönüşüyordu.
Başka bir deyişle, ne var oluyor ne de yok oluyordu; yalnızca biçim değiştiriyordu. Bu durum çerçevesinde, radyoaktivite termodinamik ilkeleriyle çelişmez ve hiçbir şekilde de sürekli hareketi doğuramazdı. Bilimadamlarına göre bu olgu, sürekli hareketin olanaksızlığım kanıtlar. Gerçek böyle... Ama, mitler hala aklımızı kurcalamaya devam ediyor...
Yorum yazmak için lütfen giriş yapınız