Antik Mısır nekropollerindeki pek çok mezarda, dans eden figürler ve müzik aletleri çalan kişiler resmedilmiştir. Mısırbilimciler bu tasvirleri daha detaylı inceledikçe, bu sanat formunun zamanla nasıl değiştiğini keşfetmeyi başarmışlardır.
Dans, hem ölülerin ahiret yolculuğunu kolaylaştırmak hem de dünya yaşamının keyfini yüceltmek amacıyla eski Mısırlıların günlük yaşamında önemli bir yere sahipti. Mezarlardaki ve tapınaklardaki dansçı figürleri, iki bin yıllık bir sürece yayılmış olarak, Mısırlıların dansla ilgili ritüellerini ve dansın zaman içinde geçirdiği dönüşümü anlamada bilim insanlarına ışık tutmuştur.
İlk dönemlerde dans, rahipler ve ritüel sanatçılar tarafından dini törenler, festivaller ve tanrıları onurlandıran alaylarda sergileniyordu. Zamanla, bu performanslar daha seküler bir hale gelerek, ziyafetlerde misafirleri eğlendirmek için kullanılmaya başlandı. Mısır dansı, uzun geçmişi boyunca yeni tarzlar ve hareketlerle zenginleşerek çeşitlilik kazandı.
Ritüelin Bir Parçası Olarak Dans
Dansın ritüel amaçlarla kullanımı, MÖ 3100 civarında Yukarı ve Aşağı Mısır’ın birleşmesiyle daha belirgin hale geldi. Bu birleşme, Gize Piramitleri’nin inşa edildiği ve sanat ile mimaride büyük ilerlemelerin kaydedildiği, Eski Krallık (MÖ 2575-2150) olarak bilinen dönemin temelini attı. Bu döneme ait dans tasvirleri, genellikle kadın dansçıların ve müzisyenlerin cenaze törenlerinde veya mezar alanlarında performans sergilediğini gösterir.
Bu dönemde “khener” adı verilen profesyonel dansçı ve müzisyen grupları ortaya çıktı. Tapınaklara veya cenaze alanlarına bağlı olan bu gruplar, bir lider tarafından yönetiliyor ve cenaze ritüelleri gibi belirli etkinliklerde görev alıyordu.
Erken dönem Mısır sanatında genelde kadın dansçılar yer alsa da, bazı istisnalar da vardır. MÖ 3. binyıla tarihlenen, Eski Krallık öncesi 2. Hanedan’a ait bir tasvir, Gize’deki Nynetjer’in mezarından gelmektedir. Bu sahnede, kuş avında kullanılan sopalar taşıyan erkek dansçılar, kadın müzisyenler ve onları izleyen bir cüce kadın tasvir edilmiştir. Cüceler, müzik ve doğum tanrısı olarak bilinen Bes ile ilişkilendirilmiş ve dans ritüellerinde sıkça yer almıştır. Bes, genellikle dans eden bir cüce olarak resmedilmiştir.
Mezar sanatı, dansçıları sıkça Mısır’a özgü enstrümanlarla betimlemiştir. Bu enstrümanlardan biri de sistrumdur. Metal disklerle donatılmış bir çubuktan oluşan sistrum, çıngırak gibi çalınır ve neşe, aşk, güzellik ve müzik tanrıçası Hathor’a adanan danslarda kullanılırdı.
Cenaze ritüellerinde, Hathor’un ölen kişiyi öteki dünyada yeniden doğuşa hazırladığına inanılırdı. Kadın dansçılar, Hathor’un kamış yataklarından geçerken çıkardığı sesi taklit etmek amacıyla sistrum sallayarak tanrıyı onurlandırır ve çıngırak sesleriyle tanrıları memnun etmeye çalışırlardı.
Hathor’un dansla olan bağlantısı, Mısır tarihi boyunca sürdü. Ptolemaios döneminde (MÖ 332-30) inşa edilen Dendera’daki Hathor Tapınağı’ndaki bir yazıt bu bağın derinliğini ortaya koyar:
“Ruhuna davullar çalıyoruz, zarafeti için dans ediyoruz. Onun suretini göklere yükseltiyoruz. O, sistrumun hanımı ve çınlayan kolyelerin efendisidir.”
Neşe Dolu Bir Dönüş
Eski Krallık'ın ardından, merkezi otoritenin zayıfladığı ve siyasi karışıklıkların yaşandığı Birinci Ara Dönem başladı. Ancak bu çalkantılı sürecin ardından gelen Orta Krallık (MÖ 1975-1640), merkezi yönetimin yeniden kurulmasıyla sanat ve kültür alanında önemli ilerlemelere sahne oldu.
Bu dönemde, yalnızca rahiplerin gerçekleştirdiği ve tapınakların kutsal alanlarıyla sınırlı kalan ritüel dansların yapısı değişim gösterdi. Danslar, halkın katılımına açık dini törenlerin bir parçası haline geldi. Örneğin, tanrı heykelinin tapınaktan çıkarılıp diğer tapınakları ziyaret ettiği geçit törenlerinde danslar sergilenmeye başlandı. Bu tür etkinlikler, dansı daha ciddi bir ritüelden neşeli ve canlı bir kutlama haline dönüştürdü.
Orta Krallık döneminden kalan en eski Mısır edebi eserlerinden biri olan Sinuhe’nin Hikayesi, dansın bu dönüşümüne dair ipuçları verir. Hikaye, ülkeden kaçıp yabancı bir diyarda yaşayan ve ardından Mısır’a dönmek isteyen bir Mısırlının öyküsünü anlatır. Kral, Sinuhe’yi kabul edip onun Mısır’da gömülmesine izin verdiğinde, Sinuhe büyük bir coşkuyla dans eder: “Kampımın çevresinde dolandım, bağırarak ve şarkılar söyleyerek.” Aynı şekilde, Sinuhe’nin memleketi de “gençlerin dans ederek kutlama yaptığı” bir şenlik atmosferine bürünmüştü.
Orta Krallık döneminde yapılan dans tasvirleri, giderek daha karmaşık ve akrobatik figürleri içermeye başladı. Dansçılar, karınlarının üzerine yatarak elleriyle ayaklarına dokundukları pozisyonlarla betimlenirken, erkek dansçılar da sahnelerde daha sık yer almaya başladı. Erkek dansçılar, tek ayak üzerinde dönerken veya etkileyici hareketler sergilerken resmedildi.
Yeni Krallık döneminde (MÖ 1539-1075), antik Mısır bölgesel gücünün doruğundayken dansçıların kıyafet ve aksesuarlarında da değişimler görüldü. Dansçılar, geleneksel etek veya elbiseler yerine kalçalarının etrafına sardıkları şallar ya da şeritler kullanmaya başladılar. Saçlarını serbest bırakıp bileklik gibi zarif takılarla süslenmişler, gözlerini ise bol sürme ile belirginleştirmişlerdi.
Müzik de bu dönemde önemli bir evrim geçirdi. Dansçılara eşlik eden telli çalgılar repertuvara eklendi ve bu durumun dans hareketlerini de etkilediği düşünülüyor. Ayrıca, Nubia’dan gelen dansçılar, kendi tarzlarını ve figürlerini Mısır dansına kazandırarak repertuarı genişlettiler.
Dans, bu dönemde gelişmeye devam etmesine rağmen dini törenlerdeki yerini korudu. Yeni Krallık dönemine ait mezar resimlerinde, muu adı verilen erkek cenaze dansçıları tasvir edilmiştir. Bu dansçılar, bitkisel liflerden yapılmış ve Yukarı Mısır firavun tacını andıran başlıklar takıyorlardı. Nekropolisin tanrılarını temsil eden bu dansçılar, ölen kişinin ahiret yolculuğunda ona rehberlik etmekle görevliydi.
Din, antik Mısır’da günlük hayatın temel bir unsuru olarak kabul edilirken, manevi dünyanın etkisi sanatta ve dans gibi sembolik ifadelerde açıkça görülüyordu. Örneğin, ayna dansında çiftler halinde dans eden dansçılar, bir ellerinde ahşap kastanyet (şakrak veya çalpara), diğer ellerinde ise bir ayna tutarken resmediliyordu. Aynalar, yalnızca birer eşya olmanın ötesinde, yuvarlak formlarıyla güneşi ve güneş tanrısı Ra’nın yeniden doğuşunu simgeliyordu. Bu simge, Mısırlıların ölümden sonraki yaşamda aradığı diriliş umutlarıyla yakından ilişkiliydi.
Yıldızların Dansı adı verilen bir diğer ritüel, güneşin doğudan batıya olan hareketini ve yaşam-ölüm döngüsünü temsil ediyordu. Bu dansın betimlemelerinde, en güçlü dansçı merkezde yer alıyor ve iki hafif dans partnerini bileklerinden tutarak onları yönlendiriyordu.
Araştırmacılar, antik Mısır danslarının hareketlerini modern Akdeniz dansları, özellikle flamenko, ve bale figürleriyle, özellikle arabesk pozisyonları ve tek ayak üzerinde dönüşlerle bağlantılı olarak değerlendiriyorlar. Bu yorumlarla birlikte, mezar sanatındaki tasvirler, Mısırlıların ölümden sonraki hayata geçişi sembolize eden danslarının aslında kendi içinde bir tür ölümsüzlük kazandığını gösteriyor.
Kaynak: arkeofili.com
Yorum yazmak için lütfen giriş yapınız