Odun ateşi besliyor, ateş toprağa geri dönüyor, toprak metalleri bağrında taşıyor, metal mineral birleşiminden de su fışkırıyor, su ise yeniden odunun filizlenmesini sağlıyor ve bu döngü böylece sürüp gidiyor. Bu maddelerin her birine insan organizmasının bir bölümü ve oradaki organlar karşılık geliyor. Oduna karaciğer, safrakesesi, gözler ve kaslar; ateşe kalp, incebağırsaklar, dil ve damarlar; toprağa dalak, mide, ağız ve kaslar; metallere akciğerler, kalınbağırsaklar, burun ve deri: suya da böbrekler, idrar kesesi, kulaklar, kemikler ve ilikler... Bu alanların her biri vücut enerjisinin beşte birini harekete geçiriyor. İşte akupunktur, bu bölgelerdeki enerjiyi, meridyen adı verilen birtakım hayali kanallara iğneler batırılmasıyla uyarıyor. Burada ilginç bir nokta beynin unutulması... Gerçekten de geleneksel Çin tıbbında beyin "garip bir organ" olarak tanımlanıyor ve asla batıdaki kadar önem verilmiyor.
Usta bir akupunkturcu yaklaşık 360 iğne kullanabiliyor. Bazıları altın bazıları ise gümüş iğneleri tercih ediyor. İlk iğneler enerjiyi yumuşatmak, ikinciler onu dağıtmak, üçüncüler ise enerjiyi kanalize etmek için kullanılıyor.
Son olarak; bütün akupunktur ya da geleneksel Çin tedavileri uygulanırken "biyolojik saat" dikkate alınıyor. Çünkü, günün ve gecenin belirli saatlerinde, enerji vücudun belli bir noktasını güçlü ya da güçsüz bir biçimde kat ediyor. Nefes alma sorunlarının sabahın 3'ü ile 5'i arasında ortaya çıkması tesadüf değil... Çünkü akciğer o saatlerde enerjisinin en üst noktasına ulaşıyor.
Yorum yazmak için lütfen giriş yapınız