Kasım 25, 2024

Konuğumuz: Doğan Demirkan ÖZDEMİR

Merhaba sevgili ve değerli Friendz10 ailesi, bugünkü misafirimiz otuz sene gibi uzunca bir süredir psiklogluk mesleğini onurla, gururla, etik kurallar içerisinde yerine getiren Doğan Demirkan Özdemir. Kısaca Doğan Bey bu otuz dört senelik iş hayatında binlerce farklı insanın hayatına dokunuşlarda bulunmuş, elliden fazla uluslararası ve yerel seminerlere katılıp kendi iş bilgilerini hep güncel tutmuş ve sayısı kırktan fazla olan aldığı eğitimlerle uzmanlığı kanıtlamış bir psikologtur. Kendisine şimdiden bize ayırdığı kıymetli vakti için teşekkür ederiz. Dilerseniz röportajımıza geçelim artık.

 

 

Merhaba Doğan Bey, ilk sorumuz:

 

  • Neden psikoloji?

 

 

Neden psikoloji? İnsan dediğimiz şey sadece etten, kemikten yaratılmış bir yaratık değil. Aynı zamanda bir psikolojik yapımız var. Bizi biz yapan, bizim şu andaki duygularımızı, düşüncelerimizi, yaşantımızı ortaya koyan, çocukluğumuzdan bugüne kadar ki yaşadıklarımız ve yaşantılarımız sonucunda. Davranışlarımızın bir kısmında motor olarak yapıyoruz. Yani bilinçli olarak, farkında olarak yapıyoruz. Ama bir kısmı da biz alt bellek dediğimiz bilinçaltı sayesinde yapıyoruz. Korkularımız, kaygılarımız, yaşantımız, neden psikoloji? İnsan bir bilgisayar olmadığı için, insan mekanik bir yapı olmadığı için, insan makine olmadığı için psikolojisi her zaman çok ön plandadır. Psikoloji insanı yönlendiren yapısıdır. İnsanı insan yapan yanı psikolojik yapısıdır. Onun için de psikoloji.

 

 

  • Bu güzel cevabınız için teşekkür ederiz. Diğer sorumuz otuz yılı aşkın süredir tecrübeye sahipsiniz ve sizi gerçekten şaşırtan vaka ya da vakalar oldu mu? Olduysa bunları bizimle paylaşabilir misiniz?

 

 

Şimdi şöyle ben otuz dört yıldır bu mesleğin içindeyim. Otuz dört yıl içerisinde yüzlerce değil binlerce görüşme yaptım. Binlerce danışma sürecine girdim, terapilere katıldım. Ben her insanın tek ve biricik olduğunu düşünürüm. Her insanın sorunu kendisine göre en büyüğüdür. Size göre çok basit gelebilir ama ona göre en büyüğüdür. Şöyle düşünün, bir insan için, bir insan için bir sivilce dünyanın sonu demek olabilir. Başka birisi için, atıyorum depremlerin olması hiçbir şeydir. Kişilerin algılayışına göre değişiyor. Çok şaşırdığım, beni şaşırtan vaka var mı? Var. Çok fazla karşılaştım. Ama bunlar içerisinde özellikle birkaç tanesi vardır ki gerçekten böyle çok çok ender rastlanan, literatürde bile bulmakta zorlandığınız vakalarla karşılaştığım oldu. Bir tanesi çok ilginç bir vakaydı. Tabii biz etik kurallar çerçevesinde, kiminle, nerede, nasıl görüşme yaptığımız ve vakanın içeriğinin ne olduğunu tam olarak anlatmayız. Bilimsel deklarasyonlarda sunarız. Bunu sunarken de izin alarak sunarız. Ben bunu bir deklarasyonda sundum. Bir kongrede sundum. Çoklu kişilik bozukluğuyla ilgiliydi karşılaştığım vaka, öyle ilginç bir vakaydı ki; bir bay kendini bayan olarak algılıyor ve aynı zamanda lezbiyen bir bayan olarak algılıyor. Yani vaka içerisinde vaka gibi bir olaydı.
Beni en çok şaşırtanlardan bir tanesi bu olmuştu. Diğer bir tanesini de özellikle kendilik algısıyla ilgili karşılaştığım bir vakaydı. Kendilik algısında çok büyük bir bozulma vardı. Boyu bir elli beş ve altmış civarında olan bir bayan, kapıdan geçerken eğilerek geçiyordu ve sürekli kafasını kapıya çarptığından bahsediyordu. Kapının üst tarafına çarptığından bahsediyordu. Kendilik algısındaki yoğun bir bozulma sonucunda oluşan bir olaydı. Bunun gibi birçok vaka vardı ama bana çok büyük dediğim size göre küçük olabilir ya da size göre büyük bir vaka bana göre küçük olabilir. Bu iki vaka özellikle ama özellikle çok dikkatimi çeken vakaydı. Örneğin birinci anlattığım vakayı literatürde taradığım da bin dokuz yüz seksen dokuzlu doksanlı yıllarda Stanford Üniversitesi'nin yapmış olduğu bir dekorasyonda rastlamıştım. Ama ben böyle bir vakayla karşılaşınca çok şaşırmıştım.

 

 

  • Ben de duyunca çok şaşırdım. Teşekkür ederim. Peki bir diğer sorumuz. Sizin aslında ana dalınız nedir?

 

 

Ben ağır kişilik bozukluklarıyla ilgili çalışmayı seviyorum ve bir de travma köken olarak çalışmayı seviyorum. Şimdi şöyle. Bizim ana dalımız dediğimiz Türkiye'de psikologların, klinik psikologların ana dalı diye bir olay yok normalinde. Sadece siz bazı vakaları daha fazla seversiniz, daha fazla başarılı olduğunuzu düşünürsünüz. O vakalar üzerinde o alan üzerinde kendimiz daha fazla yetiştirirsiniz. Ben de özellikle travmalar ve çoklu kişilik bozuklukları üzerinde ağır vakalar üzerinde çalışmayı çok seviyorum. Özellikle travmalarla ilgili çalışmayı seviyorum. Nedeni de çözüm odaklı stratejik terapiler uyguladığım için sonuçlarını çok hızlı görmem mümkün oluyor. Bu da bana mesleki doyumu sağlıyor. Onun için de iki alan benim için çok önemli diye söyleyebilirim.

Konuğumuz: Doğan Demirkan ÖZDEMİR
  • Teşekkür ederim. Peki tedavilerde hangi teknikleri kullanıyorsunuz?

 

 

Şimdi üniversitelerin vermiş olduğu formal eğitimlerde size gösterdikleri teknikler çok sınırlıdır. Bilişsel terapileri görürsünüz, psikanalitik yaklaşımı görürsünüz, bununla birlikte klasik terapi tekniklerini görürsünüz. Okullardan mezun olduktan sonra gelişmeleri takip ettiğinizde birçok terapi tekniği olduğunu görürsünüz. Yaklaşık olarak şöyle söyleyeyim kırk sekiz, kırk dokuz tane terapi tekniği var. Benim yatkın olduğum alan, yaklaşık olarak yirmi yıldır çözüm odaklı stratejik terapilerle çalışıyorum ben. Çözüm odaklı stratejik terapiler içerisinde de en fazla kullandığım yöntemlerden. ALPHA-STIM'imi kullanıyorum. EMDR kullanıyorum. Bilişsel terapi sürecini kullanıyorum. Bir de şok terapist dediğimiz terapi şekillerini kullanıyorum. Ağır vakalarda ve çok hızlı çözüm bulunması gereken vakalarda şok terapi dediğimiz sistemleri uyguluyorum. Bir de kendime ait oluşturmaya çalıştığım, oluşturduğum bir terapi tekniğim var. Dramayla birlikte ele aldığım bir terapi tekniğini, özellikle bunu da uyguluyorum. Benim uyguladığım alanlar genellikle bunlar ama şunu söyleyeyim, sertifika olarak, belge olarak yaklaşık olarak kırk dokuz tane terapi tekniğinde uygulayabilecek donanıma sahibim.

 

 

  • Teşekkür ederim. peki bu soru bence önemli bir soru bana kalırsa. Çünkü internette de bayağı bir yaklaşımı vardı. Bu ilaç kullanımıyla alakalı olarak. İlaç kullanımı hakkında ne düşünüyorsunuz?

 

 

Şimdi benim hakkımda araştırma yaptığınızda ya da baktığınızda Google'a ya da başka kaynaklardan araştırdığınızda şunu göreceksiniz: ‘’Ben terapi olmadan sadece ilaç kullanımını sevmiyorum.’’ Bu konuyla ilgili de çok da fazla çatışıyorum meslektaşlarımla. Özellikle psikiyatristlerle, çok fazla miktarda çatışıyoruz. Ben birçok şeyin uyarıcıları yanlış algılanışı sonucunda yanlış yorumlanışı şeklinde olduğunu düşünüyorum ve uyarıcıları algılamayı ve yorumlamayı farklılaştırırsam sorunlarının çözüleceğini düşünüyorum. İlaçların tek başına bir terapi desteği olmadan kullanılmasını sevmiyorum. İlaçlar zorunluluk ve gereklilik durumunda kullanılmalı, bazı durumlar hariç sadece ilaç kullanımına karşıyım. Bazı durumlar dediğim nedir? İşte psikotik rahatsızlıklarda, psikozlarda ilaç kullanmak gerekir mi? Gerekir. Kişinin kendisine ve çevresine zarar vereceği durumlarda bunu engellemek için ilaç kullanmak gerekir mi? Gerekir. Fiziksel birtakım rahatsızlıklar olduğunda ilaç kullanmak gerekir mi? Gerekir. Hormonal dengesizliklerde özellikle beyindeki biyokimyasal yapıdaki değişmelerde, ilaç kullanmak gerekir mi? Gerekir. Ama bunun dışındaki şeylerde ben sadece ilaç kullanılıp terapi yapılmamasının doğru olduğunu düşünmüyorum. Ne gibi? Mesela depresyonun bazı gruplarında, ne gibi mesela anksiyete? Ne gibi? Mesela uyum bozukluklarında. Mesela okul başarı düzeylerinde. Bunlar da sadece ilaç kullanmanın bir anlamı yok. Çünkü sadece ilaç kullanımı sizin kendinize hasta hissetmenizi sağlar. Çünkü siz hasta değilsiniz. Zorunluluk ve gereklilik dışında ilaç kullanımı hasta hissetmenizi sağlar ve aynı zamanda plasebo etkisi yani ilaç kullanıyorum izlenimiyle beraber ikincil kazançları ön plana çıkarırsınız. Bu da rahatsızlığınızın daha geç iyileşmesini sağlar. Bununla ilgili çok fazla çalışmalar yapılmıştır. Çok fazla miktarda deneyler vardır. Yapılan araştırmalar vardır. Mesela şöyle söyleyeyim; yapılan araştırmanın bir tanesinde depresyon grubunu üçe ayırarak bir tanesine boş kapsüller verilmişi diğer bir gruba normal ilaç verilmiş, bir grup da terapileri alınmış. Terapileri alınanlar, diğer ilaç kullanılanlara oranla daha hızlı iyileşme eğilimi gösteriyor. Boş kapsül alan kişilerde normal ilaç almış gibi aynı etkiler gözüküyor. Yani bu da şunu gösteriyor plasebo etkisi çok fazla miktarda var. Ben ilaç taraftarı değilim. Yalnızca ilaç kullandırmayı zorunluluk ve gereklilik olmadıkça sevmiyorum, sadece ilaç kullanımının da faydasının fazlaca olduğuna şahsen inanmıyorum.

 

 

  • Teşekkür ederim. Peki burada en çok karşılaştığınız vaka nedir?

 

 

Çağımızın vebası dediğim anksiyete panik atakla çok karşılaşıyoruz. Çağımızın vebası dediğim depresyon olayıyla çok fazla karşılaşıyoruz. Aile terapilerinde cinsel işlev bozukluğuyla ilgili çok fazla karşılaşıyoruz. Bu üç olay bizde çok sık karşılaştığımız olay. Anksiyete panik atak, depresif durumlar, aile terapilerinde cinsel işlev bozukluğu. Üç olay çok fazla.

 

 

  • Teşekkür ederim. Ağır depresyon ya da depresyon hakkında neler düşünüyorsunuz?

 

 

Şimdi depresyon dediğimiz şey isteksizlik, mutsuzluk, hayata karşı direncin düşük olması ve kişinin kendi iç dünyasına dönmesi. İnsanlar hayatlarının bir döneminde depresyon yaşarlar zaten. Yer değişikliğiyle, iş değişikliğiyle, eş değişikliğiyle, statü değişikliğiyle, hayat değişiklikleriyle, kayıplarla siz depresyon yaşayabilirsiniz ama depresyondaki yaşama süreci bizim için kriterler vardır, bazı kriterler vardır. Bunlardan bir tanesi on günlük bir süreç diye belirleriz biz. On günlük süreci geçtiyse eğer depresif durum diye düşünüp ona göre bakarız. Basit depresifler vardır, depresyon dediğimiz, kronik depresyonlar vardır. Majör depresyonlar vardır. Manik depresif durumlar vardır ve kronik depresif durumlar vardır. Kronik depresif durumlarda tedavi süreci hem daha uzundur hem hastanın vaka geçmişi çok uzundur. Çok uzun süre kendini kötü hissetmek gün geçtikçe kötü hissetme eylemine girer. Evden dışarıya çıkılmaz. Hayat ağır gelmeye başlar. Güneşin doğması bile acı vermeye başlar kişiye. İsteksizlik, mutsuzluk ve sonlanma düşüncesiyle devam eder. En ağır vakalardandır. Majör depresyon ve kronik depresif durumumlar, riskli bir olaydır. Evet terapiler gerekir. İlaç artı terapiyle gelirse çok daha iyi sonuç verir. Ama diğer depresif durumlarda ise bunlara fazla miktarda gerek kalmaz. Sadece uyarıcı algılayışınız. Depresif durumu ortadan kaldırır. Ağır depresif durumlar çok sık gözüken bir olay değildir. Depresyon vakaları içerisinde ben onda iki, onda üç gibi sayarım, depresyon vakalarının içerisinde. Onda iki ya da onda üç oranındadır.

 

 

  • Teşekkür ederim. Peki gene günümüzde yani bu çağda çok fazla karşılaşılan bir rahatsızlık türü daha var. Tükenmişlik sendromu. Peki bunun aklına neler söyleyebilirsiniz?

 

 

Şimdi tükenmişlik sendromuna bakarken öncelikle bir öğrenilmiş çaresizliğe bir bakmak lazım. Yani temelinde yatan da budur. Şartlar, koşullar, durumlar, o kadar fazla miktarda üzerimize gelmeye başlar ki bir süre sonrasında biz öğrenilmiş çaresizliği yaşamaya başlarız.
Çaresiziz. Yani, yapacak başka bir şeyimiz yok. Aynı şeyleri tekrar tekrar devam ettirmek. Tükenmişlik sendromu bunun bir sonraki aşamasıdır. Tükenmişlik sendromunda artık kişi hiçbir şey yapmak isteyemez, yapamaz, tükenmiştir, bitmiştir, enerjisi çekilmiştir. Şöyle diye düşünün: Şişirilmiş bir balonun içerisindeki havayı boşaltmak gibi bir şey. Pelte gibisinizdir. Tükenmişlik sendromu yaşıyorsunuzdur. Çözüm noktası göremiyorsunuzdur. Bittiğiniz, tükendiniz diye düşünürsünüz. Ama şunu da bilmeniz gerekiyor. Bizler bittiğimizi düşündüğümüz anda yeniden enerjimizi toparlayabiliriz. Sadece ve sadece burada çıkış noktalarını görmek ve o tükenmişlik sendromunda alternatifleri görebilmek. Bunu yaptığınız takdirde zaten bu tükenmişlik sendromunda yenersiniz. Çağımızda özellikle şu pandemi süreci içerisinde tükenmişlik sendromunun çok daha fazla görmeye başladık biz. Çünkü artık kaldıramayacağımız yüklerin altında olduğumuzu düşünmeye başladık. Ezilmeye başladığımızı düşünmeye başladık. Onun için de tükenmişlik sendromu daha fazla miktarda yaşıyoruz.

Konuğumuz: Doğan Demirkan ÖZDEMİR
  • Teşekkür ederim. Gene bu konuyla alakalı. Bu da genelde lise çağındaki ya da ergenlik çağındaki ve sonraki üniversite döneminde çok görülen bir rahatsızlık türüymüş. Bilimsel makaleler bunu gösteriyor ve yazıyor. Anlık duygu durum değişmeleri nelerden kaynaklanıyor olabilir? Ve bu bir rahatsızlık mıdır? Öyleyse çözümü var mıdır?

 

 

Şimdi sizin söylediğinizin bir miktarı doğur, şöyle doğru: Anlık duygu durum değişikliği, ergenlik ve gençlik döneminde çok fazla gözüken bir olaydır. Ergenlerde duygular anlık değişir. Bugün çok sevdiğimiz bir şeyi yarın nefret ediyor olabilirsiniz. Bir şeye çok fazla gülerken yarım saat sonrasında aynı olayı ağlayabilirsiniz. Duygularınız ani iniş çıkışlar gösteriyordur. Bu hormonlarla da alakalıdır aynı zamanda. Bazı rahatsızlıklar vardır ki bu rahatsızlıklarda duygu durumu çok hızlı değişir. Bipolarlar da mesela bipolarlar da duygu anlık değişir. Yoğun hareketliyken, aktifken, neşeliyken birden oturup ağlayabilir şahıs. Burada hormonlarımız devreye girdiği gibi uyarıcıyı algılayış da devreye giriyor. Bugün hoş gelen bir uyarıcı, yarın size nahoş gelebiliyor. Duygumuz çok hızlı değişiyor. Bu bir hastalık mı? Evet hastalık hem de ciddi bir rahatsızlıktır. Ciddi bir rahatsızlıktır. Duygu, durum bozukluğu. Çünkü bir kere siz kendinizde anlam veremiyorsunuzdur. Hangi durum karşısında nasıl bir duygulanımı yaşayacaksınız? Bunun kararını veremiyorsunuzdur. Bocalamasını yaşıyorsunuzdur. İkincisi toplumsal ve çevresel olarak da bir sorundur. Niye? Çünkü böyle bir arkadaşınız olduğunu düşünün. Nasıl davranacağınızı bilemezsiniz. Çünkü bir gün öncesinde aynı şakayı yapmıştım gülmüştü ve ertesi gün aynı şakayı yaptım adam benimle kavga yapmaya çalıştı gibi karar veremezsiniz. Ciddi bir rahatsızlıktır, tedavi edilmesi gereken bir rahatsızlıktır. İşte terapi sürecine alınması gereken bir rahatsızlıktır. Özellikle bunun boyutuna da bakmak lazım. Bipolar boyutunda mı? Ergenlik boyutunda mı? Ergenlikte ise bu değişir.  Çünkü ergenlik ilerlediği müddetçe gençlik aşamasına geçtiği müddetçe duygular yerine oturacaktır ama ileriki yaşlarda bipolarlarda böyle bir olay biraz daha ağır. Ama onun da bir çözümü var. Çözümü olmayan diye düşündüğümüz şeyler, tedavisi mümkün değil dediğimiz şeyler çok kısıtlı olan belirli rahatsızlıklarımız vardır. Bunlar psikozlar, psikotik rahatsızlıklar, şizofren gibi, şizoit gibi rahatsızlıklar ki bunlarla da zaten kullandığımız yöntemlerle, tekniklerle, ilaçlarla baskılıyoruz. Bunu tamamıyla yok edemiyoruz. Ama günlük hayata adapte de günlük yaşantımızı devam ettirmede gayet de başarılı konumundayız. Yani böyle bir rahatsızlığımız var. Bunu biliyoruz ama bu rahatsızlığımızla baş etmeyi de öğreniyoruz.
Ya bunun dışındakilerin de hepsinin de tedavisi mümkün zaten.

 

 

  • Peki insanlar psikolojik sağlıklarına nasıl dikkat etmeliler?

 

 

Şimdi bir kolektif normallik denilen kavramı bir bilmemiz gerekiyor. Bizler kendimize tek ve biricik olarak gördüğümüzde sadece yaşayan, bu sorunları yaşayan kendimiz diye düşünüyoruz. Kendimiz diye düşündüğümüz için de sorunlarımız bize ağır geliyor, çok ağır geliyor. Ama kolektif normallik gibi görürsek yani diğer insanlar da bunları yaşıyor. Onlar da ayaklarının üzerinde durabiliyorlar. E o zaman, ben de bunlarla baş edebilirim diye düşünmek lazım. Ve bir de bizim o anlık duygularımızın, sıkıntılarımızın, streslerimizin
hepsinin zaman içerisinde, belli bir zaman içerisinde kaybolacağını, farklı duyguları yeniden yaşayacağımızı bilmemiz gerekiyor. Bunları bildiğimizde sorunlarımızı, sıkıntılarımızı aşabileceğimizi bildiğimizde daha rahat ve psikolojik sağlığımızı daha rahat koruyabiliyoruz. Şöyle söyleyeyim size. Bir yeriniz acıdığında siz zannedersiniz ki ben nefes aldığım müddetçe yaşadığım müddetçe bu acı devam edecek diye düşünürsünüz. Ama bir süre sonrasında acılarınız geçer. Şu ana kadar geçmeyen bir acınızın olup olmadığına düşmem. Neler yaşadınız? Ve o yaşantıların sonucunda nelerin üzerinden geldiniz? E o zaman bu da geçecek. Bu da geçecek. Sadece burada bakış açımı biraz değiştirmem lazım diye düşüneceksiniz. Bir, biri de bizim Türk toplumunun genel özelliği. Bizler hayatlarımızı hep bir şeylere endeksliyoruz. Kendimiz için ayırdığımız zamanlar çok az. Bana gelen danışanlarıma ben sorduğumda hobi kaynaklarını sorduğumda çok da kolay hobilerini bulamıyorlar. İşte arkadaşlar şöyle diyor. Televizyon seyretmek, dizi seyretmek, işte yürüyüş yapmak. Diyorum ki bakın bunlar hobi değil. Bunlar sadece siz vakit öldürmeye çalışıyorsunuz. Düşünmemeye çalışıyorsunuz. Hobi dediğiniz şey, zevk alarak, keyif alarak yaptığınız, kendiniz için yaptığınız ve bir şeyler ürettiğiniz bir alan olması lazım. Hobileriniz sizi korur.
Çok yoğun çalışıyor olabilirsiniz. Çok yoğun acılar çekiyor olabilirsiniz. Ama hobi kaynaklarınız olduğunda bunların çok daha kolay atlatıldığını görürsünüz. Hobileriniz olmak zorunda. Hobi kaynaklar bulacaksınız. Hobiler psikolojik sağlığınızı korur.

 

 

  • Teşekkür ederim. Bellirli bir ömür bir yaşam sürüyoruz. Burada elbet geçmişten gelen sorunlar, acılar var oluyor. Ya da geçmiş geçmişten gelen yer etmiş, problemler var olabiliyor. Geçmişten gelen bu sorunların çözülmesi mümkün mü?

 

 

 

Şimdi geçmişten gelen problemlerin çözümü mümkün mü? Mümkün tabii ki. İnsan durağan bir yapıya sahip değil. Siz kişilik gelişimi olsun, zeka gelişimi olsun duygusal gelişiminiz olsun. Nefes aldığınız müddetçe değişen bir olaydır. Gelişen bir olaydır. Tabii ki temelleri çocukluk yaşlarımızda ve geçmişte attığınız şeylerdir. Bunun üzerine bir şeyler koyuyorsunuz ama bunları değiştirmeniz mümkün. Mesela şöyle diye düşünün. Dörtlü, beşli yaşlardayken bir hayvan size saldırdı ve o hayvana karşı korkular geliştirdi, fobiler geliştiririz. İleriki yaşlarda işte atıyorum bir köpeğe karşı fobiniz var. Sokakta bir köpek görüyorsunuz ve yolunuzu değiştiriyorsunuz. Siz bunu fark ettiniz ve bunun çözümüne bakıyorsunuz.
Burada birtakım yöntemlerle, bir takım terapi tekniklerle, köpeğe karşı korkunuzu, fobinizi yenersiniz. Temelinde de kaynaklanan o çocukluk dönemindeki travma olduğu için o travmayı da silikleştirdiğiniz andan itibaren siz evinize köpek bile alabilirsiniz. Demek ki geçmişte yaşadıklarınız bugün sizi etkilerken onu etkilemesini sağlayabiliyorsunuz. Değiştirmeniz mümkün. Silikleştirmeniz mümkün. Silme değil silikleştirme. Bu mümkün.
Böyle olunca da siz geçmişteki travmalarınızın şu andaki yaşantınızı etkilemesini en az seviyeye indirgeyebilirsiniz.

 

 

  • Teşekkür ederim. Peki sizce psikolojik rahatsızlıklar arasında gerçekten en tehlikeli olan hangisi?

 

 

Konuşmaya başlarken şeyden bahsetmiştik, kişilerin algılayışı değişir. Kişi nasıl yani size göre çok basit bir şey ona göre çok büyük olabilir.

 

 

  • Kendine zarar verme, dışarıya zarar gibi bahsediyorum aslında.

 

 

Hepsi olabilir. Bana göre en tehlikelisi diye düşündüğüm şey, ben iki durumdayken hep şüpheli endişeyle bakmışımdır. Bunlardan bir tanesi yoğun kronik depresyonlarda. Çünkü burada çok büyük bir risk vardır. İntihar girişimi, intihar düşüncesi kişinin kendisini imha etmesi. Diğer bir tanesi de bipolarda özellikle düşünmüşümdür. Bipolarlarda da özellikle, kendisine ve çevresine zarar verme eğilimi vardır. Atak konuma dönüştüğünde böyle bir duygu karmaşası içerisine girebilir. İki durum benim için çok çok önemli diye düşünürüm. Diğerleri önemli mi? Bana göre ve onlara göre mi? Onlara göre hepsi önemli. Hepsi önemli. En önemlisi kendi durumudur kişinin. Nereniz acıyorsa bütün merkeziniz orasıdır. Parmağınız acıyorsa bütün benliğiniz parmağınızdadır. Ayağınız acıyorsa ayağınızdadır. Sizin o andaki sorununuz en büyük sorundur.

Konuğumuz: Doğan Demirkan ÖZDEMİR
  • Teşekkür ederim. Peki tedavi konusunda ya da çözme konusunda gerçekten sizi zorlayan ya da şimdi şimdi ne yapmam lazım aslında? Ne yapmalıyım dediğiniz, zorlandığınız bir vakanız ya da hastanız oldu mu?

 

 

Mutlaka ki olmuştur, mutlaka ki olmuştur. Şimdi az önce anlattığım çoklu kişilik bozukluğu vakası tam olarak benim anlattığım gibi değil benim kişisel verilen korunmasından dolayı anlattığım kısım sadece bir ölçütü. Hayatımda çok büyük değişmeler oldu o arkadaşın. Bayağı bayağı büyük değişmeler. Zorlandığın vakalar var mı? Vardır. Ben şunu söylemişimdir. Şu ana kadar dünya üzerinde bugüne kadar gelmiş geçmiş psikolog ve psikiyatristler başarı üzerine yüzde yüz olan bir Allah'ın kulu yoktur. Yüzde yüzlük bir başarıdan bahsedemezsiniz. Bu mümkün değildir. Kişilerin başarabileceği, çalıştığı tekniklere göre, yöntemlere göre de değişir. Gelen kişiye göre de değişir. Ben başarı düzeyinin yüzde seksen gibi bir oranda olduğunu düşünüyorum. Zorlandığım vakalar olursa, çok zorlandığım vakalar olursa hiç çekinmeden o konuda uzman olan kişilerden destek alabilirim. Ben hiçbir zaman vay ben kimseden yardım almam, hizmet almam, işte destek almam diye düşünmedim. Alırım, yapamayacağım bir durumsa, baş edemeyeceğin bir durumsa baş edecek olan şahıslara yönlendiririm. Çünkü benim için önemli olan şey, bana gelen kişinin sağlığı ve mutluluğudur. Bunu sağlayacak bir etken bulmam lazım. Ben yapabiliyorsam, ben, ben yapamıyorsam başkası. Yani mutlaka ki vardır.

 

 

  • Teşekkür ederim. Peki sizce toplumun gözünde psikolog ya da psikiyatrların yeri nedir?

 

 

Bizim toplumumuzda psikolog kavramı yeni gelişen bir kavram. Şu son yirmi yıldır falan gelişen bir kavram. Dünya üzerinde bu çok daha farklıyken Türkiye'de biraz daha farklı. Türkiye'de psikiyatrist kavramı vardı. Psikolog kavramı yoktu. Psikolog kavramı ilk çıkmaya başladığımda, psikologlara ilk bir şüphe gözüyle bakıldı. Çünkü adam doktor desen doktor değil. Sanatçı desen sanatçı değil, sağlıkçı desen sağlıkçı değil. Nedir bu adam diye baktılar. Çünkü ilaç yazamıyor, hastaneye yatıramıyor, klinikte onu özel kliniğe alamıyor. E o zaman bu ne işe yarıyor? Sadece dert dinliyor diye düşündüler. Dert dinliyor. Sorun dinliyor. E ben zaten arkadaşlarımla da konuşuyorum, dostlarımla da konuşuyorum. E o zaman ne gerek var buna diye düşünüldü. Sonra zaman içerisinde anlaşıldı ki gerçekten çok uzun bir eğitim sürecinden geçmiş olan insan davranışlarını ve davranışları algılayışı bilen, bunu yorumlayabilen birisi ve aynı zamanda çok büyük bir sırdaş, çok büyük bir dert ortağı, çok büyük bir şekilde rehber, çok büyük bir şekilde yol gösterici bir insan. Böylelikle psikologlar, psikiyatristlerden ön plana geçmeye başladı. Psikiyatriste gittiğinizde beş on dakika konuşup birtakım ilaçlar yazılıp size gönderilen şahıs olarak. Ama bir psikologda sorunlarınızı çözmek için uzun süreli görüştüğünüz uzun soluklu konuştuğunuz kişi olarak algılanmaya başlıyor.
Bizim ülkemizde hala psikiyatrist psikolog arasındaki iş birliği ve sorunları çözülemedi. Bu da yasalardan kaynaklı yasa eksikliğinden kaynaklı. Hep bir sürtüşme içerisinde gibi gözüküyor. Psikologlarla psikiyatristlerin bir sürtüşme içerisinde. Kim ön planda, kim geri planda falan. Bazı psikiyatristler psikologları kabul etmede, bazı psikologlar psikiyatristleri kabul etmedi. Birisi birisinin eğitimine farklı şeyler söyledi falan filan. Burada önemli olan şey; kişilerin sağlığı ve mutlu olması lazım. Kim yapıyorsa yapıyor. Psikiyatrist ya da psikolog. Hangisi yapıyorsa, mutlu hissettirebiliyorsa, sağlıklı hissettirebiliyorsa benim için önemli olan odur. Ve ben toplumda psikologlara bakış açısının biraz daha değiştiğini birazcık daha olumluya gittiğini, olumlu olduğunu mesleki saygınlık, mesleki kurallar, etik çerçeveye daha fazla uyum olarak psikologları daha önde görüyorum. Belki kendimden dolayı, mesleğimden dolayı ama ben psikologların toplumda daha saygın olduğunu düşünüyorum, psikiyatristlere oranla.

 

 

  • Genel olarak bir psikolog deyince aklımıza hep aynı cümle geliyor. En azından benim öyle izlediğim filmlerde, dizilerde de hep o şekildeydi. Hani şey bir cümlesi var. ‘’Hadi şimdi çocukluğunuza inelim.’’ Neden çocukluğumuza inmemiz hani gerekiyor? Bu zorunlu bir uygulama mı?

 

 

Değil. Şöyle değil. Çocukluğa inme olayları genellikle psikanalitik yaklaşımda, psikanaliz de olur. Şimdi psikolojinin kurucusu, kuramcıları gerek Freud olsun gerek Adler olsun gerek Erik Prom olsun gerek Anna Freud olsun gerek Jung olsun gerek atıyorum Jay Haley olsun.
Psikanaltik temelli oldukları için hep terapi tekniklerinde bunu uyguladılar. Çocukluğunuza göre. Ve bizler de filmlerde, dizilerde, şurada, burada hep bunu gördük hayatta. Çocukluğumuza inelim. İnelim ne olacak? Çocuklara inmekle bir sorun olmuyor. Bu çok uzun soluklu bir hikayedir. Çözüm odaklı stratejik terapiler çocukluk ile çok fazla ilgilenmez. Sadece nasıl bir aile yapınız olduğu, çocukluk döneminde neler yaşadınız? Başat olan bazı şeyler alınır. Bunun travma üzerinde etkisi var mı? Kişilik üzerinde etkisi var mı? Buna bakılır. Yoksa eğer sadece soruna odaklanır. Diğer konu o kadar önemli değildir diye düşünüyorum ben. Biz bu filmlerden dolayı genellikle çocukluğunuza inelim cümlesi geliyor. Yoksa böyle uzun koltuğa yat uzan, çocukluğuna ineceğiz falan yok öyle şeyler. Onlar psikanalitik yaklaşımda olan şeylerdir.

Konuğumuz: Doğan Demirkan ÖZDEMİR
  • Bir diğer sorum ise; size kendi isteğiyle gelenle, başkasının zoruyla ya da herhangi bir şeyin farkına varmadan yani zorla getirilen getirilen hastalar arasında bir farklılık var mı? Hiç gözlemlediniz mi?

 

 

Çok farklılık var. Şöyle ki bana birileri getirdiğinde ben genellikle kabul etme taraftarı değilimdir. Önce görüşürüm, onu ikna etmeye çalışırım, sorunu olduğunu fark ettirmeye çalışırım. Eğer onu kabul edecek olursa seanslarımı alırım. Akıllı insan sorununun farkındadır. Bir sorun vardır, sorunu çözemiyordur. Onun için de sizden destek istiyordur. Diğeri ise bir sorun vardır, sorunun farkında değildir. Kendini normal olarak algılıyordur, çevresindekiler sorun olarak algıladığı için getiriyorlardır. Ve kendinde sorun tespit etmeyen insan değişmez. Bende sorun yoksa ben niye değiştim ki? Bende sorun görüyorlarsa kendileri değişmeleri lazım. Benim kendimde sorunu görmem lazım. Gelen insan da getirilen insan arasındaki en büyük fark da budur. Getirilen insan kendi yapısından mutludur, memnundur, çevreyle barış değildir. Kendisi gelen insan çevreyle barışık olabilir. Kendisiyle barışık değildir. Onun için bana geliyordur. Arasındaki fark bu. Zaten normallikle anormalliğin tanımını yaparken şöyle diyoruz: ‘’Kişinin kendisiyle ve çevresiyle barışıklık düzeyi normalliktir. Kişinin kendisiyle ya da çevresiyle barışık olmadığı durumlar normalliğin dışındadır.’’ Kendisi gelirse ben daha fazla yardımcı olurum. Ama kendisi de çevresi yetiyorsa pek yardımcı olma şansına sahip değilsiniz. En basitinden şöyle diye düşünün: Alkol bağımlısı. Ailesi diyor ki illa gideceksin, illa gideceksin. Adam alkol almayı seviyor. Bağımlı olduğunu düşünmüyor, kurtulmayı da düşünmüyor. Siz ne yapabilirsiniz ki?

 

 

 

  • Kişi kendinde bir sorun olduğunu kabul etmedikten sonra bir şey yapma ihtimaliniz çok da yok.

 

 

Çünkü kendisi kabul etmiyor. Ben alkolik değilim diyor. Alkol almayı da seviyorum kardeşim diyor. E ne yapabilirsiniz? Öyle durumlarda psikiyatri daha fazla iş görür. Çünkü psikiyatriye biz bazen ağır kişilik bozukluklarını işte asker, polis ya da savcılık kanalıyla ya da ailesi kanadı da getirip yatırırlar. Evet o öyle durumda olur. Çünkü psikozdur kendi sorununun farkında değildir. Onu ailesi getirir. Ona emniyet getirir. Ona bir şey dediğim yok. Ama bir psikoloğa gidişte. Çevresinden ziyade kişinin kendisinin gelmesi gerekir.

 

 

  • Teşekkür ederim. Bu çok merak ettiğim bir soru gerçekten. O kadar danışanınız var, geliyorlar, danışıyorlar, konuşuyorlar. Siz bunları dinliyorsunuz. Bazı öneriler de yol göstereceklerde bulunuyorsunuz. Peki bunlardan hiç etkileniyor musunuz ya da üstünüzdeki bu enerjiyi ya da bu duymayı, şişkinlik de diyebiliriz ona yani hiç şişmiyor musunuz? Bunu nasıl atıyorsunuz üstünüzden?

 

 

Şimdi mesleğin ilk yıllarında o kadar çok empati kuruyorsunuz, o kadar çok danışanınızla haşır neşir oluyorsunuz ki bir süre sonrasında siz onun sorunlarını taşımaya başlıyorsunuz. O geliyor, size bir şeyleri anlatıyor. Siz ona çözüm noktaları bulmaya çalışıyorsunuz. Onu rahatlatıp gönderiyorsunuz ama sorunlar sizde kalıyor. Siz günde beş kişiyi on kişiyi dinliyorsunuz. Beş on kişinin sorunu birden taşıyorsunuz. Gelen kişi tek. O sadece kendi sorunuyla ilgileniyor. Siz on kişinin sorunuyla ilgileniyorsunuz. Mesleğin ilk yıllarında sizi çok zorlar bu. İlk yıllarında ben arkadaşlarıma hep şunu söylüyorum. Mutlaka sizin de görüştüğünüz birisi olsun. Bir psikoloğunuz olsun. Dertleştiğiniz sohbetiniz birisi olsun, bu bir. İkincisi mutlaka biraz önce söylediğim gibi hobilerimiz olsun, hobi sizi koruyacaktır. Ben hobiyi, bir zırh gibi görürüm, üzerindeki bir zırh gibi görürüm. Üçüncüsü evet bu mesleği seviyorsunuz, insanları seviyorsunuz. Onlar için hayatınızı feda ediyorsunuz ama bu bir iş. İş yapıyorsunuz. Bir inşaat işçisi gibi düşünün. Bir fırındaki ekmek yapan bir şahıs gibi düşünün. Bir radyo televizyon tamircisi gibi düşünün. Siz radyoyu televizyonu tamir ettikten sonrasında eve gidip düşünüyor musunuz? ‘’Benim radyo ve televizyonumun ne oldu ya?’’ düşünmüyorsunuz. O zaman bunu bir iş olarak göreceksiniz. Siz Ali'siniz, birisiniz, Ahmet'siniz atıyorum işte Ayşe’siniz, Fatma'sınız falan. Siz, psikolog unvanını sonradan kazandınız. Psikolog unvanınız sizin iş için kullandığınız bir unvan. Dışarıya çıktığınızda siz psikolog değilsiniz kardeşim. Ben iş olarak görüyorum bir. Ikincisi evet insanları seviyorum. Onlara yardımcı olmak gerçekten beni mutlu ediyor. Kendimi de koruyorum. Hobilerim var. Kendime ait uğraşlarım var. Kendime ait ayırdığım zamanlar var. Kendime ait özel gün geçmez odam var. Kendini o şekilde koruyorum. Ve her seferinde birilerine yardım ettiğimde kendimi çok daha mutlu hissediyorum ve beni biraz daha motive ediyor. Biraz daha motive ettikçe, mutlu hissettikçe ben de çok fazla miktarda kalıcı etkileri olmuyor, zararlı etkileri olmuyor. Şöyle diye düşünüyorum. Ya ben otuz dört yıldır bu mesleğin içerisindeyim. Günde on kişi görmüş olsam otuz dört yıl içerisindeki sayıyı hesapladım da ben Türkiye'de çok insan tanıyorum ya. Türkiye'nin neresine gidersem gideyim, bir tane dostum, arkadaşım, beni tanıyan, beni seven birileri mutlaka çıkıyor. Çok şanslıyım ben. Bu da benim iyi hissetmemi sağladı.

Konuğumuz: Doğan Demirkan ÖZDEMİR
  • Teşekkür ederim. Şimdi diğer soruma geliyorum. Psikolojik rahatsızlıkların, bedensel rahatsızlıklara etki ettiğini artık bilimsel olarak biliyoruz. Yani işte stres bazlı şeylerin mideye vurduğu ya uzuvlarda hissizliğe başlattığı gibi. Bu durumlarda ya da bu durumlara sebep olabilecek travmaların olup olmadığını bir insan nasıl anlayabilir? Kendi kendine anlayabilir mi?

 

 

Şimdi travma sonrasında travma sonrası stres bozuklukları dediğimiz birtakım şeyler vardır.
Travma sonrası stres bozukluklarında fiziksel de tepkiler gösterirsiniz. Şunu unutmayın, eğer bir şeyin mikrobu, virüsü, bakterisi yoksa temelinde psikolojik etki yoksa, temelinde psikolojik etki yatar. Bir yerinizde enfeksiyon var. Enfeksiyonsa fizyolojiktir yani bir yerden mikrop aldığınız bakteri aldığınız falan. Ama bu enfeksiyonun daha çabuk yok olup olmamasını sağlayan sizin psikolojik yapınızdır. Onu iyileştirebileceğinizi düşünmeniz ve oraya odaklanıyor olmanız sizin o rahatsızlığı daha rahat atlatmanızı sağlar. Diyelim enfeksiyon vardır. Gidersiniz bir aile eğitimine. Aile hekimine size antibiyotik verir. Siz üç gün beş gün kullanırsınız ama iyileşmez. Aynı rahatsızlıkta başka bir doktora gidersiniz. Uzmandır, işte güveniyorsunuzdur, saygı duyuyorsunuzdur. Size çok basit tarzda biten antibiyotik veriyordur, iki günde iyileşiyorsunuzdur. Eğer ilacın etkisi olsaydı aile hekiminin verdiği daha etkiliydi. Psikolojik yapının etkin olduğunu görüyorsunuz bu durumda. Diyorsunuz ki evet ya çok basit bir antibiyotik ama ben iyileştim çünkü ona güvendim diyorsunuz.  Bir de biz insanların ölmesini, kalbinin durmasıyla insan ölmüş olmuyor, ex saymıyoruz. Kalbi durduğunda bile şahıs yaşıyor diye düşünüyoruz. Ex olabilmesi için beynin durmasının gerektiğini düşünüyoruz. Yani sizin fiziksel yapınızı, rahatsızlıklarınızın temelinde büyük bir çoğunluğunun temelinde psikolojik yapınız yatar. Çok güzel bir atasözü var. Diyor ki ‘’Duvarı nem, insanı gam yıkar.’’ diyor. Duvarın nem, insanı gam yıkar. Yani siz yaşama ne kadar bağlıysanız ne kadar yaşamı seviyorsanız, direnciniz ne kadar yüksekse siz o kadar uzun yaşarsınız. Yaşamı sevmiyorsanız en ufacık bir rahatsızlıkta güp diye gidersiniz.

 

 

  • Bir de şey var günümüzde gene sık rastlanan bir durum olarak; insanların kendini sevmemesi konusu var. Bunun sebepleri olabilir mi? Yani bir insan neden kendini sevmez?

 

 

Alfred Adler’e göre bu durum aşağılık kompleksinden dolayı. Yoğun kıyaslamalardan kaynaklı olarak ve hep kıyasladığı kaynaklar, popüler olan kaynaklarla kıyaslar. Hiçbir zaman da kendinizi o kadar popüler hissetmezsiniz. Bu atıyorum Türkiye'de hem popüler kim? Mesela ben şu anda kendim için diye düşüneyim. Evet ya, Aziz Sancar. Ben bununla kıyasladığımda kendim çok yetersiz çok başarısız olarak görüyorum. Kendimi sevemiyorum. Yani burada kıyasladığınız kişi de önemli. Burada eğer siz martı olursanız, yani kendinizi kendinizle kıyaslarsanız, kendinizdeki gelişmeleri görürseniz, kendisi zaten barışık olursunuz. Kendisiyle barışık olmayan insanların, en büyük sorunu kendisinin farkında değildir. Kendisinden farkında olmadığı için de kendisiyle barışık olamaz. Kendinizin farkında olun. Yarışınız kendiniz de olsun, başkasıyla değil. Benim yarışım hiç kimseyle olmaz. Hiç kimseyle yarışmam olmaz. Herkes çok iyidir. Kendi alanlarında. Ben kendime göre çok iyiyim. Benim yarışım kendimle. Ben kendimi aşabildiğim müddetçe varım. Yoksa Ali'yi aşmışım, Veli'yi aşmışım, şunu yapmışım, bunu yapmışım falan. Hiç de önemli değil. Çünkü o kadar çok insan var ki aşacağım. Ama ben kendi aştığımda başarılıyım. Onları aştığımda değil. Kendinizle barışık olun. Temel noktası bu arkadaş.

 

 

  • Teşekkür ederim, bu bahsettiğimiz konularla alakalı hep Bu sıkıntıları yaşayan kişilerin ya da vakaların işte psikolojisi olsun ya da diğer alanlardaki sıkıntılar olsun, psikolojik olarak. Bunların anladığım kadarıyla bir iradeyle de bir alakası var. Bu irade konusunda yani bu ilaçla tedavi edebilecek bipolar gibi ya da şizofreni gibi genetik olabilecek şeylerden bahsetmiyorum, diğer depresyonlar işte tükenmişlik sendromlar ani duygu durum değişiklikleri gibi. Peki bu iradenin gelişebilmesi için ya da şahsın bir iradeye sahip olabilmesi için bunu geliştirebilmesi için önerileriniz var mı varsa neler bunlar?

 

 

Şimdi irade gelişir mi? Gelişir. İrade sizin yaptıklarınız işlerdir. Yapamadığınız işler değildir. Bizler irade diye düşünürken hep yapamadıklarımızı ön plana çıkarız. Mesela sigarayı bırakmaya çalışıyorsunuz, iki kere denediğiniz yapamadınız, üç defa denediniz, yapamadınız falan ve sonra dediniz ki iradesizim ben. Ben yapamıyorum. Tamam kardeş, burada iradesiz olabilirsin. Gel sana iradeli olduğum noktaları göstereyim ben sana. Neleri başardım?
Başaramazsın dedikleri neleri başardınız? En basitinden şunu başardınız. Yürümeyi başardınız. En basitinden konuşmayı başardınız. En basitinden okuma yazmayı başardınız. En basitinden sevmeyi başardınız. En basitinden sevilmeyi başardınız. En basitinden hayatta kalmayı başardınız. Başardığınız yani kendinizdeki iyi olan özellikleri ön plana çıkarttığınızda iradeyi de güçlendirmiş olursunuz. Ben bunları yaptıysam bunu da yaparım.
İradeyi güçlendirme yani uyarıcıya bakış açısını değiştirmek. Uyarıcıya bakış açısını değiştirip uyarıcıyı yorumlamayı değiştirdiğimizde yapamayacağınız hiçbir şey yoktur. Kendinizi de iyileştirirsiniz, kendinizi de iyi hissedersiniz. Çünkü ben hep şunu söylerim bana gelen arkadaşlara da olumsuz bu uyarıcıyla karşılaştığında bil ki olumlulukları da vardır o uyarıcının. Sana öğrettiği bazı şeyler de vardır. Ataol Behramoğlu'nun bir şiiri var, yaşadıklarından öğrendiğim bir şey var. Diyor ki: ‘’Hayatımı yeni başından yaşayabilseydim gene aynı hataları yapardım. Çünkü o hatalardır beni ben yapan.’’ Bakın hatadan bile ders çıkarıp kendi kişiliğinizi oluşturabiliyorsunuz. Her olumsuz uyarıcı da olumlu özellik vardır. Polyannacılık değil bu, o farklı bir olay. Oradaki olumluyu görüp, olumluyu yorumladığınızda hayatın çok daha zevkli, çok daha güzel olduğunu görürsünüz.

Konuğumuz: Doğan Demirkan ÖZDEMİR
  • Teşekkür ederim. Son soru olarak da gençlere diyelim daha doğrusu orta yaşta da genç yaşta da diğer yaş grupları için önerebileceğiniz şeyler var mı?

 

 

Mutlaka ki var.

 

 

  • Biraz daha açmam gerekirse, psikolojik sağlığınız için bunlara dikkat edebilirsiniz. Şöyle olabilir gibi.

 

 

Bir, mutlaka hobiler, O olmazsa olmaz. İki, her şeyin ama her şeyin geçici olduğunu
ve bir zamana ihtiyacı olduğunu bilin. Bütün acılarımız geçer. Zaman her şeyin ilacıdır. Bazı şeyleri kronikleştirebilir, kronikleşmesinin nedeni aynı şeyleri sürdürdüğünüz içindir. Ama hiçbir şey aynısı değildir. Bugünkü acınız yarına aynı değildir. Ya artıyordur ya azalıyordur. Hobileriniz olacak, yaşadığınız acıların geçici olduğunu bileceksiniz, yaşamdan zevk almak, keyif almak olayını bileceksiniz. Bir de her olumsuzlukta olumlu yanlar arayacaksınız. İşte o zaman çok daha güzel olur.

 

 

  • Çok teşekkür ediyorum değerli zamanınızı Friendz10 ailesine ayırdığınız için.

Yorumlar

  • Friendz10 ailesine kattığı harika röportaj için Doğan Bey'e teşekkür ederim

  • Bu değerli röportaj için teşekkür ederiz Doğan Bey.

  • Memnum oldum. Bu değerli bilgileri tekrar ve daha dikkatli okuyacağım.

  • Çok değerli bu röportaj için Doğan Bey'e teşekkür ederiz.

  • Değerli Doğan Hocam harika bir röportaj vermiş, hocam ağzınıza sağlık.\r\nSu içer gibi okuyor insan teşekkür ederim.\r\nAyrıca röportajda emeği geçen mensubunuza teşekkür ederim.

  • Değerli Doğan Hocam harika bir röportaj vermiş, hocam ağzınıza sağlık.\r\nSu içer gibi okuyor insan teşekkür ederim.\r\nAyrıca röportajda emeği geçen mensubunuza teşekkür ederim.

Yorum yazmak için lütfen giriş yapınız

Editörün Son İçerikleri

Greenland ve Yanlış İsimlendirme

Greenland ve Yanlış İsimlendirme

C-12 Elementi ve Fred HOYLE

C-12 Elementi ve Fred HOYLE

Sir Fred HOYLE ve Elementler

Sir Fred HOYLE ve Elementler

Sir Fred HOYLE ve Eğitimi

Sir Fred HOYLE ve Eğitimi

Editörlerin Son İçerikleri

kaptanfilozof06

Çok İhtimal

probiyotik

Greenland ve Yanlış İsimlendirme

bubble30
Nielawore

Bizden haberdar olmak için mail listemize kayıt olun