17. yüzyılda Kara Ali, onun yamağı Hammal Ali ve Kara Ali'den sonra başcellât olan Süleyman'dı. Evliya Çelebi Kara Ali'nin portresini, kendine özgü üslubuyla şöyle çiziyor:
"Bu kolun üstadı; kâmili Kara Ali'dir ki, pazılarını sıvayıp, tigi ateştabını kemerine bendedüp, sair işkence edecek aletlerini beline asıp, el ve ayak kıracak baltaları iki yanına takıştırıp, sair yamakları dahi aletleriyle kemerlerine süsleyip yalınkılıç merdane cümbüş ederek geçerler ki neuzubillah hiçbirinin çehresinde nur kalmamış zehir adamlardır!"
Eğer katline ilişkin hüküm Divan-ı Hümayun tarafından verilmişse, bunu tatbik etmek için muhzırağa, subaşı ve bazen de asesbaşı memur edilirdi. Divanı hümayun dışında verilen idam cezalarını da subaşı gerçekleştirirdi. Bu memurların gözcülüğü ve sorumluluğu altındaki idamları uygulamak da cellâtların göreviydi. Reaya için kan dökme yasağı bahis konusu olmadığı için boğma yoluna gidilmemiş ve asılma ile kafa kesme usulleri tercih edilmiştir.
Kural bu olmakla beraber, bazen başka infaz şekilleri de kullanılmıştır. Reayadan İstanbul'da siyaseten katledilenlerin, aynı zamanda cesetleri de âlemi ibret için teşhir edilirdi. Cellâdın cesede verdiği durumdan, onun İslam veya gayrimüslim olup olmadığı anlaşılırdı. İslamlar sırtüstü yatırılırlar ve başları kollarının altına alınırdı. Müslüman olmayanlar ise, yüzükoyun uzatılır başları kıçlarına konurdu...
Yorumlar
Garip ve zor bir meslek
Osmanlı için bu ayrı bir konu bence
Yorum yazmak için lütfen giriş yapınız