Düelloda namus, kavganın gerçekleşmesindeydi, sonuca bağlanmasında değil... Veya bu onur alışverişinde kavganın nedeni, tek bir kelime, farklı bir politik görüş veya komşunun eğri burnu olabilirdi. Eğri burun da korkusuzca çekilen silahla düzeltilirdi zaten. Ortaçağ düellolarında tanrı emriyle de mücadele edilirdi. İnsanoğlunun, kendi sonsuz vahşiliğine her zaman geçirdiği kılıf olan "tanrı adına savaşmak", düello için de geçerliydi.
İşin ucunda ölüm olduğu için, "yüksek gücün etkisine" inanılırdı. Otto von Bismarck, liberal politikacı Georg Freiherr von Vincke ile düelloya girmeden önce, hasmıyla akşam yemeği yemek istemişti. Sonra, düello yerine vardıklarında sürekli bir dua mırıldanmış ve ateş ettikten sonra da "kendini tanrıya hiç bu kadar yakın hissetmediğini" belirtmişti...
İkili savaşın tarihi çok eskilere kadar gidiyor... Hatta, talihsiz Romalı gladyatörlere kadar... Ama düello, "aynı sınıftan insanların çok sıkı kurallara bağlı ölümüne mücadelesi" olmaya, 17. yüzyılın mutlakiyetçi prenslerinin etkisinde başladı. Yasal olarak yasaklanmasına, hatta ölüm cezasına rağmen bu tür karşılaşmalara göz yumuldu, bazen de düellocular affedildi. Çünkü, devlet gücünü ellerinde tutan prenslerin en son isteyeceği şey, bu gücü kullanırken desteğini aldıkları sınıftan kişileri kızdırmaktı. Devletin bu "salıncak politikası" 20. yüzyıla kadar da değişmedi.
Avrupa'da Aydınlanma Çağı ile öğrenilen eleştirel yaklaşım düelloya uygulanınca, bu "şeref için dövüşmek" meselesi halkın ilgi odağı haline geldi. Eleştiri; övmek yerine, bütün erdemlerini kılıcın ucuna yerleştirmiş köhne zihniyete yönelmişti. Ama, Jean Jacques Rosseau bu feodal saçmalıkla ne kadar dalga geçerse geçsin, Weimar Cumhuriyeti'nden Goethe sesini yükseltiyor ve "İnsan yaşamının ne önemi var ki? Tek bir savaş binlerce insanı silip süpürüyor. Erdemin kaba kuvvete karşı ve ona rağmen ayakta tutulması çok daha önemlidir" diyordu.
Yorumlar
Olay bir namus meselesi haline gelmiş
Yorum yazmak için lütfen giriş yapınız