İnsanoğlu varlığını sürdürebilmek için gereksinimlerini karşılamak ve bunun için de üretmek ve tüketmek zorundadır. Gereksinimler, üretim ve tüketim; uluslararası düzeyde yaşanan bir dizi bilimsel, siyasal, ekonomik, kültürel ve sosyal gelişmeler doğrultusunda değişime uğramaktadır. Ancak yaşanan değişimin ortak paydası tüketim praksisinin, gündelik yaşam pratiklerinde ağırlığını hissettirerek; toplumsal yaşama ve değerlere yön verici boyuta ulaşmasıdır. Şöyle ki tüketim praksisi sistemin bütünlüğünü sağlamak ve devamlılığını korumak için çeşitli araçlar ve aktörler tarafından yönlendirilmiş ve şekillendirilmiş bir ideolojiyi barındırmaktadır.
Bu ideoloji bir yandan serbest piyasanın geniş bir çeşitlilik yelpazesine sahip tüketim nesnelerini ve hizmetlerini bireyin emrine sunarak bireye, tercihlerinde özgür ve rasyonel olduğunu düşündürürken bir diğer yandan ise bireyi, demir bir kafese hapsetmektedir. Bu demir kafeste birey, özerklik potansiyeli -yani kendi eylemlerinin sahibi olma, sisteme karşı direnebilme ve kendi iradesiyle seçim yapabilme yetisi- ile standardize edilmiş gereksinimleri ve bu doğrultuda üretilen tüketim nesnelerini ve hizmetlerini tüketmektedir. Bu aynı zamanda sosyal ilişkinin kurulması için dolayım kuran malzemelere sahip olmaya dönük toplumsal ihtiyacın bir parçası olan çalışma güdüsünü de temellendirmektedir.
Çünkü sistem, bütün üretimin tek gayesini tüketim olarak somutlaştırır. Dolayısıyla daha fazla tüketim nesnesi satın almak veya daha fazlasına sahip olmak yaşamın amacına dönüşmüştür.
Yorumlar
İnsan her zaman pozitif bir gelişim içinde olamıyor
Yorum yazmak için lütfen giriş yapınız