Krallık naibinin dünyanın en güzel elmaslarından birini satın aldığı bu dönemde değerli taşlara, sırma veya simle karışık dokunmuş kumaşlara (dibâ) karşı benzer bir tutku hüküm sürmekteydi. Hem ayrıca Fransız monarşisine özgü yemek ve kralı selamlamaya ilişkin kimi törensel usulleri tuhaflık olarak gördüğünde, Osmanlı Büyükelçisi bize daha yakın değil midir?
Dönemin belgelerinin tanıklık ettiği üzere Türk Büyükelçisi, Fransızlara göre üç farklı çehreye sahipti. Bütün nesnellikleriyle resmi görevliler, onu, mevcut gerilemesine rağmen saygın geçmişi sebebiyle dünyanın önemli devletlerinden birinin temsilcisi olarak görmekteydiler. Ancak o aynı zamanda bir semboldü: “Türk giysileri”, uzun sakalı, ilginç tavırlarıyla bütün meraklı gözleri kendine çekiyor ve özellikle cinsel içerikli düşleri süslüyordu.
Ayrıca “Doğulu Elçi” insanların en naziği, en ağırbaşlısı ve en bilgesi olarak görülmekteydi. Kısacası Mehmet Efendi, farklı görünümlerin ötesinde, evrensel bir insan doğasının var oldugu yolundaki zamanın gözde görüşünün somut örneğiydi. İstanbul'a dönüşünde Mehmet Efendi'nin deneyimi yatışmak bilmeyen bir merakla karşılandı. Bütün kuşku ve yanlış anlaşılmalara rağmen, bu ivme Batı'da gelişen “Türk modası” ile aynı dönemde, İstanbul'da da Mehmet Efendi'nin doğal öncülüğünde bir “Frenk modası” akımının yayılmasına neden oldu.
Kuşkusuz elçilik sonrasındaki en kayda değer yenilik, Müslüman dünyasında Arap harfleriyle baskı yapan ilk matbaanın kurulmasıdır. Mehmet Efendi’nin oğlu Said Efendi ve Hıristiyanlıktan dönme Macar kökenli İbrahim Müteferrika 1727' de bu gelişmenin öncüsü oldular. Ancak bu başlı başına ayrı bir hikâyedir.
Yorum yazmak için lütfen giriş yapınız