Osmanlı, İstanbul’un fethini, II. Meşrutiyet sonrasında, 1910'dan itibaren kutlamaya başlar. Ancak I. Dünya Savaşı'nın hemen öncesinde, 1914'teki kutlamalar, gerçek bir doruk noktasıdır. İstanbul'un fethinin yıldönümleri, II. Meşrutiyet dönemine kadar herhangi bir kutlamaya vesile teşkil etmez. Esas itibariyle, II. Meşrutiyet öncesinde, bu tür alışkanlıklar, böylesi bir gelenek de yoktur. 1908 yılından sonra iktidara gelen İttihat ve Terakki Cemiyeti, bu tür anlamlı günleri kutlamayı bir gelenek haline getirmek ister. Örneğin, İkinci Meşrutiyet'in ilan günü olan, Rumi 10 Temmuz 1324, Miladi 23 Temmuz 1908 tarihi, 'millî bayram' ilan edilir, İttihat ve Terakki iktidarının dünya görüşü, milli değerleri sahiplenmeyi öngörmektedir. Bu nedenle, söz konusu dönemde, milli hassasiyetler ön plana çıkarılır.
Osmanlı, İstanbul’un fethini, II. Meşrutiyet sonrasında, 1910'dan itibaren kutlamaya başlar. Ancak I. Dünya Savaşı'nın hemen öncesinde, 1914'teki kutlamalar, gerçek bir doruk noktasıdır. İstanbul'un fethinin yıldönümleri, II. Meşrutiyet dönemine kadar herhangi bir kutlamaya vesile teşkil etmez. Esas itibariyle, II. Meşrutiyet öncesinde, bu tür alışkanlıklar, böylesi bir gelenek de yoktur. 1908 yılından sonra iktidara gelen İttihat ve Terakki Cemiyeti, bu tür anlamlı günleri kutlamayı bir gelenek haline getirmek ister. Örneğin, İkinci Meşrutiyet'in ilan günü olan, Rumi 10 Temmuz 1324, Miladi 23 Temmuz 1908 tarihi, 'millî bayram' ilan edilir, İttihat ve Terakki iktidarının dünya görüşü, milli değerleri sahiplenmeyi öngörmektedir. Bu nedenle, söz konusu dönemde, milli hassasiyetler ön plana çıkarılır.
Nitekim o dönemde Fransızca yayımlanan ve Miladi takvimi temel alan 'Moniteur Oriental' gazetesinin, fetih günüyle ilgili olarak, "11 Haziran 1453; İstanbul'un fethinin yıldönümü kutlanıyor" başlığını kullandığını görüyoruz. Çok görkemli geçen 11 Haziran 1914 tarihli kutlamalar, dönemin gazetelerinde geniş bir şekilde yer almıştır. Şimdi, Tanın gazetesine yansıyan haberlerden törenin gelişimini adım adım izleyelim:
"Dün, İstanbul müstesna günlerinden birini daha yaşadı. Yakın vakte kadar milli heyecanın bu kadar beliğ bir misaline tesadüf edememiştik. Fetih gününün ebedi bir yadigârı olmak üzere, günümüze kadar gelen Ayasofya ile Fatih'in türbesi arasında yer alan bütün caddelerde, dükkanlar kapanmış, pencerelerden, kapılardan bayrakların kırmızı ve beyaz dalgaları taşmış, havanın çok kötü olmasına rağmen, bütün halk takım takım yollara düşmüştü."
Haberin sonraki paragraflarında, Tanin gazetesi muhabiri, şiddetli yağmur altında, caddelerde ilerlemeye çalışan İstanbul halkının nasıl zaman zaman bir saçak altına sığındığını, sonra hava yeniden açtığında, 'yolların nasıl geçilemeyecek kadar dolduğunu' aktarır. Daha sonra Tanin gazetesi muhabiri, törenin bütün ayrıntılarını okurlara tek tek aktarır:
"Merasim kafilesi, program dahilindeki tertibat ile Ayasofya'dan Fatih'e doğru hareket etti. Bu milli ve dini kafilenin en önünde, Osmanlı tarihinin canlı bir gölgesi şeklinde, üç yeniçeri gidiyordu. Sokaklarda gittikçe taşan halk, her taraftan birer parça daha artıyor ve kalabalığa birçok bin adetleri katılıyordu. Artık Fatih Meydanı'na gelindiği zaman, koca meydanda insandan bir kitle, kımıldayamayacak bir parça meydana getirmişti."
Resmi merasim ve konuşmalar da tek tek gazetenin sayfalarına yansır:
"Kutlama merasimine Fatih Camii'nin arka tarafında ve merdivenlerin bulunduğu mahalde başlanmıştır. Evvela bu milli töreni hazırlayan Mehmet Ziya Bey tarafından uzun bir konuşma yapılmış ve çok alkışlanmıştır."
Tanin sütunlarında, törenin akışı sürmektedir:
"Ziya Bey'in bu hararetli nutkundan sonra Türk gençlerinden Hüseyin Ragıp Bey pek vatanperverane ve uzun bir nutuk irad etmiş ve alkışlanmıştır."
Hüseyin Ragıp Bey'in ardından 'Türk Ocağı namına Hamdullah Suphi Bey' konuşur: "Türklük mefkuresinin ulviyetinden" söz eden, "Türk imparatorluğunun (...) Avrupa'yı gıpta ettirecek cesaret ve cihangirlikler göstermeye muvaffak olacağını" vurgulayan bu konuşmada, yaklaşan savaşın havasını koklamak mümkün olur. Hamdullah Suphi'nin (Tanrıöver) ardından, önce 'İstanbul Sultanisi 7. sınıf talebesinden Refet Efendi' sonra da şair Aka Gündüz ve 'muallim Celalettin Arif Bey' konuşurlar.Celalettin Arif Bey'den sonra kürsüye, dönemin ünlü isimlerinden Ömer Naci gelir. Güçlü bir hatip olan Ömer Naci'nin ardından, dönemin 'Bahriye Nazırı' Cemal Paşa irticalen bir konuşma yapar. Tanin muhabiri, bu konuşmayı gazetenin sütunlarında aynen aktarır.
Cemal Paşa halka sesleniyor:
'Bir milleti yükselten nedir?'
"Vatandaşlar, Türklük ve Osmanlılık ve İslamiyet alemini temsil eden Osmanlıların, bugün Türklerin en büyük hakanının mübarek kabri önünde kemal-i hicapla toplanan milletin bu utançtan kurtulması, ancak çok çalışmakla mümkündür. Ben hayatımda, büyük Fatih'in çocukluğunda geçirmiş olduğu bir olaya her zaman çok büyük önem verdim... Bir gün, Hazreti Fatih'in hocası Akşemsettin-i veli, Fatih'in odasına hiddetle girdi. Fatih hazretleri böyle sopa ile gelmesinin sebebini sorduğu zaman hocası, 'Eğer çalışmazsan seni döveceğim' dedi. Ey gençlik! Size hitap ediyorum. Eğer siz de çalışmazsanız Fatih'in ruhu sizi sopa ile dövecektir... Bir milleti yükselten iki şeydir: Biri dimağındaki ve diğeri kolundaki kuvvettir. Dimağındaki kuvveti uyuşanlar yalnız maddiyat ile boğuşurlar. Dimağında kuvvet olanlar ise ilim ile uğraşanlardır. Bizler daima ilme doğru gitmeli, dimağımızla uğraşmalıyız. Böyle yaparsak, her şey hasıl olur ve millet servete nail olur. Bize donanma lazımsa onun için para bulur. Ümit edelim ki, gelecek sene bugün buraya geldiğimiz zaman, bugünkü hataların silindiğini görür ve buna mukabil birçok yeni övünülecek vasıflar ile geliriz."
Paşa'dan sonra Donanma Cemiyeti Reisi Şefik Bey, yapılan konuşmalarda temenni edilen başarıya ulaşmanın yolunun ve Fatih'in İstanbul'u fethindeki 'hikmet ve sebebin' yalnız donanma olduğunu söyler ve halkı, donanmaya yardıma davet eder. Savaş kapıdadır; İttihat Terakki iktidarı, orduyu güçlendirme hazırlıklarının peşindedir. Daha sonra dualar okunur, Fatih Sultan Mehmet'in ve şehitlerin ruhlarına fatihalar okunarak tören noktalanır. Merasimden sonra Öğretmen Okulu öğrencileri tarafından Fatih Marşı söylenir ve Ertuğrul Bandosu tarafından, 'selam havası' çalınarak bir resmi geçit yapılır:
"Önce silahlı Bahriye taburları, onu takiben Küçük Zabit Numune Mektebi talebesi, ilmiye mensupları, Öğretmen Okulu, Darülfünun, sultani ve idadi mektebi öğrencileri, esnaf cemiyetleri birer birer geçit resmi ile Osmanlı bayrağının kırmızı rengini selamlayarak geçmişlerdir."
Yorum yazmak için lütfen giriş yapınız