Ayasofya hem Hristiyan hem Müslüman toplumu için oldukça önemli kabul ediliyor. Ayasofya’nın eski adı Kutsal Bilgelik Kilisesi olarak biliniyor. 1453 Fatih’in İstanbul’u fethi dolayısıyla camiye çevrilen bu yapının 1500 yıllık tarihi oldukça ilgi çekici ve sarsıntılı geçiyor.
Şu an cami olmasına rağmen Hristiyan turistler tarafından da yoğun ilgi görüyor, hatta dünyanın en çok ziyaret edilen müzelerinden biri olarak kabul edebiliriz.
Ayasofya Camii hakkında ayrıntılı bilgilendirme için bu içeriğimize tıklayın.
Hakkındaki efsane ve hakkındaki 12 sır için tıklayın.
Gelelim daha önce duymadığınız bilgilere, Ayasofya’nın anlamıyla başlayalım. Ayasofya'nın ilk ismi Ayasofya değildi. İlk açılışında Büyük Kilise anlamına gelen (Megale Ekklesia) olarak adlandırıldı. Tabii, fetih gerçekleşince ismi Fatih Sultan Mehmet tarafından Ayasofya olarak değiştirildi. Sanıldığı üzere bu ismin Sophia aldı bir azizeye dayandığı bilgisi yanlış olarak kabul ediliyor. Aya (kutsal) , sophos (bilgelik) kelimelerinin birleşmesiyle ortaya Ayasofya ismi konuldu.
Ayasofya, aynı yer üstüne tam 3 kere inşa edildi. İlk olarak II. Konstantin tarafından yaptırılan ahşap yapı, yapımından 40 yıl sonra, isyanlardan kaynaklı çıkan yangın neticesiyle harap oldu.
ıı.Theodosius, tekrardan ahşap çatılı bir şekilde aynı yere inşa ettiriyor. 532 yılında bu yapı Justinianus karşıtı çıkan Nika İsyanında isyancılar tarafından tekrardan mahvediliyor. Fakat Jüstinyen dersini almış olacak ki isyanın hemen ardından tam 5 yıl 10 ay sürede çok görkemli ve aynı zamanda daha sağlam bir Ayasofya inşa ettiriyor.
9.yüzyıla ait olduğu düşünülen üstteki yazı, Halvdan adlı viking komutanının yazısı olduğu düşünülüyor. Vikingler her yeri yağmalayarak göç ediyordu. Fakat Bizans’a bu amaçla değil, barışcıl ve ticaret yapma amacıyla uğraşmışlardı.
Halvdan, Pagan inancına sahip olduğu düşünülen bir komutandı. Ayasofya’dan etkilenip bir Hristiyan ayini yapılırken içeri giren Halvdan’ın Hristiyan olmadığı için bu yazıyı can sıkıntısından yazdığı düşünülüyor. Yazı Türkçe’ ye çevrildiğinde ''Halvdan buradaydı.'' olarak çevirebiliriz.
Sultan III. Murad döneminde Hellenistik Dönem’e ait mermer küpler, 1250 litre sıvı alabiliyordu ve alt kısımlarında bulunan musluklar sayesinde kandillerde, bayram namazlarında şerbet dağıtılıyordu.
Ayasofya, ilk inşa edildiğinde kilise olarak inşa edilmişti, dolayısıyla herhangi bir minareye sahip değildi. Fatih, Ayasofya'yı ilk camiye çevirdikten sonra, kubbelerin birinin üstüne ahşaptan bir minare yaptırıyor, haliyle bu minare günümüze ulaşmadı.
Günümüzde bulunan minareler, Edirne Selimiye Cami'nin minareleriyle çok benzer olduğundan, tam olarak bilinmese de Mimar Sinan tarafından yapıldığı düşünülüyor.
Dilek Sütunu hakkında bir sürü efsane ve hurafe var. Bu taş zaman içinde insanlar arasında kutsallık kazandı ve bu olayın sebebinin bu sütuna yaslanan imparatorun, başının ağrısının geçme nedeninin bu sütuna bağlamış olmasıydı. Zaman geçtikçe insanlar arasında bu sütuna inanış arttı. İnsanlar taşın yanına gidip taştan dilekler dilemeye başladı ve bu inanç hala günümüzde yaygın.
Ayasofya'nın en büyük özelliklerinden biri mimarisi diyebiliriz. Bir kilise için fazla büyük gözükmesini sağlayan yapılardan biri de Ayasofya’nın ihtişamlı kubbesi diyebiliriz. Bu kubbe 55 metre yüksekliğe ve 31 metre uzunluğa sahip oldukça büyük bir kubbe.
Mimarlar Ayasofya'nın inşası sırasında bina yapımında, mermer taş ve tuğla, kubbenin yapımında ise, depremlerde kolay kolay yıkılmaması için Rodos toprağından özel olarak üretilen, hafif ve sağlam tuğlalar kullanılmış.
Yalnızca imparatorlar tarafından kullanıldığı için imparatorlar kapısı olarak adlandırılan bu kapı, Ayasofya'da ana mekana girişi sağlıyor. Ayasofya'nın en büyük kapısı olan bu kapı, 7 metre yüksekliğinde ve bronz çerçeveye sahip.
Bazı kaynaklarda bu kapının Nuh'un gemisinin tahtalarından yapıldığı iddia ediliyor. Üzerindeki mozaik ise Ayasofya'daki ilk mozaik olarak biliniyor. Yakın zamanda bu önemli yapı tahrip edildiğinden dolayı gündeme gelmişti.
Aslında Ayasofya'da şu an bulunduğundan daha fazla figürlü mozaik olduğu düşünülüyor. Fakat İknoklazm Dönemi'nde bu tür görsel figürler birçok kilisede yasaklandı ve kaldırıldı.
İkonoklazmı, bu tür görsel figürlerin dinden yasaklanmasını sağlayan ideoloji olarak adlandırabiliriz. Bu dönem sonunda tekrardan kiliselere mozaikler eklendi ve Ayasofya'daki en görkemli ve büyük mozaiklerden biri olan Apsis Mozaiği yapıldı. Bu mozaikte; ortada Meryem, süslü bir taht üzerinde oturmuş, kucağında ise çocuk İsa'yı tutuyor.
Payandalar ve Mimar Sinan Ayasofya'yı nasıl ayakta tuttu?
Ayasofya'nın ihtişamlı kubbesinden bahsetmiştik. 55 metre olan bu kubbe büyüklüğü ve ağırlığı sebebiyle oluşan dışa açılmalardan dolayı Osmanlı Dönemi'nde dışardan kubbeyi sağlamlaştırmak amacıyla müdahalelerde bulunuldu ama kubbenin ağırlığını baskılayamadı. Bu sebeple hem Doğu Romalılar hem de Osmanlı, kubbenin etrafına payandalar yaparak oluşabilecek yıkımlara karşı önlem almaya çalıştılar.
Her ne kadar önlem alınmaya çalışılsa da Ayasofya'nın ihtişamlı kubbesinin yıkılması an meselesiydi. Mimar Sinan kubbeyi taşıyan payeler ve yan duvarlar arasındaki boşluğa kemerler ekledi ve ağır kirişlerle yapıyı destekleyerek bu sorunu çözdü.
Kaynak: 1
Yorumlar
İÇLERİNDEN BİLDİĞİNİZ VAR MIYDI?
Gerçekten ilginç bilgiler olmuş
Yorum yazmak için lütfen giriş yapınız